LAİKLİĞİN GEREKÇESİ
Absürt düşünce; akla uygun olmayan demektir.
Buna göre bir dini gerçeğe, tarih, hayat ve tabiata doğru yerden bakmak gerekir.
Din ile dünya işlerini birbirinden ayırmamak lazımdır. Çünkü her ikisi de birbirini tamamlar.
Tertullianus (öl. 220), Hristiyan inancı için şöyle der:
“Tanrı’nın oğlu çarmıha gerildi. Bundan utanıyorum, çünkü utanmak gerekiyor ve Tanrı’nın oğlunun ölmüş olması, inanamayacağımız bir şeydir, çünkü aptalca bir şeydir. Ve gömüldükten sonra dirileceği ise kesindir, çünkü bu imkânsızdır.”
Tertullianus’a göre din felsefeden, vahyi akıldan, imanı bilgiden üstündür.
Hatta:
”Vahiy akla aykırı olsa da, teslim olunmalıdır. Çünkü akıl kendi başına hiçtir. Tanrı insan (İsa) biçimine girdiği ve bir insan olarak acı çekebilir.
Bu akla aykırı ve Absürt; şeydir.”
Rönesans’ılar bu görüşe şu karşılığı verdiler:
“Din Absürte inanmaktır, o halde; başta devlet olmak üzere dünya işleri bu dinle yürümez.
Din, kiliseye çekilmelidir.”
Bunun için Orta çağ Hristiyan aydın ve düşünürler.
Yunan felsefesi ve kilise dogmalarına karşı, Hristiyanlığı savunmak için halka Laik anlayışı sunmuşlardır.
Yani kilisenin engizisyonuna dur demek için Laiklik ortaya çıkartılması doğrudur.
Böylece Rönesansçılar, din ile dünyayı birbirinden koparmışlardır.
Sezar’ın hakkı Sezar’a, Tanrının hakkı Tanrıya sözü bunun için söylenmiştir.
Bu bölünmüşlüğü en sistemli biçimini Descartes, (öl. 1650), “Çifte Hakikat” felsefeyle sistemleştirmiştir:
“Manevi âlemin kralı din, dünya/madde âlemin kralı akıldır diyerek her ikisini de birbirinden ayırmıştır.
Din de akıl ve mantık aramaya gerek yoktur.
Çünkü her ikisinin de alanları farklıdır.
İnsanların manevi/kutsal dünyası dine terk edilmelidir. Ora da her türden saçma, akıl dışılık, doğma, sağırlık ve körlüğün olması gayet normaldir.”
Onun bu anlatımını şöyle anlamak lazımdır:
Din monotonluktan sıkılan modern insanın sinemada fantastik bir kurgu filmi seyredip kafa dağıtması gibi bir şeyden ibarettir.
Zaman, zaman tapınağa bu amaçla gitmeli, vaazlar dinlemeli, uçtu/kaçtıyla rahatlamalıdır.”
Yukarıda geçen her iki anlayışta doğru değildir…
Ne dünyadan kopmuş Absürt bir din ve ne de tapınağa kapatılmış bir din, insanı mutlu etmeye yetmeyecektir…
Durum bu iken, bizde böyle bir sorun yok iken; Laik Düşünce neden ısrarla Müslümanların gündemine sokulmak istenmiş ve getirilmiştir?
Kafalarından ve midelerinde satılmış, azat kabul etmez köle ruhlu insanlar, Laik düşünceyi yurdumda savunmuşlar ve savunmaya da davam etmektedirler.
Eğer İslam, dinlerden bir din olarak görülmeseydi, eğer Müslümanların cehaleti, gaflet ve delaleti olmasaydı, hiç bu hallere düşürülür müydü?
Görülüyor ki, fıtrata uygun tek din zorla bölünmeye çalışılmıştır.
Bu da Şarkiyatçılar, Masonlar, Misyonerler, Dönmeler ve zamanın Firavunları (sermaye çevreleri) eliyle yapılmış, yapılmaya da devam edilmektedir.
Müslüman zihin bunları düşünmesi gerekir!
Akıl ve vicdan ifadesi olan İslam; ne “Absürt” ve ne de “çifte hakikat”tir.
İslam “Tevhid” dir, Tevhid tek olmaktır, bölünmez bir bütündür!
İnsan fıtratının ifadesi olan “Tevhid” yok edilemez!
İslam’ın, yani Tevhidin korunmasını Allah, inanlara bırakmıştır!
Bu da Müslümanlar için çok onurlu ve şerefli bir iştir.
Bir Müslüman için dini hayat başka, dünya hayatı başka denilemez!
“Bu işe dini karıştırma” sözü sadece Laikçilerin ve dinin sorumluluğundan kaçmak isteyen münafıkların söyleyeceği bir sözdür.
Müslümanların bugün yaşadıkları çelişkili hayatları hep; çifte hakikate inanmalarından, dini hayatlarında ki hurafelerin çokluğundan ve alabildiğine pragmatist hayat istemelerinden kaynaklanmaktadır.
Müslümanların Ruhları Asr-ı Saadette, bedenleri modern dünyada gidip gelmektedir. Müslümanlar adım, adım Hıristiyan zihnin yaşadığı sona doğru yaklaşmaktadır.
Müslümanların bu yok oluştan kurtulmaları için, hurafeye batmış, tarihten kopmuş ve dünya dışı kalmış Absürt bir din anlayışından en kısa bir zamanda kurtulmaları gerekiyor!
Peki, bu işin içinden nasıl çıkılır?
Allah, Kitap, Peygamberle…
Bu kavramları iyi okumakla birlikte yeniden iman etmekle…!
Bütün dini değer ve kavramları tarih, hayat ve tabiatla yeniden buluşturmakla…!
Dini “Yaşayan Din” haline getirmekle…!
Mahmut AKYOL