TUTKULU OLMAK VE ÖZGÜR YAŞAMAK

logo

TUTKULU OLMAK VE ÖZGÜR YAŞAMAK

Her gün yazılı ve görsel alanda kirlilik yaşansa da, binlerce yazı, makale, haber ve görüntü önümüze servis edilse de, bizim yaptığımız devede kulak olsa da, yine de karınca misali bir şeyler yapmak gerekir. Çünkü her birimiz Salih Ameller (iyi, güzel ve doğru) ortaya koymak, gezegenimizin insani düzeni için katkı sağlamak zorundayız.

İşte bu konuda bugün, “TUTKU” kavramı üzerinde durmak istiyorum.

  • Eğer bir ülkede yaşayan insanlar yorgun, gergin ve durgun iseler, o insanların enerjileri tükeniyor ve yaşamları sona doğru yaklaşıyor demektir.
  • Eğer bir kurumda verimlilik azalıyorsa, çalışanları kuruma sahip çıkmıyorlar demektir.
  • Eğer bir ailede huzursuzluk ayyuka çıkıyorsa, bireyler birbirlerinin haklarını tanımıyorsa, aile dağılıyor demektir.

Demem o ki tutku, duyguları ateşleyen bir güçtür, bir enerjidir ve bir heyecandır. Tutku ülkeye, kuruma, aileye, “içten ve yürekten” duyulan bağlılıktır.

Tutku, irade ve yargıları aşan güçlü bir coşkudur. İstek ve kararlılığa duyulan aşırı düşkünlüktür. Tutku çabalamak, elde edilen şeyi kaybetmemektir.

Eğer tutkunuz varsa, sevgiyi yakalarsınız. Tutkusuz sevgi yalandır. “Ülkemi seviyorum” diyen biri, onun için bir şey yapmıyor, habire altını oyuyorsa, tutkusu yalandan ibarettir.

İnsanların birbirlerine karşı duyacakları sevgi, tutku noksanlığındandır.

Güç, inanç, enerji ve bağlılık tutkunun kaynaklarıdır. Bu kaynaklar sizin geleceğe olan inancınızı canlı tutar ve sizin kimliğinizi belirler, yani sizi siz yapar.

***

İnsanoğlu doğası gereği çıkarı peşinden koşarken aslında, tutkusu peşinde koşar. kendisi için çalışmaktan zevk alır, emeğinin karşılığını alırken, hep tutkuyla hareket eder ve daha çok çalışır.

Eğer çalıştığı ortam; ona sevimsiz gelir, onu hırçın yapar ve onda yorgunluk meydana getirirse, işlerini aksatır ve insan orayı terk etmek ister.

Hatta denilebilir ki insanının gücü, enerjisi, inancı, değerleri, çalışma azmi, yaşama hakkı hep bu sevimsiz ortamda anlamsız bir hal alır.

Bunu niçin anlattım?

***

Bakıyorum ki, millet yaşadığı toprakların cehenneme çevrilmesinden rahatsız. Morali bozuk. Enerjisi gün geçtikçe kayboluyor. Ağzının tadı kaçık…

Vatana, millete, dine ve devlete olan hainlikler, ekmeğinin çalınması, dışarıya karşı gösterilmesi gereken gücün içeri de parça parça olması, siyasetin kulak dolması sözlerle yürütülmesi, insanın tutkusunu ve iradesini bulandırıyor.

İnsanlar sermaye, medya ve siyasetin ortaya koyduğu yalan ve baskılar yüzünden milli bir duruş sergileyemiyor. Bu sebeple millet, birbirine karşı duymak mecburiyetinde olduğu bir “sevgi ve güven” bunalımı yaşıyor.

Eğer bu süreç durdurulamazsa, korkarım ki bir bölünme, dağılma ve ölüm kaçınılmaz olarak kapımızı çalacaktır! Zaten düşmanın istediği de budur…

***

İnanıyorum ki, yeniden diriliş mümkündür. Yeter ki, bir gayret içinde olunsun. Sevgi, merhamet ve cömertlik tutkusuyla işe başlansın! Yeter ki, üzerine serpilmiş ölü toprağından kurtulmak için ayağa kalkılabilsin!

Yeter ki, diriliş başlasın! Yeter ki, adalet hakim kılınsın! Yeter ki, kimse kendisini diğerinden ayrı görmesin!

O halde gelin hep birlikte ayağa kalkalım, zulme karşı kıyam duralım. Gemiye su aldırmayalım. Su alan gemi de kamara yapmaya kalkan kendini aldatır!

Sonuç:

Memleketin dürüst ve bilgili siyasetçilere, cesur yazarlara, haykıran şairlere, mert zenginlere, bir fikri ve davası olan delikanlı gençlere, özgürlüğü tutkuya dönüştüren bireylere, kariyer ve konforu elinin tersiyle iten millet evlatlarına ihtiyacı vardır…

Bu tespitleri lütfen yabana atmayın! Çünkü bunlar, Sosyolojik tespitlerdir!

Mahmut AKYOL

 

Yer işareti koy permalink.

Yoruma kapalı.