KUR’AN VE İSLAM

logo5

KUR’AN VE İSLAM

Kur’an’ı Kerim, Allah’ın kelamıdır.

Bağlayıcı tek kitap Kur’an’ı Kerimdir.

İslam’ın ana kaynağı Kur’an’ı Kerim, yine İslam’ın pratikte yazılan kitabı, Hz. Peygamber’in sahih sözleri ve hadisleridir. Bu hadis metninden birisi Sahihi Buhari’dir.

Sahihi Buhari Hz. Peygamber’den yaklaşık 250 yıl sonra yazılmıştır.

Kaldı ki Sahihi Buhari, ortalıkta dolaşan binlerce hadisin sadece % 5’ini içine almış, kalan % 95’ini elemiştir.

Şu an bizlere önemli bir görev düşmektedir.

Oda bir üçüncü elemeyi yapacak olan çağın Buhari‘lerini ortaya çıkarmaktır.

Mevcut eserlerin üzerine sünger çekmeden yeniden ele alınmalıdır.

Bu yapılmadıkça İslam, mevzu hadislere dayalı mitolojik olayların istilasından kurtulmayacaktır.

Hadis üzerine yazılmış kitapların okunması konusunda kimse sorumlu tutulmaz.

Ama Kur’an’ı Kerim böyle değildir.

Kur’an’ı Kerim’i metin olarak değil, anlayarak okumak asıldır.

Kur’an’ı Kerim’i anlamı olarak değil, sadece sesi olarak vardır ve Müslüman kitleler bu sesle heyecanlanmaktadır.

Kur’an’ı Kerim ziyafeti” çekmek için Müslümanlar, Mısır’dan, Lübnan’dan getirdikleri hafızların okudukları Kur’an’ı Kerim’i dinlemekte, onunla ağlamakta ve sızlanmakta…

Fakat kimse bir şey anlamamaktadır!

Böyle bir dindarlığı yönlendirmek, sömürmek, söğüşlemek gayet kolaydır.

Bu yüzden Müslüman diyarlarda dindarlık yerlerde sürünmektedir.

Kur’an’ı Kerim’i güzel sesli bir hafızdan dinlemeniz aslında sizi dindar yapmaz. Önce ne dediğini anlamak gerekir.

Bu yasakmış, bu serbestmiş” diye bir bilgi edinmeniz, o bilgiyle, o idrak ve o bilinç patlamasıyla amel yapmanız gerekir.

Çağımızın en büyük İslam düşünürü kabul edilen Pakistanlı Muhammed İkbal 1920’lerde:

Ey molla senin dinin kâfir üreten bir fabrika gibi, sen konuştukça, anlattıkça memlekette kâfir türüyor.

Bugünkü Müslüman âlemi, cihanın sırtında bir yük durumuna gelmiştir.” diyor.

Bu halleriyle Müslümanlar, yaşadıkları dünyanın sırtında bir yük değil, aynı zamanda bir bela olmuştur.

Yaşadığımız günlerin dünyasında Müslümanlar, dehşet ve nefret saçan çeteler görünümündedir.

Şimdi dünya bu tehditten nasıl kurtulacağının hesabı içindedir.

Siz istediğiniz kadar “İslam, insanlığın dünya ve ahiretini mutlu kılan nizamdır.” Durum hiçte sizin söylediniz gibi değil…

Şu an insanlığa sunulan İslam, hangi İslam?

Hiç düşünüyor musunuz?

Bütün Müslüman ülkelerde temsil edilen İslam, Kur’an’daki İslam değil ki…

Kur’an’da ki İslam olmadığını söylediğiniz zaman size hemen “reformcu” veya “zındık” diyorlar.

Gündem ne olursa olsun, Müslüman dünya bir veya birkaç kanlı haberle listede ön sıralarda.

Hatta çoğu zaman ne acıdır ki bunlar, insanlığın dünya ve ahiretini mutlu kılmak adına yapılıyor.

Bunlar, “İslam Mücahitleri” tarafından yapılıyor.

Muhammed İkbal’i tekrar hatırlayalım:

Kalk” diyordu İkbal…

Bu ümmet cihanın sırtında bir yük oldu; onu uyandıralım. Şehrin mescidinde öyle bir haykıralım ki, mollanın sinesindeki yürek erisin!” Diyordu…

O yürek yumuşamıyor ey İkbal!

O yürek kara yürek, katranlı yürek. O yürekte vicdan yok, insaf yok, akıl yok, izan yok. O yüreğin söz sahibi olduğu her yer cehenneme dönüşmüş.

Bir uyan da gör, ne haldedir Müslüman!

Uyan da gör, Işık ve aydınlık düşmanlarını ve Taliban ve Emevi faşizm kafalarını gör…

Maun Suresi;

  1. BAK şu dini yalanlayana
  2. İşte bak öksüzü hor görüyor.
  3. Yoksulun halinden hiç anlamıyor
  4. O namaz kılanların vay haline
  5. O kuru kuruya yatıp kalkanların vay haline!
  6. Çünkü gösteriş yapıyorlar.
  7. En küçük yardımı bile geri çeviriyorlar .

Mahmut AKYOL

 

 

HAK DAVALAR

logo5

HAK DAVALAR

Hak davalar gariptir. Bu yüzden sesleri zor duyulur ve zor kabul edilir. Duyulması ve kabul edilmesi zordur, lakin insan da derin izler bırakır. Hakkın tarafında yer alanlar, dokuz köyden kovulsa da onuncu köyden sonra gidecekleri başka bir yerleri yoktur.

Böyle olmakla birlikte, biz hep; doğruluğun/dürüstlüğün, izzet ve şerefin yanında durmalıyız. Kendimizi her daim yenilemeli, tazelemeli, canlı ve diri tutmalıyız. Hak dava insanının vasıfları bunlar olsa gerektir.

Bunun için de önce Kur’an’a bakış açımızı değiştirmeli, muhafazakârlıktan çıkıp yenilikçi bir çizgiye getirmeli, Kur’an’ı zamanımıza taşımalıyız. Zamana taşınmayan Kur’an, anlaşılmayan Kur’an’dır. Bu çaba, modernistlik değil, zamanın diliyle konuşmaktır.

Kur’an’ı Kerimi zamanın ruhuna uygun şekilde anlamaz, sinirleri alınmış bir doku olmaktan çıkarmazsak, Kapitalizme abdest  ağdırtmaktan öte bir şey yapmayız. Hele İslam’ın olmazsa olmazı olan “Eşitlik” kavramı asla anlayamayız.

Eşitlik, karne ile yemek dağıtmak, herkesin aynı boy, aynı kiloda ve sabah dört dilim ekmek, sekiz tane zeytin yemek değildir.

Eşitlik sosyal, siyasal ve toplumsal bir süreçtir ve Allah, yeryüzündeki sosyal, siyasal ve toplumsal eşitsizliklerden rahatsızdır.

Eşitliği bozmanın başlıca sebebi, İnsanların “infaktan” kaçınmalarıdır.

İnfak yapıldığında, yoksullar gözetildiğinde, sosyal denge sağlanıyor demektir. Yani ihtiyaçtan fazlasını vermek Müslüman’a farzdır. İster adına zekât deyin, ister sadaka, ister kurban… Hepsi aynı kapıya çıkar.

Yeter ki insanlar ve özellikle Müslümanlar, “kenz” etmesinler, ihtiyaç sahipleriyle kendilerini eşit hale getirsinler.

Konumuzla ilgili olduğunu düşündüğüm bir kaç ayet mealini aktaralım.

İnsan kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır? …” Kıyamet; 36

Kör ile gören eşit (bir) olur mu? Karanlık ile aydınlık eşit olur mu?”  Tevbe; 19

Oturanlar ile malları ve canlarıyla Cihad edenler eşit olur mu?” Nisa; 95

Yeryüzünde sabit dağlar var etti. Orasını bereketlendirdi. Orada dört mevsim güç/kuvvet kaynaklarını ihtiyaç sahipleri eşit olarak yararlansın diye takdir etti.” Fussilet; 10

Demek ki halkın güven ve huzur içinde yaşaması, eşitliğin tesisiyle mümkün olmaktadır.

Yanındaki ile eşit hale gelmemek için vermeyenler yüzünden toplumda meydana gelen açlık ve korku yayılması ne ise, ahirette de bu eşitsizlik aynen öyle olacaktır.

Değilse Allah, Cenneti oraya girmeyi hak eden herkese eşit kılmıştır. Ahirete giden müminlerin kimisi Cennetin varoşlarında, kimisi köşklerinde oturacak değildir.

Tevhid ve şirk (mülk, servet ve iktidar) ile ilgili değilse ne ile ilgili olabilir?

Kur’an’da “Allah’ın nimetini inkâr etmek” (küfür) tanımının geçtiği yerleri  okundukça görülecektir ki, hep vermekten, infak etmekten, eşit hale gelmekten kaçmak anlamına geliyor.

Yani Kur’an kendini tefsir ederken, asıl amacının insan huzur ve mutluluğunun her şeyin önünde olduğunu söylemeye çalışıyor.

Kur’an’da “ilah” kavramı, içimizden bir takım insanlar oluyor. Bilgi, iktidar ve serveti kendi tekellerine alıp, öteki insanlar üzerinde hegemonya  kurmaya kalkanlar oluyor. Tahtadan taştan putlar değil; insanlar oluyor!

İlah”, Tanrının oğlu olduğunu iddia eden krallara, imparatorlara, içimizden Firavunlara…

Allah’ın mülkü üzerinde çit çeviren, “Bu bana bendeki bir bilgi sayesinde verildi” diyen içimizdeki Karunlara…

Allah’a ulaşmak için bana gelin” diyen içimizdeki Hamanlara, Bel’amlara karşı söyleniyor.

İşte ben bu kavramları zamanın ruhuna uygun olarak yeniden okumalıyız demeye çalışıyorum. Bir zamanlar karanlık odalarda konuştuklarımızı şimdi sokak ortasında, damların başında, medya kanallarında çıkıp haykırmalı diyorum. Zira zaman değiştiği için, ses çok uzaklara gidebiliyor.

Kendisini arzın merkezi olduklarını zannedenler, etrafındakileri hegemonya altına almaya çalışanlar, biraz da bu Hakikatlara yönele bilseler…

Mahmut AKYOL

 

LAİKLİĞİN GEREKÇESİ

logo5

LAİKLİĞİN GEREKÇESİ

Absürt düşünce; akla uygun olmayan demektir.

Buna göre bir dini gerçeğe, tarih, hayat ve tabiata doğru yerden bakmak gerekir.

Din ile dünya işlerini birbirinden ayırmamak lazımdır. Çünkü her ikisi de birbirini tamamlar.

Tertullianus (öl. 220), Hristiyan inancı için şöyle der:

“Tanrı’nın oğlu çarmıha gerildi. Bundan utanıyorum, çünkü utanmak gerekiyor ve Tanrı’nın oğlunun ölmüş olması, inanamayacağımız bir şeydir, çünkü aptalca bir şeydir. Ve gömüldükten sonra dirileceği ise kesindir, çünkü bu imkânsızdır.” 

Tertullianus’a göre din felsefeden, vahyi akıldan, imanı bilgiden üstündür.

Hatta:

Vahiy akla aykırı olsa da, teslim olunmalıdır. Çünkü akıl kendi başına hiçtir. Tanrı insan (İsa) biçimine girdiği ve bir insan olarak acı çekebilir.

Bu akla aykırı ve Absürt; şeydir.

Rönesans’ılar bu görüşe şu karşılığı verdiler:

Din Absürte inanmaktır, o halde; başta devlet olmak üzere dünya işleri bu dinle yürümez.

Din, kiliseye çekilmelidir.

Bunun için Orta çağ Hristiyan aydın ve düşünürler.

Yunan felsefesi ve kilise dogmalarına karşı, Hristiyanlığı savunmak için halka Laik anlayışı sunmuşlardır.

Yani kilisenin engizisyonuna dur demek için Laiklik ortaya çıkartılması doğrudur.

Böylece Rönesansçılar, din ile dünyayı birbirinden koparmışlardır.

Sezar’ın hakkı Sezar’a, Tanrının hakkı Tanrıya sözü bunun için söylenmiştir.

Bu bölünmüşlüğü en sistemli biçimini Descartes, (öl. 1650),  “Çifte Hakikat” felsefeyle sistemleştirmiştir:

“Manevi âlemin kralı din, dünya/madde âlemin kralı akıldır diyerek her ikisini de birbirinden ayırmıştır.

Din de akıl ve mantık aramaya gerek yoktur.

Çünkü her ikisinin de alanları farklıdır.

İnsanların manevi/kutsal dünyası dine terk edilmelidir. Ora da her türden saçma, akıl dışılık, doğma, sağırlık ve körlüğün olması gayet normaldir.”

Onun bu anlatımını şöyle anlamak lazımdır:

Din monotonluktan sıkılan modern insanın sinemada fantastik bir kurgu filmi seyredip kafa dağıtması gibi bir şeyden ibarettir.

Zaman, zaman tapınağa bu amaçla gitmeli, vaazlar dinlemeli, uçtu/kaçtıyla rahatlamalıdır.

Yukarıda geçen her iki anlayışta doğru değildir…

Ne dünyadan kopmuş Absürt bir din ve ne de tapınağa kapatılmış bir din, insanı mutlu etmeye yetmeyecektir…

Durum bu iken, bizde böyle bir sorun yok iken; Laik Düşünce neden ısrarla Müslümanların gündemine sokulmak istenmiş ve  getirilmiştir?

Kafalarından ve midelerinde satılmış, azat kabul etmez köle ruhlu insanlar, Laik düşünceyi yurdumda savunmuşlar ve savunmaya da davam etmektedirler.

Eğer İslam, dinlerden bir din olarak görülmeseydi, eğer Müslümanların cehaleti, gaflet ve delaleti olmasaydı, hiç bu hallere düşürülür müydü?

Görülüyor ki, fıtrata uygun tek din zorla bölünmeye çalışılmıştır.

Bu da Şarkiyatçılar, Masonlar, Misyonerler, Dönmeler ve zamanın Firavunları (sermaye çevreleri) eliyle yapılmış, yapılmaya da devam edilmektedir.

Müslüman zihin bunları düşünmesi gerekir!

Akıl ve vicdan ifadesi olan İslam; ne “Absürt” ve ne de “çifte hakikat”tir.

İslam “Tevhid” dir, Tevhid tek olmaktır, bölünmez bir bütündür!

İnsan fıtratının ifadesi olan “Tevhid” yok edilemez!

İslam’ın, yani Tevhidin korunmasını Allah, inanlara bırakmıştır!

Bu da Müslümanlar için çok onurlu ve şerefli bir iştir.

Bir Müslüman için dini hayat başka, dünya hayatı başka denilemez!

Bu işe dini karıştırma” sözü sadece Laikçilerin ve dinin sorumluluğundan kaçmak isteyen münafıkların söyleyeceği bir sözdür.

Müslümanların bugün yaşadıkları çelişkili hayatları hep; çifte hakikate inanmalarından, dini hayatlarında ki hurafelerin çokluğundan ve alabildiğine pragmatist hayat  istemelerinden kaynaklanmaktadır.

Müslümanların Ruhları Asr-ı Saadette, bedenleri modern dünyada gidip gelmektedir. Müslümanlar adım, adım Hıristiyan zihnin yaşadığı sona doğru yaklaşmaktadır.

Müslümanların bu yok oluştan kurtulmaları için, hurafeye batmış, tarihten kopmuş ve dünya dışı kalmış Absürt bir din anlayışından en kısa bir zamanda kurtulmaları gerekiyor!

Peki, bu işin içinden nasıl çıkılır?

Allah, Kitap, Peygamberle…

Bu kavramları iyi okumakla birlikte yeniden iman etmekle…!

Bütün dini değer ve kavramları tarih, hayat ve tabiatla yeniden buluşturmakla…!

Dini “Yaşayan Din” haline getirmekle…!

Mahmut AKYOL

 

 

PETROL KUYULARI KARANLIĞINDA YAHUDİ VE MASONLARIN OLDUĞU VE İSLAM’IN OLMADIĞI BİR DÜNYA

logo5

PETROL KUYULARI KARANLIĞINDA YAHUDİ VE MASONLARIN OLDUĞU VE İSLAM’IN OLMADIĞI BİR DÜNYA

Dünya düzeni, enerji politikaları üzerine kurulmuştur. Bundan birçok insan habersizdir.

Çünkü:

Ülkemizde petrol rezervlerinin kontrolü genellikle Masonların ve petrol arayan şirket sahipleri Yahudilerin elindedir.

Acaba bu bir rastlantı mıdır, Yoksa Türkiye Masonları, bu petrolü birileri için sakladı mı?

Güneydoğu’da Petrol araması yapanlar İngiliz “MOBİL”  ve  Fransız “SHELL” elinde bulunuyordu.

Shell Petrol şirketi, uluslararası sahada Hollanda-İngiliz ortaklığı etiketi kullanıyor. Royal-Dutek Shell’e, Sahibi MARKUS  SAMUEL isimli bir Yahudir.

Diğeri petrol arayıcı şirketi Mobil, bu da Yahudi trilyoner ROCKEFELLER’in birçok petrol şirketinden birisidir.

Türkiye’de petrol aramaya başlandığı 1956 yılından 1968 yılına kadar, MOBİL’in Türkiye’deki Genel Müdürü, Enver Necdet Egerandır.

Enver Necdet Egeran 1954’ te yabancı şirketlerin Türkiye’de petrol aramasına izin veren “Petrol Kanunu”nun kabul edilmesinde en büyük payı olan şirket sahiplerinden birisidir.

Aynı zamanda MTA’nın ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü’nün kurucusudur. Aynı zamanda da Necdet Egeran, o dönem Türkiye Masonlarının en önde gelenidir.

Bunu Türkiye’de yayınladıkları “ŞAKÜL GİBİ” isimli mason dergisinde çok detaylı şekilde anlatılır.

Türkiye’nin yıllardır petrol yönünden dışarıya bağımlı kalmasını sağlandı. Ortadoğu’nun sayılı petrol üreticisi ülkelerinden biri olma şansını kaybetmesi, bu SİYON ve maske teşkilatı MASONLAR sayesinde olmuştur.

İslam Köylü Mason Süleyman Demirel dönemi, Masonların Ülkenin her tarafında çirit attıkları bir dönemin adıdır.

Siyonistler, yer altı ve yer üstü kaynaklarımızı, yıllarca “çiftliklerimiz” dedikleri mason localarına bırakınca, zayıf bırakılan millet, gerekli milli hassasiyeti gösterememiş, yeraltı ve yer üstü kaynaklarımız sahipsiz kalmıştır.

Ülkemizin en zengin petrol yataklarının olduğu Doğu ve Güney Doğuda koparılan kıyametin sebebi şimdi, daha iyi  anlaşılıyor olmalı…

Türkiye’nin güney sınırları çizilirken, özellikle Musul ve Kerkük’ün dışarıda bırakılmasının önemi Türkiye için büyüktür.

Güneydoğu Anadolu, Bitlis, Van, Adıyaman, Tunceli illerini “TÜRKİYE KÜRDİSTANI” olarak değerlendiren bir ABD “RETOG” şirketi, uzaydan Türkiye, Suriye, Irak sınır bölgelerinin petrol ve gaz rezervlerinin zenginliğinden bahsetmiştir.

Bölgede işlenmeyen petrol sahalarının rezervleri, oldukça büyüktür. Bakir bölge olarak adlandırılan işlenmemiş bu sahalar, işlenenlerden çok daha verimli olduğu iddia edilmektedir.

İsrail Siyonizm’inin ABD’ye yaptırdığı Irak işgali şimdilerde daha iyi anlaşılıyor. Yemen’den başlayıp Türkiye’nin güney sınırlarına kadar uzanan bir koridorun çıbanbaşı gibi kanatılmasının sebebi artık herkes tarafından biliniyor.

Yukarıda bahsedilen zengin petrol yatakları, GAP projesi gibi  projenin yer aldığı topraklar üzerinde kurulacak bir Kürt devleti, İsrail için yutulacak bir lokmadır.

Kurulması tasarlanan bu devletin zayıf, askerî güçten yoksun, ekonomik açıdan himaye ye muhtaç bir devlet olacağı herkesçe bilinmektedir.

Kürdistan’ın İsrail’in bir eyaleti olmasıyla gelişecek olan aşama, İsrail’in Güneydoğu Anadolu sınırları içine alacak ve vaat edilmiş topraklara kavuşmasıyla sona erecektir.

Şimdi dikkat!

Türkiye yıllardan beri bir avuç çapulcuyla mı uğraşıyor sanıyorsunuz…

Time Dergisi’nde yayınlanan Kürdistan haritasının Sınırları Gaziantep’ten başlamaktadır. Sınır, Kuzey Irak’tan Halepçe’ye kadar uzanıyor.

Türkiye’nin zengin petrol yatakları Diyarbakır, Adıyaman, Nusaybin ve Batman arasında tüm Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ni içine alan bir yay çiziyor.

Uzaydan çekilen petrol yataklarının haritası üzerine Kürt sorununu bahane ederek  bölgeye yerleşmeye çalışan Siyonizm güdümünde ki devletlere sormak istiyorum:

Ey ABD ve Rusya! Buralarda ne arıyorsunuz?

Yoksa Körfez krizini, Irak savaşını, Suriye’nin yıkılmasını ve Türkiye’nin içini karıştırma işini, İsrail’e diyet borcunuzu ödemek için mi yapıyorsunuz?

İSLAM’IN OLMADIĞI BİR DÜNYA

Müslüman, Allah’a teslim olan kişidir.

Dünyanın içinde bulunduğumuz sorunların başında İslamsızlık gelir.

İslam Dini olmasaydı, dünya fesat içinde kalırdı.

Bugün olduğu gibi, Dünya bir mezbeleliğe dönerdi.

Kabul edilmelidir ki, İslamsız bir dünya bugün olduğundan daha kötü olurdu. İnsanların hâkimiyet kavgası, milliyetçilik, hırs, öfke, bugün olduğu gibi hiçbir sınır tanımazdı…

İslam, ahlaklı bir yaşam, bir adalet duygusu, hukuk, bir yönetim anlayışı paylaşımından ibarettir.

İslam, kendi kültür ve medeniyetini götürmek suretiyle, onları kendi kimliklerine ve özgürlüklerine kavuşturmuş, onlar için bir direnişi sembol oluşmuştur.

Eğer İslam olmasaydı, Güney Asya ve Güneydoğu Asya’daki günümüz devletleri özellikle Pakistan, Bangladeş, Malezya ve Endonezya, Hindu dünyası olmazdı.

İslam, Müslümanlarda Batının saldırganlığına karşı bir direnç oluşturmuştur.

Bu direnç, Batı emperyalist saldırganlığını durdurmaya yetmese de, bir hafıza oluşmuştur.

İslam, Avrupalıların birçok Afrikalı, Asyalı ve Latin Amerikalı insanları birbirine düşürüp kolayca işgal etmelerine mani olmuştur.

İslamsız bir dünya, Batı emperyalizminin Orta Doğu ve Asya’yı bölüp, istila etmesi anlamına gelmektedir.

Bu İslam’ın Müslümanlar üzerinde etkisinin zayıflamasına bir sebeptir.

ABD ve Batı karşısında Müslüman dünyanın kendisini güçsüz görmesinin ana sebebi budur.

Yani Müslümanların İslamsız lığı…

Eğer Müslümanlar arasında güçlü bir bilinç ve ortak İslam kültür oluşsaydı, ABD ve Batı, İslam beldelerinde kolayca at oynatamazdı.

19.yüzyıl sonları ve 20.yüzyıl başlarında düzinelerce suikastçıları, Avrupalı ve Amerika ve özellikle İngiliz anarşistler tarafından yapıldığını unutmamak gerekir.

Buna rağmen ABD, İngiltere ve İsrail hala terörün altında İslam’ın yattığını söylüyorlar!

Batı, dünya da olup bitenlere İslam terörü gözlüğüyle bakıyor!

Bununla bir taşla iki kuş vuruyorlar!

Birincisi, İslam’ın yayılmasının önünü almak, ikincisi İslam’a saldırmayı meşrulaştırmak…

Bu ve benzeri sebeplerden dolayı ABD ve Batıya karşı, başta Orta Doğu olmak üzere, tüm Müslüman Ülke halklarında büyük bir öfke oluşmuştur!

Dünyanın birçok yerindeki terör örgütlerini kuran güçler, bir gün bu terör örgütleri tarafından vurulurlarsa, sakın şaşırmayın!

Mahmut AKYOL

 

TARİH BOYU İSTİSMAR EDİLEN KADIN

logo5

TARİH BOYU İSTİSMAR EDİLEN KADIN

İnsanın yaratılışıyla birlikte insan için iki temel düşünce oluştu:

Erkek-egemen”, “Dişi-egemen” düşüncesi, ilki Yahudi/Hristiyan, ikincisi bazı uzak doğu din ve mitolojiler tarafından ortaya atılan ve savunulan düşünce.

Yahudi/Hristiyan, görüşe göre Tanrı, güç ve kudretinin (celal) bir tecellisinin gereği olarak önce erkeği, sonra da onu yalnızlıktan kurtarmak için kaburga kemiğinden kadını yarattı.

Diğer görüşe göre de Tanrı güzellik ve letafet sıfatlarının (cemal) tecellisi olarak önce kadının, sonra da ondan erkeğin üreme yoluyla yarattı.

Denilse de bu, doğru değildir. Bu düşüncelerin tasfiyesi ve reddi İslam’ın gelişiyle birlikte oldu.

İnsanlığın varoluş yaratıldığı ilk andan itibaren İslam Dini ile sürekli şekilde yenilendi. En son yenileme, Hz. Muhammet’le ve getirdiği Kur’an’la oldu.

“Ey insanlar! Sizi tek bir özden (nefs-i vahide) yaratan, ondan da iki eş (zevç) yaratan, sonra ikisinden birçok erkekler ve kadınlar türetip çoğaltan Rabbinizin bilincinde olun. Adını dilinizden düşürmediğiniz Allah’ın öfkesini çekmekten sakının. Aile bağlarını gözetin. Allah hepinizi görüyor.” (4/Nisa; 1)

Demek ki insan yaratılışının başlangıcı ne “ataerkil”, ne de “anaerkil” değildir.

Erkek ve kadın arasındaki dengesizlik ve eşitsizlik ortaya çıktığı her dönem, iş ve üretim şeklinin kadının aleyhine işlediği her zaman, bu hırs ve gaspa karşı  adalet yolunu Allah, peygamber ve kitaplar aracılığıyla gösterdi.

Mesela birçok kereler kadını terbiye maksadıyla dövmek söz konusu olduğunda İslam, dövmeyi reddetti ve şiddeti zulüm saydı. Her kim ki İslam da kadını dövmek vardır derse; İslam’a büyük iftira atmıştır!

Kurtubi, Şafi, Razi gibi âlimler, dövmeyi çeşitli şekillerde anlatmışlarsa da, doğru olan; Hz. Peygamberin uygulamasıdır.

Hz. Peygamber evliliği boyu hanımlarına bir kez olsun el kaldırdığı görülmemiştir. Bir ara hanımlarıyla sorun yaşayınca da önce onlarla konuşmuş, sonra yatağını ayırmış ve anlaşma sağlanınca da tekrar eski yaşama dönülmüştür.

Demek ki şiddetli geçimsizlik yaşandığında eşler önce oturup konuşmalı, olmazsa yataklarını ayırmalı, yine olmazsa bir müddet ayrı yaşamalı, barışılması durmanda ise işi yokuşa sürmemeli. Yücelik ve büyüklük Allah’a mahsus olduğu, bundan hiç şüphe olmaması gerektiği, sadece Müslüman toplumlar için değil, bütün insanlık ailesi için evrensel çözümler olduğu unutulmamalı…

Arap toplumunda kölelik, çok eşlilik, kadını dövme, kadını erkeğin kaburga kemiğinden yaratılmış olması vs saplantılar, İslam Dini tarafından ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır.

Hz. Peygamber’in iki tane cariyesi olduğu görüşü de doğru değildir. Köleliğe karşı olan, kölelere özgürlük diyen bir dini insanlığa taşıyan bir insan, nasıl olur da böyle bir yanlışın içinde yer alır!

Nur; 24/31 Ayetten şunlar anlaşılmalıdır:

Bakışlarınızı sakının, ırz ve namuslarınızı koruyun, görünmesi zaruri olan yerler dışında kalan kısımlarınızı cinsel cazibe adına sergilemeyin, açıp saçmayın, başörtüsünü omuzların üzerinden salın..!

Dikkat edilecek olursa Ayet, “mümin” kadınlara bir hitaptır. Ayet, başı açıklığın yaygın olduğu bir topluma inmiş değildir. Arap’lar da değil kadınlar, erkekler bile  sıcaktan ve Arap örfünden dolayı zaten başlarını örterlerdi. Yani erkek kadın hemen hiç kimse “başı açık” gezmezdi.

O zaman ayet, sadece baş örtmek için gelmiş değildir. Takılan başörtüyü aşağıya doğru salın ve başınıza toplamayın, boynunuzu, omzunuzu, göğsünüzü, sırtınızı açık giysi şekilde açıkta bırakmayın” İçindir…

Kur’an çok eşliliğe ruhsat vermediği gibi, çoğu aza indirme yönünde bir düzeltmesi vardır.

Cuma namazı kadınlar üzerine de farzdır! Kur’an’da kadınların Cuma namazından muaf tutulduğuna dair bir ayet bulunmamaktadır.

Miras konusunda kadınlara erkeklerden daha çok pay vermek, Kur’an’ın ruhuna ve adaletine daha uygundur. Bundan maksat mağduriyeti ortadan kaldırmak, ezileni koruyup kollamaktır.

Müslüman kadın, devlet başkanlığı yapamaz diye Kur’an’da yasak bir hüküm bulunmamaktadır. Bir göreve gelmek için gereken temel kıstas, ehliyet ve liyakattir. Onlarda sonradan kazanılan ve kaybedilen şeylerdir.

Kur’an’ın indiği toplumda feodal ve ataerkil toplum olması sebebiyle kadın, bazı haklardan mahrum bırakılmıştır. Bu sebeple kadının mahrumiyeti sosyal bir durumdur. Değilse kadın namaz da kıldırır, cumaya da, bayram namazlarına da katılır, cehren Kur’an da okur…

İslam’ın kadına bakışı, Arapların, Türklerin ve Farsların bakışı gibi değildir. Kadın ile erkeğin neler yapamayacağı Kur’an’da bellidir. Mesela nikâhsız ilişki yasaktır. Nikâhlı olsa dahi aybaşı halinde cinsel ilişki yasaktır.

Kadın ile erkek, Tanrı önünde ve kanun karşısında eşittir.  

Ahirette erkeğin sorumlu olup da kadının sorumlu olmadığı bir şey yoktur.

Adam öldürme, hırsızlık, yolsuzluk, yalan, zina, iftira, içki, zulüm, zorbalık vs erkeğe olduğu kadar kadına da haramdır.

Namaz, oruç, hac, zekâttan ikisi de muaf değildir.

Bugün milyonlarca kadını kim kötü yollara düşürüyor?

Üzerlerinden kim çalıştırıp zengin oluyor?

Kadın bunları kendi kendine isteyerek mi yapıyor?

Bir zalimin elinde kadın bir oyuncak değil mi? O zalimler de genellikle erkekler olmuyor mu?

Kadın erkek için fitneyse, erkek de kadın için fitne değil mi?

Fitne, bedenimizde kanın dolandığı gibi dolanan şeytandır; o şeytan da içimizdeki kötülük dürtüleridir.

Mahmut AKYOL