ALLAH’IN DEVESİNE DOKUNMAYIN

logo5

ALLAH’IN DEVESİNE DOKUNMAYIN

SEMUD KISSASI:

Geçmiş çağlarda olup bitmiş bir mucizeyi değil, verdiği muazzam mesajla günümüzü anlatıyor. Öyle görüyor ki söylenmek istenen şudur. Rabbinizden size apaçık bir numune bir örnek veriliyor. Bu örneği şunun için veriyoruz:

Siz Semud ileri gelenleri; yeryüzünde bozgunculuk yapıyorsunuz. Zayıflara, güçsüzlere, kimsesizlere; arkası olmayanlara; sahipsizlere ve zayıf gördüğünüz herkese, her varlığa kaba ve küstahça davranıyorsunuz. Güç bizim elimizde istediğimizi yaparız; asarız, keseriz, kimse bizden hesap soramaz diye büyüklük taslıyorsunuz. İşte size hayatınızda çok önemli bir yeri olan Allah’ın şu devesi!   Allah onu vicdan ve merhamete gelmeniz, doğruluk ve dürüstlük yoluna girmeniz için bir alamet, bir nişane, bir gösterge olarak size örnek veriyor.

Diyor ki; şu Allah’ın dağında taşında otlanacak. Ona kimse dokunmayacak. Hiç kimse Onu nasıl olsa sahipsiz, arkası yok, başıboş otluyor diye ele geçirmeye, kötülük yapmaya, hele öldürmeye kalkışmayacak.

Kim bunu yaparsa Allah’a isyan etmiştir…

İyi dinleyin! Yeryüzünde kimsesiz gördüğünüz, sahipsiz sanarak talan etmeye, yağmalamaya kalkıştığınız her şey; kimsesizler, yaşlılar, çocuklar zayıflar, güçsüzler, her türden canlılar, hayvanlar bitkiler, dağlar, taşlar, toprak, hava, su, maden vs. Allah’ındır.

Bütün bunları Allah, insanlar istifade etsin diye yaratmıştır. Hepside birer ayettir. Sakın bunlara azgınlık ederek, büyüklük taslayarak, hepsi benim olmalı, bana hizmet etmeli diyerek saldırmayın.

Sonuç olarak, bundan böyle Allah’ın aranızda dolanan şu dişi devesine saldırıp saldırmamanız, sizin bu işlerden vazgeçip vazgeçmediğinizin, vicdan ve merhamete gelip gelmediğinizin, Allah yoluna girip girmediğinizin göstergesi sayılacak, seçin artık yolunuzu…

Kur’an’ı akıp geldiği gerçek tarihyaşayan hayat ve canlı tabiat mecralarından koparmak dediğimiz şey tam da bu.

Feryadının, hafızların ezberinden vaizlerin kürsülerine yankılanıp durduğu mabet duvarlarında değil; şehrin arka sokaklarında, karanlık gecelerin dumanlı, puslu mekânlarında, ateş pazarlarında, organ mafyasında, okul önlerinde vs. yaşadığına inanıyoruz.

Biz  buna “Yaşayan Kur’an” diyoruz.

Allah’ın devesine dokunmayın!” çağrısı Peki, bunun bugün anlamı nedir?

Öyle ki Semudlular kendi döneminin süper gücü haline gelmişlerdi. Sahipsiz bulduğu her şeyi talan etmeleriyle, saldırganlıklarıyla ve işgalcilikleriyle tanınırlardı. Ne garip, buralar bugün de saldırı, talan ve işgal altında!

Şimdi, aşağıdaki pasajda yer alan ayetleri okurken, lütfen olayın zamanını, mekânını ve aktörlerini, bugünün zamanı, mekânı ve aktörleriyle zihninizde yer değiştirerek okuyun…

“Semûd halkına da kardeşleri Salih demişti ki:

Ey halkım! Allah için çalışın, O’na ibadet edin. Sizin O’ndan başka tanrınız yoktur. Rabbinizden size apaçık sözlü uyarı geldi:

Bir gösterge olarak Allah’ın şu dişi devesi

Bırakın Allah’ın arzında otlansın. Ona dokunmayın; can yakıcı bir afete maruz kalabilirsiniz.” A’raf/73

“Hiç değilse Ad kavminin ardından nasıl hızla geliştiğinizi, yeryüzüne nasıl kök saldığınızı düşünün. Yazları sayfiyelerde kışları köşklerde yaşıyorsunuz. Artık Allah’ın nimetlerini düşünün de yeryüzünü talan etmeyin. ” A’raf/74

Halkının büyüklük taslayan ileri gelenleri, ezilen müminlere dediler ki:

Siz Salih’in Allah’ın peygamberi olduğunu kabul ediyor musunuz?

Onlar da “Elbette, getirdiği şeylere inananlardanız.” dediler. A’raf/75

Büyüklük taslayanlar dediler ki:

Biz de siz neye inanıyorsanız onları reddediyoruz.” A’raf/76

Derken Rablerinin emrini hiçe sayarak o dişi deveyi alçakça öldürdüler. “Ey Salih! Eğer gerçekten peygambersen şu diline doladığın afet gelsin bakalım” dediler. A’raf/77

“Çok geçmeden ansızın gelen şiddetli bir deprem ile sarsıldılar; kendi kâşanelerinde yüzükoyun serildiler.” A’raf/78

Salih o vakit onlardan yüz çevirmiş ve şöyle demişti:

Ey halkım! Gerçek şu ki ben size Rabbimin mesajlarını ilettim ve size nasihat ettim; fakat siz nasihat edenleri sevmiyorsunuz.” (A’raf/79

Görüldüğü gibi verilen mesajda “Allah’ın devesi” (nagatallah) tabiri, hemen sonraki cümlede “Allah’ın arzı yeryüzü” (arzillah) tabiri ile adeta tefsir ediliyor.

Bugün için denmek isteniyor ki:

Siz sahipsiz bulduğu her şeyi talan eden, siyasi ve askeri gücüne güvenerek, yeryüzünde hiç kimsenin size karşı koyamayacağını sanan, despotik, saldırgan ve işgalci bir güçsünüz.

Sahipsiz ve savunmasız bulduğunuz ülkelerin yer altı ve yerüstü kaynaklarına; petrollerine, doğalgaz yataklarına büyük bir iştah ve ihtirasla saldırıyorsunuz. Bunun için ülkeler işgal ediyor, dünya savaşları çıkarıyorsunuz. İşgal ettiğiniz sahipsiz ülkelerin kimsesiz çocuklarını toplayıp götürüyor, fuhuş mafyasında kullanıyor, organlarını satıyor, insan ticareti yapıyor, kâşanelerinizde köle ve hizmetçi olarak, fabrikalarınızda da ucuz işçi olarak çalıştırıyorsunuz…

Unutmayın ki yeryüzünde sahipsiz ve kimsesiz sandığınız her ne şey varsa işte o Allah’ın devesi (nagâtallah) tır; hava, su, petrol, doğalgaz, ağaçlar, bitkiler, ormanlar, çevre, kimsesiz çocuklar, garipler, ihtiyarlar, zayıflar, güçsüzler…

Kimsesiz ve sahipsiz otlanan şu “Allah’ın devesi” işte bunun işareti olacak. Bakalım aynı şeyleri hala yapıyor musunuz, yoksa vaz mı geçiyorsunuz…”

Malum, Hz. Salih bu çerçevede ısrarla mesajlar vermesine rağmen, o azgın ve saldırgan güruh kulak asmadı. İnadına “Allah’ın devesini” küstahça kesip öldürdüler.

Bu Salih de kim oluyormuş, ne diyor bu adam, hem Allah da kimmiş

Bütün dünyayı dize getirdiklerini, kimsenin onlara karşı koyamacağını, süper güç olduklarını, asla yıkılamayacakları söyleyerek burunlarından kıl aldırmadılar…

Ve günlerden bir gün korkunç bir depremle o çok övündükleri kâşanelerinde, korunaklı sayfiyelerinde, saray yavrusu malik hanelerinde yüzükoyun yere serildiler ve bir daha kalkamadılar. Yurtları viran, ülkeleri harap oldu…

Kulak ver ve dinle ey insanoğlu! Tarihin derin sessizliğinden gayrı

Onlardan önce nice kuşakları yok ettik. Onlardan bir ses bir seda işitiyor musun?” Meryem/98

Demek ki “Allah’ın devesi” örneği vaaz konusu bir menkıbe olsun diye anlatılmıyor. Tarih boyunca çeşitli örnekleri görülmüş, halen görülen ve bundan sonra da görülmeye devam edecek olan, can yakıcı bir insanlık sorununa parmak basıyor; sahipsizler, kimsesizler ve ezilenlere (mustaz’afin) karşı yürütülen her tür talan, işgal ve saldırıya insanlık, vicdan ve adalet adına ses yükseltmek…

Hz. Salih’in dilinden bize ulaşan Allah’ın sesi (kelimullah) bu olmak icap eder. Bugün bu sesi Kur’an’dan ilham alarak biz yükselteceğiz. Biz; yeni talan, saldırı ve işgallere karşı yeni Salihler…

Kulak ver ve dinle ey modern Semud!

SEMUD kısasında verilen mesajı günümüze taşıdığımızda karşımıza İsrail’in yaptığı soykırım çıkmaktadır. Yani İsrail “Allah’ın devesine dokunma!” Emrini çiğneyerek zalim kavimlerden olmuştur, sonu da onlar gibi olacaktır.

Mahmut AKYOL

 

 

 

 

DİNDE ZORLAMA YOKTUR

logo5

DİNDE ZORLAMA YOKTUR

Fazla söze ne hacet!

Yani dini kabul ettikten sonra, bu dinde zorlama yoktur.

Yani Namaz, oruç, hac, başörtüsü gibi hükümlerin yerine getirilmesi gibi hükümlerde bir zorlama yoktur.

Kur’an’da, ne de Hz. Peygamber’in sünnetinde zorlama yoktur.

Herkes hesabını kıyamette Allah’a verecektir.

Dinden çıkmak isteyenler için, ne bir zorlama yoktur. Ne de dine çıkarken zorlama yoktur.

Kur’an’da dinden dönene mürted denir.

Müslümanın kanını dökmek ancak şu üç durumda caizdir.

Evlendikten sonra zina etmesi, cinayet işlemesi ve dinini terk edip cemaatten ayrılması…

Bir kadını başörtülü, devlet dairelerine, okullara, üniversitelere sokmamak, seçildiği meclisten bağırarak; “Bu kadına haddini bildirin” diye üzerine yürümek,

Bir esnafın ezan vakti dükkânı açık tutuyor diye kapatmayan, diğer taraftan oruç tutmuyor diye azarlamaya hakkı yoktur…

Türkiye, İran, Suudi Arabistan, Afganistan olmuş ne yazar?

Tanrı adına insanı öldüren doğu ve insan adına Tanrı’yı öldüren batı, bu ikisi arasında kopmaz bilmez bir ilişki olduğunu ne zaman göreceğiz?

İslami dünya görüşü ve yaşam tarzı üzerinde yapılan zorbalıklara karşı, yazı yazmaktan öte meydanlarda, sokaklarda ve nihayet mahkemelerde klasörler dolusu cevabım olduğu için, bu yazıda daha çok zorbalığın “dini dünyadaki” teorik kökleri ile yüzleşeceğim.

Şimdi, Allah’ın kitabı der ki: “Sen hatırlat, sen ancak bir hatırlatıcısın. Dayatan bir zorba değilsin.”

Ğaşiye; 88/21-22

Ayette geçen “Sen musaytır değilsin” ifadesindeki musaytır, Türkçede “satır sallayan” deyimindeki satır ile aynı kökten gelir.

Buradan “dayatan, zorba” manası çıkıyor. Kimi müfessirler Mekke’de inen bu ayetin, Medine’ye gelince savaş ayetleriyle birlikte nesh edildiği görüşündedir.

Mekke’de “Sen bir dayatan zorba değilsin” diyen Kur’an, Medine’ye gelince “Artık dayatan bir zorba olabilirsin, nasıl olsa güç eline geçti” diyor öyle mi?

Kur’an’da savaş ayetleri zorbalık yapılsın diye değil; tam tersi zorbalığı ortadan kaldırmak için inmiştir. Tamamı böyledir ve hiçbir istisnası yoktur.

Buradan “Bütün sosyal içerikli ayetler ezilenlerden, mağdurlardan yanadır” gibi, “Bütün savaş içerikli ayetler zorbalığa maruz kalanlardan yanadır” şeklinde bir tefsir ilkesi daha çıkarabiliriz:

Oysa az önceki “Sen dayatan bir zorba değilsin” ayeti Medine’de de geçerli olmak icabeder ve kıyamete kadar da geçerli olması gerekir. Çünkü Medine’ye gelince, nesh (yürürlükten kaldırmak, silmek) bir yana “Dinde zorlama yoktur

Kur’an, peygamber üzerinden tüm Müslümanlara, din adına satır sallayan zorba (musaytır) değil; hatırlatıcı, hatırlatan (müzekkir) olmaları gerektiğini söylüyor.

Peki, Kur’an insanları hiçbir şeyde zorlamaz mı?

Az önce geçti, Kur’an’da hemen herkesin bildiği başka bir ayet var:

Dinde zorlama yoktur. Doğru ile yanlış birbirinden ayrılmıştır. Şu halde her kim tağutu reddedip Allah’a iman ederse, hiç kopmayan sağlam bir kulpa yapışmış olur. Allah her şeyi işitiyor, her şeyi biliyor” (Bakara: 2/256)

Bu ayet bir kimsenin din ile (İslam) kuracağı üç tür ilişkinin üçünde de zorlama olamayacağı manasına gelmektedir. Çünkü herhangi bir tahsis (sınırlandırma) yapmamaktadır. Şurada var, burada yok dememektedir.

Bir kimsenin “din ile ilişkisi” mantıki olarak üç türlüdür: Dine girmek, dini yaşamak ve dinden çıkmak… Kanaatimce ayette her üçünde de zorlama, hele de “devlet zorlaması” yasaklanmaktadır.

Tıpkı bizim Ebu Hanife’nin Emevi sultanının kıldırdığı cuma namazına zorla götürülmeye çalışılması ve zindanda işkence altında öldürülmesine şaşmamız gibi…

O çağlarda da sultanı eleştirmek, ona biat etmemek, verdiği hutbeyi protesto için cuma namazına gitmemek, vergi vermeyi reddetmek vs. namazı, zekâtı inkâr etmek, peygamberin vekili olan sultana hakaret, ona itaatten dönmek, cemaatten ayrılmak yani irtidat etmek (vatandaşlıktan çıkmak, vatana ihanet!) olarak algılanıyordu.

Demek ki “siyasi iktidar için dini fetva” olarak doğan irtidat fıkhının, iktidarı tarih olmuş fetvası hala sürüyor. Bugün için artık bunlar alelade dinden dönme olaylarına nasıl uygulanır?

Bakınız, “Din bir vicdanı işi” değil; “Vicdanla başlayan bir iştir.” Kökünde sevgi ve merhamet, gövdesinde akıl ve vicdan, dallarında özgürlük ve adalet, meyvelerinde ise dünya ve ahiret mutluluğu vardır.

Bu dinin kilisesi, papazı, din adamı, keşişi, rahibi yoktur. İslam imanı halkın gönlünde yaşar, “ma’şeri vicdanda” kök salar, özgür vicdanlarında boy atar. Toplum için yaşam kaynağı olan “Adalet devleti” vardır.

Onunla da can, mal, akıl, nesil, ırz gibi insanoğlunun temel değerlerini koruyup kollar; her tür zorbalığa mani olur. İslam’da devletin manası bundan başka bir şey değildir.

Bir kimse İslam’dan döndü diye İslam’ın şerefi azalmaz. İslam kişiyle değil; kişi İslam’la şeref kazanır. İzzet ve şeref bütünüyle Allah’a aittir.

Dünya zaten zorbalardan geçilmiyor. “Şu kalpsiz dünyanın kalbi”, insanlığın basireti ve vicdanı olan Kur’an’dan dahi din namına zorbalık çıkarılacaksa, artık tuz da kokmuş demektir…

Mahmut AKYOL

İSRAİL’İN FİLİSTİN TOPRAKLARINDA KOPARDIĞI KIYAMET

logo5

İSRAİL’İN FİLİSTİN TOPRAKLARINDA

KOPARDIĞI KIYAMET 

Ne zaman ki Yahudiler Avrupa’dan kovuldular, bundan dolayı Yahudiler, İslam toprakları (Filistin) üzerinde bir yer bulmaya çalıştılar.

Filistinliler kendi topraklarını geri almak için kana susayan Yahudilerle savaşıp durdular.

Armageddon, Yahudilerin dünyanın sonuna doğru yapacakları büyük savaşın adıdır.

Orta Doğu’da İsrail’in kurulmasından bu yana, Siyonizm’e hizmet edenler vardır. Bunların başında ABD askeri gücü gelir.

Orta Doğu’da gelinen aşamada, ‘Yeni Ortadoğu’ haritası içinde bazı ülkeler bölündü, bazıları federasyon haline geldi, sebebine gelince; yeni İsrail Devleti’ni ortaya çıkarmak asıldır.

Büyük Orta Doğu Projesi sadece İslam Dünyasını değil, Türk Dünyasını da hedef alıyor. Kıyamet Savaşı, bizlerin de sonu olabilir.

Türkiye; Irak ve Suriye’de olduğu gibi İran konusunda da ABD’nin tuzağına düşebilir.

Allah, her hangi bir kavmi bir kavimden üstün tutmamıştır. Bir ayrıcalık göstermemiştir. Allah, herkesin rızkını çalışması karşılığında vereceğini söylemiştir.

Allah hırsızlığı, çalmayı, haksız kazanmayı ve hırs yapmayı yasaklamıştır.

Ancak; Muharref Tevrat’ın tefsiri Talmut ve ırkçılığı telkin eden Tora böyle söylemiyor.

Bu kaynaklar, Yahudilerin dünya barış ve huzurunu çıkar için yok edebileceklerini, hırsızlık, çalmak ve hırs yapmak gibi davranışlarda buluna bileceklerini normal görüyor.

Çünkü Rab Yehova Yahudileri üstün (!) yarattığını söylüyor.

Bu sebepledir ki milletleri soymak, onların sütlerini emmek, onları borç içinde bırakmak tarih boyu Yahudilerin karakteridir.

Bunun için Yahudiler gizemli, şeytani, dinci ve ırkçılıklarından asla vazgeçmemişlerdir.

Bütün milletlerin köle, yalnız kendilerinin efendi olacağı bir dünya tasarlamak için Kabalist Düşünüce sürekli şekilde Hahamlar, Siyon önderleri ve Masonlar tarafından beslenmiştir.

Yahudilerin 5000 yıllık rüyaları, vaat edilmiş topraklara geri dönmektir.

İsrail Oğulları’nın bu maceraları dünyaya çok pahalıya mal olmuştur.

Zira Kur’an’da en çok anlatılan mevzu, İsrail Oğullarıdır.

Tarih boyu İsrail Oğulları fitneci yapıları itibariyle durdukları yerde durmamış, gittikleri her yerden kovulmuşlardır. Ellerine geçirdikleri maddi güç sebebiyle şımarmışlardır.

İran’da, Roma’da, İspanya’da ve 2. Dünya Savaşında Almanya’da olduğu gibi, insanlık vicdanında bile kabul görmemişlerdir.

İsrail Devletinin Filistin Toprakları üzerinde kurulmasının ilk aşaması, merkezi Filistin olan ve Nil’den Fırat’a kadar topraklar üzerinde kurulacak olan dünya devletidir.

Buna Siyonizm’in soluğu yeter mi bilmiyorum…

Ama bakarsınız bir gün Theodor Herzl’i makamından kovan bir Abdülhamit çıkar ve bu şımarıklığa son verir, kim bilir…

1879 da tertip edilen 1. Dünya Siyonist Kongresi kararları doğrultusunda Siyonistler, “Filistin toprakları üzerinde bir Yahudi devleti kurmaya çalışsalar da” inanıyorum ki, döktükleri masum kanları içinde bir gün boğulacaklardır.

Eşyanın kanunu bana bunu söyletiyor.

Yahudi devleti kurulması çalışmasını Haham Theodor Herzl başlatmış olsa da, daha sonraki çalışmalara parasal yardımda bulunanların başında “Rothschild”, “Rockefeller ve Morgan” aileleri gelmiştir.

Uluslararası Efendiler gizli çalıştıklarından sömürücü, köleleştirici güç olarak karşımızda daima ABD, Rusya ve Batı Devletleri görülmüştür.

Oysa Yahudiler, ABD ve diğer ülkelere hâkimdirler.

Misal olarak ABD ‘de adeta iki hükumet var gibidir.

Görüneni, Washington merkezli, görünmeyeni New York merkezli olanıdır. Görünen ABD’nin yoksul, işsiz, evsiz, uyuşturucu bağımlısı, okuma oranı düşük ve borç batağına düşmüş kesimi, diğeri ABD’yi yöneten uygar ve ekonomik sorunu olmayan kesim…

ABD’nin kendine ait resmi bir Merkez Bankası yoktur. “Federal Rezerv” adıyla, birkaç Efendi bankerin oluşturduğu özel bir kuruluş, Amerika ekonomisine hâkimdir. Merkez Bankası gibi, para piyasalarına yön vermekte, istediği zaman enflasyon ya da para kısıtlaması yaratabilmektedir.

Federal Rezerv“, Dış ilişkilerde hükumetten daha etkilidir. Amerika’ya doları basan ve satan “Federal Rezerv” dir. Yani ABD nin kendine ait bir parası yoktur. Dolar ise karşılığı olmayan hayali bir paradır.

Federal Rezerv”, Kongreden geçirilen bir kanunla ABD ‘nin parasını basma yetkisine sahiptir.

Bu ayrıcalık, ABD’yi diğer devletler içinde en borçlu ülke durumuna getirmiştir.

Paranın asıl sahibi olan Yahudiler ekonomi, petrol, silah sanayi, buğday ve siyasette ABD’ye hâkimdir. Bu gizliliği Vakıflar eliyle yönetirler.

Başkan Kennedy, Hazine Bakanlığı’na, gümüş karşılığında para basma yetkisi alması, 4 trilyon dolara yakın ABD doları piyasaya sürmesi üzerine, 22 Kasım 1963’te öldürülmüş ve bastırılan dolarlar piyasadan toplatılmıştır.

Çünkü kendilerini Tanrının oğlu kabul eden Yahudiler, dünya devletini Doların üzerinde simgelemişlerdir.

Doların ön yüzünde, en tepede Federal Rezerv Nota yazmaktadır. Bu, altın ve gümüş olarak karşılığı olmayan “sanal kâğıt” anlamındadır.

Doların arka yüzünde “In God We Tröst” yazısı bulunur. Bu da güvendikleri tanrının para olduğunu gösterir.

Solda görülen dairenin zemininde, amaçlarını anlatan dünya haritası vardır. Dairenin içinde, Yakub’un (İsrail)’in 12 oğlunu temsil eden 12 katlı piramit vardır. Piramit in tepesindeki ışıklı üçgenin içindeki “Her şeyi gören göz” Yahova vardır.

Bir doların sağ tarafındaki daire içinde üst kısımda, simetrik olarak birbirine geçmiş iki eşkenar üçgenden oluşan 6 köşeli Davut Yıldızı vardır.

Davut Yıldızının altındaki kartalın sol elindeki dalda aynı 13’lü simge görülmektedir. Kartalın ağzındaki “E PLURIBUS UNUM”  yani “Birçokları arasında bir tane” yazısı vardır.

Tevrat’ta kullanılan “Seçilmişlik, Allah’ın oğlu” ayrıcalığının simgelenmesidir. Bu simgeler aynı zamanda mason simgelerdir.

Fakat daha Tek Dünya Devletlerini kuramadıkları için 12 katlı piramit ile göz kısmının arası şimdilik açıktır. Her şeyi gören gözün üstündeki yazı: “annuit coeptis”,”Başlamışın Tamamlanması” demektir.

Bu şifre, Tevrat’ta başlanan işin tamamlanmasını anlatılmaktadır.

Bu da üç semavi dinin babası saydıkları “İbrahim ve zürriyetine” sözde dünyayı miras olarak vermek hikâyesidir.

İbrahimli dinler” diye dolaşanların kimlere hizmet ettiği şimdi daha iyi anlaşılmaktadır.

Siyon Önderlerinin Protokolleri” iyi okunmalıdır.

Mahmut AKYOL

KARDEŞİM EBU ZER

logo5

KARDEŞİM EBU ZER

Sizlere Kardeşim Ebu Zer üzerinden dinin canlı, dinamik, yaşayan ve isyan yüzünü anlatmaya çalışacağım.

Ey iman edenler! Hahamların ve rahiplerin birçoğu, insanların mallarını hem haksızlıkla yer, hem de Allah yolundan alıkoyarlar. Altını ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanları acı bir azabın beklediğini haber ver. O gün biriktirip yığdıkları ateşte kızartılacak ve alınları, böğürleri ve sırtları onlarla dağlanacak. İşte bu bencilce biriktirip yığdıklarınız; haydi tadın bakalım denecek.” Tövbe/34

Kardeşim Ebu Zer, bu ayeti gerektiğinde herkesin yüzüne okurdu. Bazen Kâbe’de açıktan tek başına okurdu. Müslümanlar, nedense bu halini pek tanımadı.

Eğer İslam’ın gürleyen sesini, haksızlıklar karşısında susmayan yüreğini, Rebeze Çölünde nasıl gömüldüğünü bilselerdi, eminim bu yanlışa düşmezler, Ebu Zer’in kemiklerini sızlatmazlardı…

İslam tarihinde, toplumsal düzen ve düşünce karşıtlarına en keskin itirazları yapan, dürüstlüğüyle hafızalarda yer eden, Hz. Ali ile aynı frekans içinde yaşayan birisini bilselerdi, eminim Ebu Zer’i çok severlerdi…

Kardeşim Ebu Zer’in, İslam’la tanışması ilginçtir. Adını sıkça duyduğu peygamberin yanına Hz. Ali ile birlikte gelmiş ve Hz. Peygamberle sanki yıllardır tanışıyormuş gibi rahat tavırlarıyla selamlamıştı.

Kardeşim Ebu Zer’i, Hz. Muhammed’in ölümünden sonra yönetimde bulunan Hz. Osman ve Muaviye’nin yanlışlarını görmüş, sık, sık Medine’ye gelerek Hz. Osman’ı uyarmıştı.

Gidişattan memnun olmayan muhalif gruplar kendisinden yönetime karşı ayaklanma başlatmasını teklif etmişler ama Ebu Zer, bunu kabul etmemişti.

Hâlbuki Ebu Zer, Hz. Osman’a ilk biat edenler arasındaydı. Fakat Onun yaşlılığı ve yumuşaklığı sebebiyle başarılı olamayacağı konusunda endişe duymuştu.

İslam adına yapılan her hareketin içinde aktif olarak yer almıştı. Fakat Muaviye’nin Suriye’deki yanlışlarla dolu yükselişi, onun sesini yükseltmesine sebep olmuştu.

Hz. Osman devrinin ikinci yarısından itibaren başlayan Arap/Kureyş asabiyetine dayalı muhafazakâr/devletçi politikayı eleştirmeye başlamış, devlet olmanın ve fetih hareketlerinin getirdiği zenginleşme karşısında ‘Mülkün sahibi Allah tır’ sözüyle İslamın inşasına yeniden bu değer üzerinden başlanılması gerektiğini istemişti. Onun bütün isyanı ve karşı çıkışının sebebi bundan ibaretti.

Muaviye, Ebu Zer’in eleştirilerinden iyiden iyiye rahatsız olmuş, Hz. Osman’a haber göndererek sesinin kesilmesini istemişti. Hz. Osman da Ebu Zer’i Medine’ye çağırmış, huzura çıkan Ebu Zer‘e ulu orta yerde konuşmamasını’ söylemişti.

Fakat O yine de kıyasıya eleştirmekten çekinmemişti. “Yakınlarını tayin ediyorsun, adam ayırıyorsun” demişti.

Ebu Zer, İslam’ın en harlı döneminde ortaya çıkmış, bu uğurda akıl almaz fedakârlıklarda bulunmuştu.

Lakin İslam’ın yönetimini elinde bulunduranlar Onu sürgün etmiş, aç bırakmış deli muamelesi yapmış, olmadık eziyetlere, zorlamalara muhatap etmiş, fakat O, yine de yılmayarak ‘Sosyal Adalet’ in inkişafı için çalışmıştı.

Yukarıda söylenildiği gibi Suriye valisi Muaviye ile ters düşmüş, Muaviye’nin yüzüne Tevbe 34. Ayetini okumuştu. Devamında da, ‘Eğer bu yaptırdığın Saray Allah’ın malındansa hainliktir, kendi malınsa savurganlıktır’ demekle, ‘Sen Müslümanların haham ve papazı gibisin’ demek istemişti.

Muaviye bu ayetin Ehl-i Kitap hakkında indiğini, kendisini bağlamayacağını söyleyince Ebu Zer, ‘ayet her iki kesimi de muhatap alır’ demişti.

Ebu Zer’in eleştirileri halk arasında geniş yankı bulmuş, merkeze karşı çevreden bir muhalefet hareketi giderek oluşmaya başlamıştı.

Muhalefetin temel argümanı, ‘Arap/Kureyş/Emevi asabiyetinin giderek devleti ele geçirmesine’ duyulan tepkisinden ibaretti.

Çevredeki yeni Müslüman olmuş ‘mevaliler’ (Emevi olmayan Müslümanlar) kendilerine ayrıcalıklı muameleler yapıldığını iddia ederek, mevali hakları, adalet, eşitlik kavramlarını bayraklaştırdı.

Muaviye ise bu eleştirileri görmezden geldi ve Ebu Zer Rebeze çölüne sürgün edildi.

Muaviye’nin emriyle sırf yolda ölsün diye kızgın çölde yolculuğa zorlandı, aç/susuz şekilde sürgüne yollansa da O, yine de pes etmedi.

Zor durumda olmasına rağmen Muaviye’den gelen yardımları ret etti, metanetini yitirmedi, haline isyan etmedi. Bir kilim çadır içinde ömrünün son zamanlarını geçirdi.

Ölümünün yaklaştığını anlayınca Ebu Zer hasta eşine; ‘sarılacağı kefenin devlete ait olmamasını vasiyet etti’ ve birkaç gün sonra da vefat etti.

Eşi oradan geçmekte olan bir kafileden yardım istedi:

Ey Allah’ın kulları, şurada bir adam öldü. Cenazesini kaldıracak kimse ve üzerine sarılacak kefeni yoktur. O, Allah’ın Resulü’nün sahabesi Ebu Zer’dir’ diye seslendi.

Sonuç itibariyle Ebu Zer, yalnız da olsa, dinin isyan ve adalet yüzüyle yaşadı ve aynı şekilde yalnız öldü.

Acaba biz, Ona benziyor muyuz sorusunu kendimize soralım?

Mahmut AKYOL

 

‘LA İLAHE İLLALLAH’

logo5

‘LA İLAHE İLLALLAH’

Vicdanın kaynağı akıldır.

Yani Dinin kaynağı vicdandır.

Vicdan etrafından dönen her kişi, rahatlıkla din, vardır der.

Allah, insanoğluna yeryüzünde, Mabetsiz ve Mabutsuz bir dönem yaşatmamıştır.

Ancak tarih boyu iktidarlar, insanların vicdanlarını hep baskı altında tutmuştur.

Sebebine gelince:

İktidarlar, kendilerine karşı oluşan muhalefetleri ortadan kaldırmak istemişlerdir.

Emevi, Abbasi, Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye’de hayat bulan İslam, Sasani ve Roma’da oluşan inançların tipik bir tekrarı olmuştur.

İslam, kendi özünden devrini tamamlamadan sahneden çekilmiştir. Bu ‘İdeal İslam’ anlayışı, yeryüzünde varlığını yaklaşık 30-40 yıl sürdürmüştür.

Bu döneme ‘Asr-ı Saadet’ denir.

Din, ‘La İlahe İllallah’ tır.

Yani Allah’tan başka ilah yoktur.

Din, evrensel insan vicdanına seslenmiştir.

Allah, dış dünyada görünür bir nesne olmadığı için, bu görünmez gücün kabulü ve O’na ibadet  noktasında sorunlar yaşanmıştır.

Allah, insanın zihninde inkişaf etmiş, bu inkişaf insanın duyduğu acılar ve ihtiyaçlarından hareketle O’na ulaşmıştır. Yani Allah, senin kendisine ihtiyaç duymanı istemiştir.

Bütün toplumu bağlayan, bütün evreni kuşatan, topluma ve evrene hayat (ruh/nur) veren  bir güce insan her zaman ihtiyaç hissetmiştir. O da, insan zihninde Allah olarak belirmiştir.

Daha sonra dünyada devletler, Karunlar ve Hamanlar aracılığıyla otorite, baskı, kavmiyet, milliyet, cinsiyet ve mülkiyette eşitsizlik meydana gelince Allah, azgın ve sapkınlar için yeniden kendi içlerinden bir peygamber göndermiştir. Böylelikle Allah’ı, kitabı, peygamberler yoluyla öğretmiştir.

Kozmoloji ve Biyoloji verileri esas alındığında görülüyor ki Allah insana önce düşün, tabiatla uyumunu sağla, iş ve değer üret, daha sonra bana yönel çağrısında bulunmuştur.

Allah, ‘La İlahe İllallah’ı’  bir şiar ve slogan olarak kullanmıştır.

Yani ‘Allah’tan başka ilah yoktur, Allah’tan başka bütün Tağut otoriteler reddedilmiştir.

Ancak İslam, ’dinlerden bir din değildir’.

İbadetler diğer dinlerin görkemli tapınakları, din adamları sınıfı ve kendilerine özgü dini kıyafetleri, tütsülü ayinleri, kutsal gün ve geceleri, mucizeleri, kehanetleri bizde olmalıdır, denildiği andan itibaren durum değişmiş, kitaplar yenilenmiş, elçiler gelmeyi sürdürmüştür.

Mesela İran Kisra’ sının karşısına çıkan sahabenin ‘Baldırı çıplak çöl bedevileri sarayıma kadar niye geldiniz?’ diye sorunca o da, ‘İnsanları dinlerin zulmünden ve krallara ibadetten kurtarmaya geldik’ cevabını vermiştir.

Şimdilerde Müslümanların, İslam’ın bu misyonun dan başka bir şeylerle meşgul oldukları görülüyor.

Yani sahabenin dilindeki ‘din ve ibadet’ şu an hiç de bizimkine benzemiyor. Yani sahabenin söylediği ‘la ilahe illallah’ evrensel çağrısı, bizim söylediğimize hiç benzemiyor.

Mekke’de o gün Ebu Leheb gibilerin başını çektiği, Allah Kâbe, din ve ibadet istismarına dayalı tefeci bezirgânlarına karşı söylenen ve bir isyanı yansıtan özden söylenen ‘la ilahe illallah’  sözü bizim dilden söylediğimize benzemiyor!

O sahabenin dilindeki ‘din ve ibadet’ yansıtan ‘la ilahe illallah’ kelimesi, Kur’an’ın kullandığı anlama paralel olarak Kral saraylarında,  Ruhban tapınaklarında, bezirgân sofralarında ve gaza meydanlarında söylenilen kelama, bizim söylediğimiz söz hiç benzemiyor!

Üzülerek ifade etmeliyiz ki, indiği çağda zaten kullanılmakta olan ‘din ve ibadet’ kavramları sarayların, tapınakların ve bezirgânların dünyasından çekip alan ve ona bambaşka bir yön veren Kur’an, bugün ‘mehcur’ dur. Bu nedenle olsa gerek ki, ‘İslam dinlerden bir din’ olma yoluna girmiştir.

İşte bu sebeptendir ki, İslam Dininin inanana hayat veren kavramlarını yeniden canlandırmak, bizim en büyük meselemiz olmalıdır.

Yine söylemeliyiz ki bunları tespih çekerek, vird yaparak  diriltmek imkânı yoktur. Öyle olsaydı Allah bunu söyler, Allah’ın Elçisi da bu söyleneni yapardı!

Akit, Allah ile Müminlerin arasında yapılan bir anlaşmadır. Bu anlaşma metni, peygamber vasıtasıyla insanlara Allah tarafından gönderilmiş sözlerin bir bütünüdür.

Bu sözlere dayalı olan inancımıza göre Allah, görünmez bir güçtür. Akit; bu görünmez güçle yapılandır. Bu güce inanmak, kabul etmek ve güvenmek imandır. Ardında da ‘Anlaşmalarınızı bozmayın’ denir.

Günümüz Müslümanlarının en büyük problemlerinden birisi, beklide en birincisi; Allah’a inandıkları halde, o derece Allah’a güvenmemeleridir.

Garip değil mi, hem inanacak ve hem de güvenmeyeceksin. Bu bir çelişki değil midir?

İman etmek aslında ‘güvenmektir’. Bu da ‘göklerde ve yerde ne varsa‘ hepsinin Allah’a ait olduğu anlamına gelir. Her şey O’nun olduğuna göre, O’na ‘Senin her şeye gücün yeter, Sana güveniyorum’ demekten başka ne diyebiliriz ki…

Yağmuru yağdıran, nebatı bitiren, güneşi doğudan doğuran, gece ve gündüzü birbiri ardınca getiren, kışı ve yazı birbiri ardınca takip ettiren, canlıları üreten, ekinleri yeşerten, tüm rızık ve rızık kaynaklarını tükenmeden var eden Allah’tır.

Allah herkese kısmetini ayırmıştır.

Allah’a inanın ve güvensiz tipler olmayın.

Sonra münafık olursunuz.

Mahmut AKYOL