KARDEŞİM EBU ZER
Sizlere Kardeşim Ebu Zer üzerinden dinin canlı, dinamik, yaşayan ve isyan yüzünü anlatmaya çalışacağım.
“Ey iman edenler! Hahamların ve rahiplerin birçoğu, insanların mallarını hem haksızlıkla yer, hem de Allah yolundan alıkoyarlar. Altını ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanları acı bir azabın beklediğini haber ver. O gün biriktirip yığdıkları ateşte kızartılacak ve alınları, böğürleri ve sırtları onlarla dağlanacak. İşte bu bencilce biriktirip yığdıklarınız; haydi tadın bakalım denecek.” Tövbe/34
Kardeşim Ebu Zer, bu ayeti gerektiğinde herkesin yüzüne okurdu. Bazen Kâbe’de açıktan tek başına okurdu. Müslümanlar, nedense bu halini pek tanımadı.
Eğer İslam’ın gürleyen sesini, haksızlıklar karşısında susmayan yüreğini, Rebeze Çölünde nasıl gömüldüğünü bilselerdi, eminim bu yanlışa düşmezler, Ebu Zer’in kemiklerini sızlatmazlardı…
İslam tarihinde, toplumsal düzen ve düşünce karşıtlarına en keskin itirazları yapan, dürüstlüğüyle hafızalarda yer eden, Hz. Ali ile aynı frekans içinde yaşayan birisini bilselerdi, eminim Ebu Zer’i çok severlerdi…
Kardeşim Ebu Zer’in, İslam’la tanışması ilginçtir. Adını sıkça duyduğu peygamberin yanına Hz. Ali ile birlikte gelmiş ve Hz. Peygamberle sanki yıllardır tanışıyormuş gibi rahat tavırlarıyla selamlamıştı.
Kardeşim Ebu Zer’i, Hz. Muhammed’in ölümünden sonra yönetimde bulunan Hz. Osman ve Muaviye’nin yanlışlarını görmüş, sık, sık Medine’ye gelerek Hz. Osman’ı uyarmıştı.
Gidişattan memnun olmayan muhalif gruplar kendisinden yönetime karşı ayaklanma başlatmasını teklif etmişler ama Ebu Zer, bunu kabul etmemişti.
Hâlbuki Ebu Zer, Hz. Osman’a ilk biat edenler arasındaydı. Fakat Onun yaşlılığı ve yumuşaklığı sebebiyle başarılı olamayacağı konusunda endişe duymuştu.
İslam adına yapılan her hareketin içinde aktif olarak yer almıştı. Fakat Muaviye’nin Suriye’deki yanlışlarla dolu yükselişi, onun sesini yükseltmesine sebep olmuştu.
Hz. Osman devrinin ikinci yarısından itibaren başlayan Arap/Kureyş asabiyetine dayalı muhafazakâr/devletçi politikayı eleştirmeye başlamış, devlet olmanın ve fetih hareketlerinin getirdiği zenginleşme karşısında ‘Mülkün sahibi Allah tır’ sözüyle İslamın inşasına yeniden bu değer üzerinden başlanılması gerektiğini istemişti. Onun bütün isyanı ve karşı çıkışının sebebi bundan ibaretti.
Muaviye, Ebu Zer’in eleştirilerinden iyiden iyiye rahatsız olmuş, Hz. Osman’a haber göndererek sesinin kesilmesini istemişti. Hz. Osman da Ebu Zer’i Medine’ye çağırmış, huzura çıkan Ebu Zer‘e ulu orta yerde konuşmamasını’ söylemişti.
Fakat O yine de kıyasıya eleştirmekten çekinmemişti. “Yakınlarını tayin ediyorsun, adam ayırıyorsun” demişti.
Ebu Zer, İslam’ın en harlı döneminde ortaya çıkmış, bu uğurda akıl almaz fedakârlıklarda bulunmuştu.
Lakin İslam’ın yönetimini elinde bulunduranlar Onu sürgün etmiş, aç bırakmış deli muamelesi yapmış, olmadık eziyetlere, zorlamalara muhatap etmiş, fakat O, yine de yılmayarak ‘Sosyal Adalet’ in inkişafı için çalışmıştı.
Yukarıda söylenildiği gibi Suriye valisi Muaviye ile ters düşmüş, Muaviye’nin yüzüne Tevbe 34. Ayetini okumuştu. Devamında da, ‘Eğer bu yaptırdığın Saray Allah’ın malındansa hainliktir, kendi malınsa savurganlıktır’ demekle, ‘Sen Müslümanların haham ve papazı gibisin’ demek istemişti.
Muaviye bu ayetin Ehl-i Kitap hakkında indiğini, kendisini bağlamayacağını söyleyince Ebu Zer, ‘ayet her iki kesimi de muhatap alır’ demişti.
Ebu Zer’in eleştirileri halk arasında geniş yankı bulmuş, merkeze karşı çevreden bir muhalefet hareketi giderek oluşmaya başlamıştı.
Muhalefetin temel argümanı, ‘Arap/Kureyş/Emevi asabiyetinin giderek devleti ele geçirmesine’ duyulan tepkisinden ibaretti.
Çevredeki yeni Müslüman olmuş ‘mevaliler’ (Emevi olmayan Müslümanlar) kendilerine ayrıcalıklı muameleler yapıldığını iddia ederek, mevali hakları, adalet, eşitlik kavramlarını bayraklaştırdı.
Muaviye ise bu eleştirileri görmezden geldi ve Ebu Zer Rebeze çölüne sürgün edildi.
Muaviye’nin emriyle sırf yolda ölsün diye kızgın çölde yolculuğa zorlandı, aç/susuz şekilde sürgüne yollansa da O, yine de pes etmedi.
Zor durumda olmasına rağmen Muaviye’den gelen yardımları ret etti, metanetini yitirmedi, haline isyan etmedi. Bir kilim çadır içinde ömrünün son zamanlarını geçirdi.
Ölümünün yaklaştığını anlayınca Ebu Zer hasta eşine; ‘sarılacağı kefenin devlete ait olmamasını vasiyet etti’ ve birkaç gün sonra da vefat etti.
Eşi oradan geçmekte olan bir kafileden yardım istedi:
‘Ey Allah’ın kulları, şurada bir adam öldü. Cenazesini kaldıracak kimse ve üzerine sarılacak kefeni yoktur. O, Allah’ın Resulü’nün sahabesi Ebu Zer’dir’ diye seslendi.
Sonuç itibariyle Ebu Zer, yalnız da olsa, dinin isyan ve adalet yüzüyle yaşadı ve aynı şekilde yalnız öldü.
Acaba biz, Ona benziyor muyuz sorusunu kendimize soralım?
Mahmut AKYOL