YAZIKLAR OLSUN!
“Sevgi ve Merhameti sonsuz Allah’ın adıyla,”
- Hayır! Ne zaman ki can boğaza dayanır,
- “Doktor yok mu?” diye bağrışılır,
- Ayrılık vaktinin geldiği anlaşılır,
- El ayak birbirine dolanır,
- İşte o zaman kişi Rabbine gittiğini anlar.
- Gel gör ki ne söze inandı, ne yöneldi,
- Bilakis yalan dedi, sırt çevirdi,
- Hep kibirlendi; tarafı, etrafı kendine yeter sandı,
- Yazıklar olsun böylesine,
- Yazıklar olsun!
- İnsan başıboş bırakılacağını mı sanıyor?
- O akıtılan bir meni damlası değil miydi?
- Sonra bir pıhtı oldu, Allah yarattı, şekil verdi.
- Ve ondan erkek ve dişi iki eş var etti.
- Öyleyse düşünün! Bunu yapan ölüleri diriltemez mi?
(Kıyamet Suresi 26-40 ayetler)
Rivayete göre bir gün Hz. Peygamber Ebu Cehil’in yakasından tuttu, “Yazıklar olsun sana, yazıklar olsun!” diyerek ona, ölümü ve kıyameti hatırlattı.
Bunun üzerine Ebu Cehil, Hz. Peygamber’in elini silkip atarak, “Bırak şu yakamı, sen kiminle konuştuğunu sanıyorsun. Sen de, Rabbinde bana bir şey yapamazsınız” diyerek kibirli, kibirli adamlarının yanına gitti.
Bunun üzerine Hz. Peygamber’in, Ebu Cehil’e söylediği “Yazıklar olsun sana, yazıklar olsun!” sözü ayet olarak nazil oldu.
Bundan da anlıyoruz ki, Müslümanın elinde muhatabına karşı kullaracağı en kuvvetli silah, “ölüm ve kıyamet” kavramlarıdır.
Bilindiği gibi Ebu Cehil, şirki temsil ediyordu. Ebu Cehil, kıyamete kadar temsili yaşayacaktır.
Şimdilerde Ebu Cehil, kıtalar arası dolaşmaktadır. Bu, “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla” demektir.
Görüldüğü gibi surenin son cümlesiyle:
“Bunu yapan ölüleri diriltemez mi?” diye soruyordu.
Bu soru, ölü toprağı serpilmiş toplumların yeniden dirilebileceğine bir işaret olduğu gibi, mezarlarda yatan ölülerin dirilişidir.
Bu diriliş önce, insanların adil olmaları ve birbirleriyle eşit olmayı kabul etmeleriyle başlayan bir süreçtir.
Aksi halde fert ve toplumlar diriltilemezdi.
İnsana ölüm, afet ve kıyamet ansızın gelir.
Bundan dolayıdır ki, her zaman bunlara hazırlıklı olmak gerekir.
Hazırlıklı olmayan fert ve toplumlar, kendilerine yazık etmiş olurlar.
Ölüm karşısında insanoğlu acizdir.
Ağzına kadar dökülecek kelimeler bir anda donar. Ne ileri ve ne de geri gider, orada kala kalır.
Hz. Peygamberin davranışına benzer davranışlar sergilemeye çalışırım.
“Ey! Allah’ın rahmetine tevdi etmek üzere olduğumuz Mevt, İnşe Allah bizlerde senin peşinden geleceğiz! Ölümü bizden önce tattın ve aramızdan ayrılıp gittin. Rabbim sana da, bize de Merhamet etsin!”
O esnada ölümün çarpıcı ve sarsıcı acısını yüreklerimizde yaşarız.
Sonra Tv başına oturur, ölüm sahneleri seyrederiz.
Sonra da bir ölümüz olur, başında “Yasin” okur, “zikir” çekeriz.
Acaba; “Zenginlik bana yeterli” diyenleri hiç gördünüz mü?
Ne kadar da aciz kalıyorlar!
Uğruna ölüp durdukları mallarıyla tek bir nefes, bir tas su satın alabiliyorlar mı?
Mezarlar deşilip göğüsler açıldığında, “ah ben ne yapmışım, Rabbime karşı ne kadar da nankörlük etmişim” diye hayıflanmak artık boşuna…
“Şimdi ben ne yapacağım” diye dövünmek artık nafile…
Görüyor musunuz hiç bir fani gittiği yerden ne geri dönüyor ve ne de bir haber veriyor.
O halde gelin; o soğuk ve karanlık çukura girmezden önce, insanın elleri ve ayakları birbirine dolaşmadan önce, yoksulla ve yetimle lokmamızı paylaşalım.
Ebu Cehil, Ebu Lehep gibi tepeden bakmayalım. Adil olalım. Eşit yaratıldığımızı unutmayalım.
Varsın işlerimiz yarım kalsın ama bunları yapalım. Dünya mülkü gözümüzü kör etmesin. Çıkar ve menfaatimiz bizlere haksızlık yaptırtmasın. Hırs, aklımızı başımızdan almasın, bizi birbirimize düşman yapmasın!
Bizde bu insani ve İslami davranışları içselleştirelim.
Mahmut AKYOL