HAK DAVALAR
Hak davalar gariptir. Bu yüzden sesleri zor duyulur ve zor kabul edilir. Duyulması ve kabul edilmesi zordur, lakin insan da derin izler bırakır. Hakkın tarafında yer alanlar, dokuz köyden kovulsa da onuncu köyden sonra gidecekleri başka bir yerleri yoktur.
Böyle olmakla birlikte, biz hep; doğruluğun/dürüstlüğün, izzet ve şerefin yanında durmalıyız. Kendimizi her daim yenilemeli, tazelemeli, canlı ve diri tutmalıyız. Hak dava insanının vasıfları bunlar olsa gerektir.
Bunun için de önce Kur’an’a bakış açımızı değiştirmeli, muhafazakârlıktan çıkıp yenilikçi bir çizgiye getirmeli, Kur’an’ı zamanımıza taşımalıyız. Zamana taşınmayan Kur’an, anlaşılmayan Kur’an’dır. Bu çaba, modernistlik değil, zamanın diliyle konuşmaktır.
Kur’an’ı Kerimi zamanın ruhuna uygun şekilde anlamaz, sinirleri alınmış bir doku olmaktan çıkarmazsak, Kapitalizme abdest ağdırtmaktan öte bir şey yapmayız. Hele İslam’ın olmazsa olmazı olan “Eşitlik” kavramı asla anlayamayız.
Eşitlik, karne ile yemek dağıtmak, herkesin aynı boy, aynı kiloda ve sabah dört dilim ekmek, sekiz tane zeytin yemek değildir.
Eşitlik sosyal, siyasal ve toplumsal bir süreçtir ve Allah, yeryüzündeki sosyal, siyasal ve toplumsal eşitsizliklerden rahatsızdır.
Eşitliği bozmanın başlıca sebebi, İnsanların “infaktan” kaçınmalarıdır.
İnfak yapıldığında, yoksullar gözetildiğinde, sosyal denge sağlanıyor demektir. Yani ihtiyaçtan fazlasını vermek Müslüman’a farzdır. İster adına zekât deyin, ister sadaka, ister kurban… Hepsi aynı kapıya çıkar.
Yeter ki insanlar ve özellikle Müslümanlar, “kenz” etmesinler, ihtiyaç sahipleriyle kendilerini eşit hale getirsinler.
Konumuzla ilgili olduğunu düşündüğüm bir kaç ayet mealini aktaralım.
“İnsan kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır? …” Kıyamet; 36
“Kör ile gören eşit (bir) olur mu? Karanlık ile aydınlık eşit olur mu?” Tevbe; 19
“Oturanlar ile malları ve canlarıyla Cihad edenler eşit olur mu?” Nisa; 95
“Yeryüzünde sabit dağlar var etti. Orasını bereketlendirdi. Orada dört mevsim güç/kuvvet kaynaklarını ihtiyaç sahipleri eşit olarak yararlansın diye takdir etti.” Fussilet; 10
Demek ki halkın güven ve huzur içinde yaşaması, eşitliğin tesisiyle mümkün olmaktadır.
Yanındaki ile eşit hale gelmemek için vermeyenler yüzünden toplumda meydana gelen açlık ve korku yayılması ne ise, ahirette de bu eşitsizlik aynen öyle olacaktır.
Değilse Allah, Cenneti oraya girmeyi hak eden herkese eşit kılmıştır. Ahirete giden müminlerin kimisi Cennetin varoşlarında, kimisi köşklerinde oturacak değildir.
Tevhid ve şirk (mülk, servet ve iktidar) ile ilgili değilse ne ile ilgili olabilir?
Kur’an’da “Allah’ın nimetini inkâr etmek” (küfür) tanımının geçtiği yerleri okundukça görülecektir ki, hep vermekten, infak etmekten, eşit hale gelmekten kaçmak anlamına geliyor.
Yani Kur’an kendini tefsir ederken, asıl amacının insan huzur ve mutluluğunun her şeyin önünde olduğunu söylemeye çalışıyor.
Kur’an’da “ilah” kavramı, içimizden bir takım insanlar oluyor. Bilgi, iktidar ve serveti kendi tekellerine alıp, öteki insanlar üzerinde hegemonya kurmaya kalkanlar oluyor. Tahtadan taştan putlar değil; insanlar oluyor!
“İlah”, Tanrının oğlu olduğunu iddia eden krallara, imparatorlara, içimizden Firavunlara…
Allah’ın mülkü üzerinde çit çeviren, “Bu bana bendeki bir bilgi sayesinde verildi” diyen içimizdeki Karunlara…
“Allah’a ulaşmak için bana gelin” diyen içimizdeki Hamanlara, Bel’amlara karşı söyleniyor.
İşte ben bu kavramları zamanın ruhuna uygun olarak yeniden okumalıyız demeye çalışıyorum. Bir zamanlar karanlık odalarda konuştuklarımızı şimdi sokak ortasında, damların başında, medya kanallarında çıkıp haykırmalı diyorum. Zira zaman değiştiği için, ses çok uzaklara gidebiliyor.
Kendisini arzın merkezi olduklarını zannedenler, etrafındakileri hegemonya altına almaya çalışanlar, biraz da bu Hakikatlara yönele bilseler…
Mahmut AKYOL