KİTAP YÜKLÜ EŞEKLER
Kur’an’da mal düşkünlerine ‘aşağılık maymun’ denir.
Yemede her türden yiyici takımına ‘domuz’ denir.
Zengin din adamına; ‘dilini sarkıtarak soluyan köpek’ denir.
Müddesir Suresinde, Mekke’nin zenginlerini en sert şekilde sarsan, Hz. Peygamber’i, tarihin meydanına elçi olarak atan, uyanışı başlatan, “Kalk! Haykır ve uyanışı başlat” demiştir.
Yine Müddesir Suresi özellikle ilk ayetleri, Mekke sokaklarını inletmiştir.
Surede isim verilmeksizin 9’lu çetenin en büyük zengini Velid bin Muğire’dir.
(Alak ve Maun surelerinde Ebu Cehil, Ebû Leheb gibi ilk 37 sure boyunca bu 9’lu çete deşifre edilir.
Surenin ilk bölümünde (1-10) Hz. Peygamber’e “Servet, menat, para beklentisi içinde olma” denilir.
Müddesir; 6
İkinci bölümde
(11-15) Velid bin Muğire el-Vahid deşifre edilir.
‘Tek başına yarattığım o adamı bana bırak.’
Uzayıp giden mal verdiğim, gözünün önünde oğullarıyla nimetimi döşedikçe döşediğim o adamı…
Hala gözü doymuyor; verdiğimden daha fazlasını istiyor.’
Üçüncü bölümde
(16-30) kâr-zarar hesabı yapıp duran bu tüccar karakteri ‘tanıyın bunları’ dercesine okunur.
“Düşündü, ölçtü, kahrolsun nasıl da ölçtü. Canı çıksın nasılda ölçtü.
Çevresine bakındı, kaşlarını çattı, surat astı.
Sonra sırtını döndü ve küstahça böbürlendi…”
Dördüncü bölümde
(31) konuyu hırsızca/arsızca yığdıkları servetlerinden saptırıp metafiziğe postalamak için dalga geçip dillerine doladıkları “ateşin muhafızları”, “19 melek, “Allah ne demek istedi?” gibi topu taca atma mazeretleri tek bir ayetle cevaplandırılır…
Dördüncü bölümde (32-48) cehennem tehdidi gelir.
“Sizi ateşe sokan nedir?” diye sorulduğunda “Biz gerçek anlamda salât edenlerden değildik ve yoksulu doyurmazdık, günahkârlarla günaha dalardık. Hesap gününe de inanmazdık, gerçeğin ta kendisi olan ölüm gelinceye kadar hep böyleydik,” diyecekleri anlatılır.
“Şefaat ’in faydası yok” denir.
Buradaki şefaat “Servetiniz sizi kurtaramayacak” anlamındadır.
Şu ayette olduğu gibi “Şu halde onlara ne oluyor ki bütün hatırlatmalardan yüz çeviriyorlar?”
Sanki aslandan kaçan ürkmüş yaban eşekleri gibiler. Kur’an’da “eşek” benzetmesinin yapıldığı ikinci yer ise Cuma suresidir.
Medine’ye gelindiği için ortam değişmiştir.
Fakat “öfkenin” yöneldiği karakter ve tiplemeler hayret edilecek şekilde aynıdır.
Yine sureyi özetleyerek gidelim…
Cuma suresi iki bölümden oluşur. Yahudilerden bahseden birinci bölüm (1-8) ve Müslümanlardan bahseden ikinci bölüm (9-11).
Birinci bölüm mülkün sahibi (el-Melik) vurgusuyla başlar.
O’nun halkın içinden çıkan (ümmî) elçi seçtiği, onun insanları arınmaya (tezkiye) çağırdığı, Kitabı ve Hikmeti öğrettiği söylenir.
Hâlbuki daha önce açık bir sapkınlık içinde oldukları ve elçinin onlardan başkalarını da arınmaya, Kitabı ve Hikmeti öğretmeye geldiği haber verilir.
Kutsal bilgiye sadece kendilerinin sahip olduğu vehmiyle Kitap üzerinde tekel oluşturan bu zümre kendi dışında kalanlara da “ümmi” demektedir.
Onun için özellikle bölümün girişinde “halkın içinden çıkan elçi” (ümmi resul) vurgusu yapılmakta.
Kâbe’nin sorumluluğunu taşıyamayanlar nasıl kendilerini halktan ayırarak imtiyazlı sınıf yaratmışlarsa, halkın geri kalanı ile eşit hale gelmek istemiyorlarsa ve bunu hatırlatanı duyunca “aslandan kaçan ürkmüş yaban eşekleri” gibi oluyorlarsa, Tevrat’ın sorumluğunu taşıyamayanlar da aynı şeyi yapmakta ve “kitap yüklü eşekler” gibi olmaktadırlar.
“Eşek” benzetmesinin her ikisinde de gerekçe aynı…
“Ayrıcalık kibir…”
Mekke’dekiler hacılara su dağıtmakta ve fakat haccın ne anlama geldiğini bilmemektedirler.
Dünyanın en büyük “eşitlik gösterisi” ne ev sahipliği yapmakta, Kâbe’ye gelen mallara el koymakta, bunu kendilerini zengin etmek için kullanmakta, üstelik bunu yapıyorlar diye peygamberden “özel sahife” isteyecek kadar kendilerini halktan ayırmakta, imtiyaz yaratmakta ve halka tepeden bakmaktadırlar.
Genel halkın muhatap olduklarından ayrı kendilerine özel ayet gelmesini istemektedirler. Bu kadar da tuzu kuru, kibirli ve halk düşmanıdırlar.
Mekke’dekiler nasıl “aslandan kaçan ürkmüş yaban eşeği” gibi ise, Medine’dekiler de “ciltler dolusu kitap taşıyan eşekler” gibi olmuşlardır.
Mekke’dekiler “yaban eşeği” gibi ürkektirler çünkü mülklerinin elinden gitmesinden ödleri kopmaktadır.
Müddesir suresinde bu hırs Velid bin Muğire el-Vahid üzerinden anlatılmıştı.
Cuma suresinde ise Peygamber’i hutbede ayakta bırakarak “mal şamatasına” giden Müslümanlar üzerinden anlatılıyor.
Rivayete göre Medineliler alış veriş için şehre bir ticaret kervanı geldiğinde davul zurna çalarak karşılama yaparlardı.
Kervanın başına üşüşürler ve pazarlıklar yaparak malları alır-satarlardı.
Bu arada davul zurna sesleri arasında bağırıp çağrışmalar olur, şamata çıkardı.
Böyle bir kervanın geldiği sırada Hz. Peygamber mescitte hutbe irad ediyordu.
Mescittekilerin neredeyse tamamı davul zurna ile bağırıp çağrışmaları (mal şamatası, alışveriş eğlencesi) duyunca hutbeyi yarıda bırakarak çekip gittiler.
Hz. Peygamber’i ayakta yalnız bıraktılar.
Bu sırada mescitte 8–10 kişi ancak kalmıştı.
İşte bunun üzerine Cuma suresinin son ayetleri (9–11) nazil oldu.
Bu ayetlerin, vurdumduymaz bir edayla “Kitap bizde, nasıl olsa kurtulmuşuz” diye halktan koparak, “Allah’ın velileri” adı altında imtiyazlı bir sınıf/zümre oluşturanların anlatıldığı bölümün hemen altına yerleştirilmesi sizce neyi anlatıyor?
Öte yandan “ayrıcalık kibrine” ve “mal hırsına” karşı her iki surede de “ölüm” vurgusunun öne çıkarılmasının nedeni acaba ne olabilir?
Çünkü “Ölüm gelinceye kadar hep böyleydik” (Müddesir;47)
“Allah’ın ayrıcalıklı/veli kulları iseniz hadi ölümü isteyen o zaman” (Cuma; 6) ifadeleri ayrıcalık kibri ve mal hırsı içindeki zihnin tam bir panzehiridir.
Bu durumda bütün imtiyazlar kaybolur ve sahip olunan her şey yok ulur.
Dümdüz edilip eşitlenirsiniz.
Aynı mecliste bulunmak bile istemediğiniz, surat asıp öbür tarafa döndüğünüz yoksulla aynı toprağın altına konulursunuz.
Onun için ölüm en büyük eşitleyici ilkedir.
Demek ki “kitap yüklü eşekler” Kitap yanında olduğu halde işaret ettiği yöne gitmeyen; halka, sokağa, yetimi korumaya, yoksulun yanında olmaya, paylaşmaya, bölüşmeye, eşitliğe, karışmaya, kaynaşmaya gelemeyenler oluyor.
Öyle ki Kitabın sadece “fiyatı” ve sağlayacağı “kariyer” ve “ayrıcalık” onları ilgilendiriyor.
Kur’an’ın kime “Kitap yüklü eşekler” dediğini anladınız mı?
Anlamadınız ise benzetmenin yapıldığı Müddesir ve Cuma surelerini bizzat kendiniz okuyunuz.
Okumak yetmez, karşılaştırınız, günümüze getiriniz ve üzerlerinde en az yarımşar saat düşününüz ve “metin üzerinde çalışmalar” yapınız…
Ey “Ayet bizden bahsetmiyor” diye arkalarına bakanlar…
Ey yoksulla aynı mahallede olmamak için semt değiştirenler…
Ey “V.I.P. umre ziyareti Kâbe ayağınızın altında!” diye küstahça ilanlar verenler…
Ey Kâbe’ye (Velid bin Muğire gibi) 120 kilo altın işlemeli örtü asanlar…
Ey fabrikasına bir taraftan mescit açarak, diğer taraftan iftar ve sahur yemekleri vererek işçileri afyonlayan, öte yandan da “İslam’da grev yoktur, sendika caiz değildir” diye kitap bastırıp dağıtanlar…
Ey yıllardır Velid bin Muğire gibi hacılara su dağıtanlar, Kâbe’nin örtüsünü değiştirip duranlar…
Ebu Cehil gibi salât edenler, 40/1 yeter diyenler, abdestsiz yere basmayanlar…
Sizin Kitaptaki adınız işte budur: “Kitap yüklü eşekler.”
Mahmut AKYOL