‘LA İLAHE İLLALLAH’
Vicdanın kaynağı akıldır.
Yani Dinin kaynağı vicdandır.
Vicdan etrafından dönen her kişi, rahatlıkla din, vardır der.
Allah, insanoğluna yeryüzünde, Mabetsiz ve Mabutsuz bir dönem yaşatmamıştır.
Ancak tarih boyu iktidarlar, insanların vicdanlarını hep baskı altında tutmuştur.
Sebebine gelince:
İktidarlar, kendilerine karşı oluşan muhalefetleri ortadan kaldırmak istemişlerdir.
Emevi, Abbasi, Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye’de hayat bulan İslam, Sasani ve Roma’da oluşan inançların tipik bir tekrarı olmuştur.
İslam, kendi özünden devrini tamamlamadan sahneden çekilmiştir. Bu ‘İdeal İslam’ anlayışı, yeryüzünde varlığını yaklaşık 30-40 yıl sürdürmüştür.
Bu döneme ‘Asr-ı Saadet’ denir.
Din, ‘La İlahe İllallah’ tır.
Yani Allah’tan başka ilah yoktur.
Din, evrensel insan vicdanına seslenmiştir.
Allah, dış dünyada görünür bir nesne olmadığı için, bu görünmez gücün kabulü ve O’na ibadet noktasında sorunlar yaşanmıştır.
Allah, insanın zihninde inkişaf etmiş, bu inkişaf insanın duyduğu acılar ve ihtiyaçlarından hareketle O’na ulaşmıştır. Yani Allah, senin kendisine ihtiyaç duymanı istemiştir.
Bütün toplumu bağlayan, bütün evreni kuşatan, topluma ve evrene hayat (ruh/nur) veren bir güce insan her zaman ihtiyaç hissetmiştir. O da, insan zihninde Allah olarak belirmiştir.
Daha sonra dünyada devletler, Karunlar ve Hamanlar aracılığıyla otorite, baskı, kavmiyet, milliyet, cinsiyet ve mülkiyette eşitsizlik meydana gelince Allah, azgın ve sapkınlar için yeniden kendi içlerinden bir peygamber göndermiştir. Böylelikle Allah’ı, kitabı, peygamberler yoluyla öğretmiştir.
Kozmoloji ve Biyoloji verileri esas alındığında görülüyor ki Allah insana önce düşün, tabiatla uyumunu sağla, iş ve değer üret, daha sonra bana yönel çağrısında bulunmuştur.
Allah, ‘La İlahe İllallah’ı’ bir şiar ve slogan olarak kullanmıştır.
Yani ‘Allah’tan başka ilah yoktur, Allah’tan başka bütün Tağut otoriteler reddedilmiştir.
Ancak İslam, ’dinlerden bir din değildir’.
İbadetler diğer dinlerin görkemli tapınakları, din adamları sınıfı ve kendilerine özgü dini kıyafetleri, tütsülü ayinleri, kutsal gün ve geceleri, mucizeleri, kehanetleri bizde olmalıdır, denildiği andan itibaren durum değişmiş, kitaplar yenilenmiş, elçiler gelmeyi sürdürmüştür.
Mesela İran Kisra’ sının karşısına çıkan sahabenin ‘Baldırı çıplak çöl bedevileri sarayıma kadar niye geldiniz?’ diye sorunca o da, ‘İnsanları dinlerin zulmünden ve krallara ibadetten kurtarmaya geldik’ cevabını vermiştir.
Şimdilerde Müslümanların, İslam’ın bu misyonun dan başka bir şeylerle meşgul oldukları görülüyor.
Yani sahabenin dilindeki ‘din ve ibadet’ şu an hiç de bizimkine benzemiyor. Yani sahabenin söylediği ‘la ilahe illallah’ evrensel çağrısı, bizim söylediğimize hiç benzemiyor.
Mekke’de o gün Ebu Leheb gibilerin başını çektiği, Allah Kâbe, din ve ibadet istismarına dayalı tefeci bezirgânlarına karşı söylenen ve bir isyanı yansıtan özden söylenen ‘la ilahe illallah’ sözü bizim dilden söylediğimize benzemiyor!
O sahabenin dilindeki ‘din ve ibadet’ yansıtan ‘la ilahe illallah’ kelimesi, Kur’an’ın kullandığı anlama paralel olarak Kral saraylarında, Ruhban tapınaklarında, bezirgân sofralarında ve gaza meydanlarında söylenilen kelama, bizim söylediğimiz söz hiç benzemiyor!
Üzülerek ifade etmeliyiz ki, indiği çağda zaten kullanılmakta olan ‘din ve ibadet’ kavramları sarayların, tapınakların ve bezirgânların dünyasından çekip alan ve ona bambaşka bir yön veren Kur’an, bugün ‘mehcur’ dur. Bu nedenle olsa gerek ki, ‘İslam dinlerden bir din’ olma yoluna girmiştir.
İşte bu sebeptendir ki, İslam Dininin inanana hayat veren kavramlarını yeniden canlandırmak, bizim en büyük meselemiz olmalıdır.
Yine söylemeliyiz ki bunları tespih çekerek, vird yaparak diriltmek imkânı yoktur. Öyle olsaydı Allah bunu söyler, Allah’ın Elçisi da bu söyleneni yapardı!
Akit, Allah ile Müminlerin arasında yapılan bir anlaşmadır. Bu anlaşma metni, peygamber vasıtasıyla insanlara Allah tarafından gönderilmiş sözlerin bir bütünüdür.
Bu sözlere dayalı olan inancımıza göre Allah, görünmez bir güçtür. Akit; bu görünmez güçle yapılandır. Bu güce inanmak, kabul etmek ve güvenmek imandır. Ardında da ‘Anlaşmalarınızı bozmayın’ denir.
Günümüz Müslümanlarının en büyük problemlerinden birisi, beklide en birincisi; Allah’a inandıkları halde, o derece Allah’a güvenmemeleridir.
Garip değil mi, hem inanacak ve hem de güvenmeyeceksin. Bu bir çelişki değil midir?
İman etmek aslında ‘güvenmektir’. Bu da ‘göklerde ve yerde ne varsa‘ hepsinin Allah’a ait olduğu anlamına gelir. Her şey O’nun olduğuna göre, O’na ‘Senin her şeye gücün yeter, Sana güveniyorum’ demekten başka ne diyebiliriz ki…
Yağmuru yağdıran, nebatı bitiren, güneşi doğudan doğuran, gece ve gündüzü birbiri ardınca getiren, kışı ve yazı birbiri ardınca takip ettiren, canlıları üreten, ekinleri yeşerten, tüm rızık ve rızık kaynaklarını tükenmeden var eden Allah’tır.
Allah herkese kısmetini ayırmıştır.
Allah’a inanın ve güvensiz tipler olmayın.
Sonra münafık olursunuz.
Mahmut AKYOL