MÜLKTE, HUKUKTA, HÂKİMİYETTE ALLAH’INDIR!

logo5

MÜLKTE, HUKUKTA, HÂKİMİYETTE ALLAH’INDIR!

Mülkten, suyu ulaşmak için gidilecek yoldan, hiç şüphesiz ki hâkimiyet Allah’ındır’ sözlerinden bir iki cümle de olsa bahsetmek istiyorum!

Bilmiş olun ki Hayata, Kâinata ve İnsan ilişkilerine dair tüm düzenlemeler Allah’ın gücü ve kudretiyledir.

Allah hayatı, adalet üzerine yarattı, sevgi ve merhametle ayakta tutmaktadır.

Allah insanı hangi dinden, dilden, renkten ve kariyerden olursa olsun eşit şekilde yaratmıştır.

Allah insanın canını, malını, namusunu, aklını ve neslini hukuk içinde kalarak sağladı.

Eğer böyle olmasaydı, taşın üstüde taş olmazdı

Yeryüzünde yaşamak insan için bir haksa, havasından ekmeğinden, suyundan yararlanmak bir haksa o toprakları korumakta bir haktır.

Yeryüzünü kirletmemek insanın borcudur…

Mesela bir şehrin sokaklarında özgürce dolaşmak bir haksa; o sokakları temiz tutmakta bir haktır.

Hukuksuz mekânlara orman denir. Orman denilince hayvan, hayvan denilince de kontrolsüz güç akla gelir. İnsanı hayvandan ayırt eden de, hukuk içinde kalarak bir arada yaşamasıdır.

Hukuksuzluğun din dilinde ki karşılığı günah işlemektir. Günah, diğerinin haklarına gasp ve tecavüzdür.

Dine göre; insanın işlediği günahların hesabını Allah, Ahirette bizzat kendisi  soracaktır.  Tabi ki bu sorgu, Adalet ve merhamet içinde olacaktır.

Bazı kimselerin duyunca irkildiği, yüzünü buruşturduğu kavram, Şeriat kelimesidir.

Şeriat, ‘Su kaynağına giden yol’ demektir.

Kimin suya ihtiyacı varsa, o yolu takip etsin! Çünkü suya herkesin ihtiyacı vardır. Hukukun zalimin elinde bir kırbaç olmasına asla izin verilmemelidir.

Hayatı canlı tutmak ve toprağı yeşertmek için, suya ihtiyaç duyduğu gibi, insanoğlu da hukuka öyle muhtaçtır.

Kur’an’ı Kerim insana hep bu su kaynağını anlatır ve nasıl gidileceğini gösterir. Değilse Kur’an, mezarlıkta okunmaya devam eder durur.

Şeriat isteriz” demek, “Hukuk isteriz” demektir. Tabi ideolojik davranılmadığı sürece bu böyle okunur.

Lakin Tanzimat’tan bu yana bu kavram siyasallaştı.

Hukuk olgusu dilden dile değil, çağdan çağa yenilenerek yaşar. Bu yenilenme güç üzerinden değil; hak üzerinden olur. Yani hukuk gücünü kuvvetten değil, haktan alır. Hukuksuz mekânlarda, sadece zayıfların kanı dökülür, talan olur, gözyaşı akar.

Hukuk işlerinin iyilik, güzellik, doğruluk içinde yürümesidir.

Yani yetim hakkı yiyenleri, yoksulu hor görenleri, fakiri aşağılayanları, düşenin elinden tutmayanları Kur’an kâfir, zalim ve fasık ilan eder. Bu Kur’an’ın adalete ve hukuka olan bakışıdır.

Öldürmeyin, çalmayın, yalan söylemeyin, iftira atmayın, zina etmeyin, içki içmeyin, dürüst olun vs. Hepsi, Allah’ın insana bir ikazıdır.

İslam’ın ifade ettiği değerler; ‘iyilik, güzellik, doğruluk, rahmet, merhamet, vicdan, hak, adalet, dürüstlük’ vs. Bunlar insanlığın ortak iyileridir. Bir yerde bunlar olursa, orada İslam’ın rüzgârı esiyor demektir.

İslam’ın bu evrensel değerlerinin en rahat yaşadığı yer, insanın yaşadığı ortam olmalıdır. Dini tamamlamak, sevgi ve merhameti yaymak için gönderilen Hz. Muhammed,  bu değerleri ete kemiğe büründüren örnek insandır.

Çekim, cazibe demektir. Eşyayı, canlıları, hayvanları ve insanları bir yer çekimi kanunuyla idare eden Allah’tır! Eğer yer çekimi kanununu Allah yaratmamış olsaydı, hiçbir düzeni kurulu tutmak mümkün olamazdı.

Evrenin cazibe merkezi matematiktir!

Toprağa atılan tohum, O’nun izni olmadan çatlamaz, zamanı gelmeden bir yaprak solmaz, hiçbir varlık ölmez…

Güneş doğmasaydı hayat başlamaz, hayat güneşin ışığıyla şenlenir ve canlanır…

Soluduğun hava, bastığın toprak O’nundur ve sen onunsun. O, izin vermezse nefes bile alamazsın…

Kitabımız Kur’an sürekli akla vurgu yapar ve Allah bizden irademizi kullanmamızı ister.

Allah’ın hâkimiyeti sonsuz ve sınırsızdır. Bu hakimiyete önce güven duymalı sonra iman etmelidir.

Teslim olduğumuz Allah, bizden ‘Dar’us Selam’ yurdunu kurmamızı ister.

Bu dünyayı inşa etmek zordur!

Siz hiç, zor olan bir dünyayı inşa etmeye çalıştınız mı?

Mesela aranızda hiç eşitliği düşündünüz mü?

Mesela hiç mal hırsına düşüp de başkasının hakkını gasp ettiniz mi?

Mesela hiç ihtiyaç sahibi birine iyilikte bulundunuz mu?

Mesela hiç dünyaya insanlara yüksekten baktınız mı?

Ey insanlar!

İnsanlık kişiliğini, kimliğini, geleneklerini kaybediyor!

Bu yok oluş karşısında bir sözü olan varsa şimdi söylesin, sus/pus olmasın, haksızlık karşısında dilsiz şeytan olmasın, yoksa ebediyen sussun, şeytanlığını sürdürsün!

Ey insanlar!

Hiç dini düşüncenizi yenilemeyi düşündünüz mü?

Dini Hayatını yenilememiş insanlar, dünyada akıl sağlığını koruyamaz. Bakın insanlar Meditasyon seanslarına koşuyor. Cinnet geçirenlerin, intiharların, cinayetlerin sayıları gün geçtikçe artıyor! Engellilerin sayısı her geçen gün çoğalıyor!

Dünyada sahip olma ve edinme hırsı kamçılanıyor, bu hırsla birlikte manevi krizler çoğalıyor!

Kapitalist yapı her geçen gün insanı mutsuzlaştırıyor. Teknoloji insan yaşamını, tabiatı tehdit ediyor. Teknoloji ahlaki hiçbir boyutu olmadan büyüyor. Gelişmiş dünya, Müslümanları ölüm kusan silahların denemelerinde kobay olarak kullanıyor.

Sudan ülkesinde, açlıktan ölmek üzere olan bir çocuğun akbabanın ölümünü bekleyen, diğer yandan çocuğun ve akbabanın resmini çekmeye çalışan Kevin Carter’e ‘Politser’ ödülü veriliyor!

Fakat Kevin çocuğu akbabanın insafına bırakıp oradan ayrıldıktan sonra dayanılmaz kâbuslar yaşıyor. Sonunda Kevin intihar ediyor.

Şimdi sormak lazım!

En kesif düşmanların dördü/beşi, akbaba sürüleri gibi üzerimize çullanmak istiyor görmüyor musunuz?

Şimdi, sirkeyi/sarımsağı hesap etmenin sırası mı?

Yangın bacayı sarmışken, ‘nevafil’ le meşgul olmanın dinde ki yerini bana anlatır mısınız?

Sizleri yeniden oy kullanmanın, ‘şirk’ olduğunu söyleyenleri bir kere daha düşünmeye davet ediyorum!

Allah’ın hâkimiyetini küçültmeye, devletimizin gücünü zayıflatmaya hakkımız var mı?

Bu zihniyet kime hizmet eder hiç düşündünüz mü?

Mahmut AKYOL

OSMANLININ KÜLLERİ ÜZERİNE İNŞA EDİLEN CUMHURİYET VE 15 TEMMUZ

logo5

OSMANLININ KÜLLERİ ÜZERİNE İNŞA EDİLEN CUMHURİYET VE 15 TEMMUZ 

Dünya, ‘güç’ siyasetinden bahsediyor.

ABD, bugünlerde 3. Dünya Savaşı’nı dillendiriyor.

Eğer bu savaş patlayacaksa, güç üzerinden yapılacaktır. Çünkü milletlerin ambarları silah, hangarları uçak ve füze dolu…

Fakat görülen o ki, dünya milletleri ellerindeki güç sayesinde, kendi sınırlarını genişletmek isteyecektir. Daha önceki savaşlarda olduğu gibi bu savaş öyle kolay olmayacaktır…

Eğer bana 3. Dünya Savaşı olur mu diye sorarsanız, hiç tereddüt etmeden söylerim ki, 4. Dünya Savaşı, taşlar ve sopalarla olacaktır derim…

Her neyse; biz konumuza dönelim.

Benim mücadelem, varlık sebebim İslam’dır.

Bu benim yeryüzünde vazgeçilmez bireysel hakkımdır. Ömrüm yettiği sürece ve bayrağım dalgalandıkça bu hakkımı kullanmaya devam edeceğim!

Fakat dünya yönetimleri totaliter, ceberut, darbeci ve mankurt bir anlayış içindeyse, bu hakkı elde etmek çok zordur…

İnsan haklarının başında ‘yaşama’ hakkı gelir.

Yeter ki insanların bu hakkı, birbirini yaralamasın, birbirini bölmesin ve birilerini şiddete çağırmasın!

Bakınız; Osmanlı Devleti’nin küllerinden doğmuş olan Türkiye Cumhuriyet’i, tek bir kişinin iradesi veya tek bir partinin ilkeleri üzerine kurulmadı…

Cumhuriyet, ortak aklın bir sonucudur. Milletin kılcal damarlarından süzülerek geldi!

Esasında Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı Devletinin yıkılması için planlandı. Bu planın birinci sebebi, Yahudilerin Filistin’de bir devlet kurmak istemesiydi.

1920–1924 yılları arasında verdiğimiz ‘İstiklal Mücadelesi’ sonunda Türk Milleti yeni bir devlet kurdu. Bu, ‘Cumhuriyet’e dayalı bir devletti.

Cumhuriyet tek bir kişinin eseri değil, ortak aklın eseridir. Yönetimi yediden yetmişe herkesin katkılarıyla gerçekleşmiştir. Ecdadımız, İstiklal Mücadelesinin bütün ileri cephelerinde ve yerinde vardır. Tıpkı 15 Temmuzda olduğu gibi…

Osmanlı, 1912 Balkan yenilgisine, 1914-1918 Birinci Dünya Savaşına, ardından 1920–1924 ‘İstiklal Mücadelesine’ sokulmuştur.

Osmanlının Pay-ı Tahtı İngiliz gemileriyle kuşatılmış, eli/kolu bağlı (Türkiye Milleti) Sevr’e zorlanmıştır. Savaşın sonunda yorgun, yılgın, çoluk-çocuk-yaşlı-hasta-dul ve yetimlerden ibaret bir millet, yeniden ayakları üstüne kalkacaktı.

Fakat bu nasıl olacaktı?

Türk Milleti, kurtlar sofrasına oturtuldu.

Lozan Antlaşması aleyhine işletildi!  

Buda yetmezmiş gibi cepheden dönen, cahil bırakılan, yığınla problemin içine sokulan Türk Milleti, her defasında kendilerini demokrat, Atatürkçü, laik ve Cumhuriyetçi görenler tarafından aşağılandı.

Hiç düşüneniz oldu mu?

İstiklal Marşı’nın ilk ve son kelimelerinde yer bulan ‘Korkma’ ve ‘hakka tapan!’ üzerine Cumhuriyet inşa edildi…

Hz. Resul, bir arada yaşamak zorunda olduğu Yahudi, Hıristiyan, Süryani, Mecusi, Müşrik, Putperest, Ateistleri ‘Medine Sözleşmesiyle’ bir arada tutmuştu…

Lakin Cumhuriyet, ‘ulus’ devlet anlayışına indirgendiği için bunu beceremedi.

Hala dağılan Osmanlı bakiyesi toplanmış değildir. Çünkü Osmanlı Siyaseti, Ümmete dayalıydı.

Esasında Ümmet, Sosyo-politik bir birliktelikti. Lakin tespih kırılmış, taneler dağılmıştı…

Ancak ‘Harici-Selefi’ zihniyetinden kurtulamayanların bunu anlaması zordu. Yani Osmanlıdan kalma çürümüş, istismara açık bazı yapıları savunmanın İslam’a hizmet olduğunu anlamak boş bir çabaydı!

Mesela ‘Saltanat’ı ele alalım. O dönemde yapılanları takdir etmek başkadır, günümüze taşımaya çalışmak başkadır. Yani İslam’ın özünde ki yönetim, dine dayalı değil, ‘adalete’ dayalıydı.

Yurdumun insanı farklı çizgilerde yaşıyor olsa da, beraberce zulme ve zalime karşı durmak zorundadır. Zira birbirimizi anlamanın ve yardım etmenin başka bir yolu yoktur.

Evrensel değerlere ve yeryüzünün gerçeklerine insan gözlerini ve kulaklarını kapayamaz. Birlikte yaşayanlar adalet için, ekmeğini çalana kılıç çekmek zorundadır.

Bu topraklarda yaşayanlar parçalamayı, ayrılık tohumları ekmeyi, birbirine ilgisiz olmayı,  birbirine sırt çevirmeyi, birbirine kin beslemeyi, birbirine haset etmeyi asla aklından geçirmemelidir!

Sadece ‘ulus’ devlet anlayışı, Osmanlının küllerinden kalan kısımdır. O da kurulurken Osmanlı göz ardı edildi. Geriye bir gerçek kalıyor ki, o da bastığımız toprakları el birlik korumak…

Müslüman Türk Milleti tarihte çok sıkıntılar çekmiştir. Kabul etmek gerekir ki, O sıkıntıları bize reva görenlerin kendileri de sıkıntıdan asla kurtulamamıştır.

Türk Milleti, tarihin en merhametli ve en mazlum milletidir…

Ey Yurdumun İnsanları, gelin “783.562 km²” toprak parçasında birbirimizle çekişmeyelim. Eğer çekişirsek gücümüzü kaybederiz.

Bakın, Hz. Ali’nin iktidar anlayışıyla, Muaviye’nin siyasi anlayışı birbirinden farklıydı. Muaviye’nin bu farklı anlayışı sonunda, Müslümanlar param parça oldu. Binlerce Müslüman’ın kanı döküldü. O gün bugündür hem kanı dökülüyor ve hem de parçalanma sürüp gidiyor…

İçinde bulunduğumuz şartlara objektif olarak bakıldığında görülecektir ki, Osmanlıya, Türk Milletine reva görülen oyunlar, hep dışarıdan tezgâhlanmıştır.

Rica ediyorum, Ülkemizde oynanan oyunun resmine büyük açıdan bakın!

Birinci Dünya Savaşı çıkarılışının altında, İsrail’in ‘Arz’ı- Mev’ut’ (Vaat edilmiş Topraklar) düşünce ve ideali yatar. Osmanlının yıkılışı bundandır!

Asırlardan beri yaşadığımız onca sıkıntı ve meydana gelen olaylar hep bu ideolojinin hayata geçirilmesinden dolayıdır. Eğer insanlık ve insanımız bu ve benzeri olaylardan bir ders almazsa, dünyada insanlık rahat bir nefes alamaz!

Arz’ı- Mev’ut’ taraftarlarının elindeki imkânlar ve benzeri güçler bulundukça, dünya kirlenmeye devam edecek, yakmanın/yıkmanın sonu gelmeyecektir.

Bu topraklar üzerinde yaşayanlar mutlaka kader birliği yapmalı, kendi aralarında oluşan siyasi, sosyal, dini ve mezhebi farklılıklar derinleştirmemeli, ahlaki değerlerin çürümesine daha fazla imkân vermemelidir!

Ancak üzülerek şahit oluyoruz ki, insanlar tarihten ibret almıyor! Başına gelenleri hemen unutuyor! Savaş, terör ve zulüm sebebiyle milyonlarca insan yerinden, yurdunu kaçıyor.

Nice mazlum, masum, mağdurun hayat hakkı yok olup gidiyor!

Kim İslam’ın gereklerini içten yerine getirir, pratiğe aktarır, ikiyüzlü davranmazsa; Allah onun etrafında bir sevgi halesi oluşturur, diğer insanların da bu saf imanın etrafına toplanmasını sağlar.

Ben bunu bilir, bunu söylerim…

Fakat biz bu yok oluşu hala kavramış değiliz!

Mahmut AKYOL

BU TOPRAKLAR ÜZERİNDE YAŞAYANLAR, KADER BİRLİĞİ YAPMAK ZORUNDADIRLAR!

logo5

BU TOPRAKLAR ÜZERİNDE YAŞAYANLAR, KADER BİRLİĞİ YAPMAK ZORUNDADIRLAR! 

Birileri muarızlarına küfretmeyi ‘siyaset’ zannediyor, adeta kuduz bir köpek gibi ısıracak yer arıyor!

Kısır çekişmelerin içine düşenler, büyük resmi göremiyor!

Yarım asır önce verdiğim konferans ve katıldığım mitinglerde söze önce şöyle başlardık…

Milletimiz tarihinin en karanlık günlerini yaşıyor!’

Bu sözü bizden öncede söylenenler olmuştur. Bu söz öyle fanteziden söylenmiş bir söz değildir, hala geçerliğini korumaktadır.

Bundan sonrada her düşünür, sosyolog, siyasetçi çağını okuduğu zaman, ağzından bundan başka bir söz çıkmayacaktır…

Çünkü topluma bakıyorum da, kimse kimseyle dostane değil, kimse kimseyle konuşmuyor!

Dindar olanda, eyyamcı olanda aynı türden hareket ediyor, herkeste bir hırs, kimse bir birine güven duymuyor…

Niçin derseniz?

Çünkü herkes David Rockefeller, Rothschild ve Bill Gates gibi paranın efendileri gibi güçlü olmak istiyor…

Siyasetin ve iktidarın peşinde koşan her insan, bu illete tutuluyor…

Fakat kimse, trilyon dolarları yöneten Yahudilerin azdığını, saptığını görmek ve anlamak istemiyor…

***

Türkiye Kapitalizmle 1950li yıllarda tanıştı!

Bu tarihte ABD, Türkiye’de ’Komünizmle Mücadele Derneklerini’ kurdu ve finanse etti…

Memleket komünizm tehlikesi altında, ezan susacak, camiler ahır olacak, kadınlar ulu orta yerde kalacak’ korkusunu ABD pompaladı ve gerekçe gösterdi…

İttihatçı Celal Bayar ve Menderes, CHP den kopartıldı, DP kuruldu. Devamında DP iktidar oldu.

DP iktidar olur olmaz ülke, “Marshall” yardımıyla tanıştı.

Memleketin çocukları ilk kez süt tozu, vite yağı yedi. İlk kez ‘Zeytinyağı yiyemem’ türküsünü söyledi. Millet çarığı bıraktı, Cızlavet lastiği giydi. Millet asfalt yolları gördü, ülkenin her yerinde camilerden aslına uygun ezan sesleri yeniden okundu. İmam-Hatip Okulları açıldı.

Fakat kimse bunun bedelinin ne olduğunu sormadı.

***

ABD’den gelen borçlar katlanarak büyüdü, borç borçla ödenmeye başlandı. Yabancı sermaye geldikçe, Osmanlı’ya dayatılan kapitülasyonlara benzer talepler peş peşe sıralandı.

Daha sonra tıpkı bugün olduğu gibi insanların diline doladıkları basit birkaç söz üzerinden hemen darbe yaptılar. Darbe sonunda düzmece isnatlarla İttihatçı ve Mason Celal Bayar dışarıda bırakıldı, Menderes ve arkadaşları idam edildi.

***

Bedel ödemeye devam

Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında ülkeye uygulanan ambargolar halkı canından bezdirdi. İnsanlar, yağ/tuz bulamaz oldu,  halk, karaborsacıların insafına terk edildi.

Yerli sanayi ve küçük işletmeler birer ikişer iflas etmeye başladı. Serbest piyasa ekonomisine geçmekten, ithal edilen mallara gümrük muafiyeti getirmekten ve ihracatımıza kota koyulmasına razı olmaktan başka bir seçenek kalmadı.

***

Millet 1980 darbesiyle karşılaştı.

ABD, 1980 Darbesinin ortamını oluşturabilmek için binlerce gencimizin kanının dökülmesine sebep oldu.

Provokatörler devreye girdi, halk, sağcı/solcu diye ikiye bölündü. Sokak çatışmalarında her gün onlarca kişi ölmeye başladı. Mason Demirel 1964 1980 arası iktidara gitti/geldi.

Demirel’in bu millete yaptığı en büyük kötülüğü, 28 Şubat Post-Model Darbesine sahip çıkmasıdır. Benim görüşüme göre, TSK’ ni bir ayrık otu gibi saran FETÖ’ nün parmağının olmasıydı…

***  

Sonunda Turgut Özal Küresel Sermaye’ ye ülkenin kapılarını açtı.

Millet çalışıyor, tefeciler kazanıyor, ticaret ahlakından yoksun olanlar, hayali ihracat yaptı, kolay şekilde servet yapmak için devlet bankaları soydu…

Gündeme hemen ailesi, yakın çevresi, etrafındaki prens ve prensesleri ortaya çıkarıldı. Özal dayanamadı, küresel sermayenin isteklerini cevapsız bıraktığı andan itibaren, iktidara veda etti.

***

Bedel ödemeye devam

Kimse Ülkemizde oynanan oyun ve ihanetin resmine büyük açıdan bakmadı!..

Bir kere ‘Arz’ı- Mev’ut’ un ne olduğu bilinmeden, dünyanın yıkılıp dökülmesinin sebebi anlaşılamaz!

Trilyon dolarları yöneten Yahudi İmparatorluğu etkisi altında tuttuğu para, medya, sinema vs. Kaynaklar yok edilmeden Müslümanların bir araya gelmesi ve dünyanın bir nefes alması asla mümkün olmayacaktır…

***

Aşağıda ‘Teşkilât-ı Mahsusa’nın son Başkanı Hüsamettin Ertürk’ün ele geçirdiği Siyonistlerin Protokollerinden birkaç alıntı göreceksiniz.

  • Genç nesilleri mugayir-i ahlak telkinlerle bozmalı,
  • Aile hayatını yıkmalı,
  • İnsanlara, aşağı sınıflarla tahakküm etmeli,
  • Sanatı zayıflatmalı, edebiyatı müstehcen ve şehevi bir hale sokmalı,
  • Mukaddesata hürmeti yıkmalı, hürmetle anılan kimseler hakkında rezilane vak’alar uydurmalı,
  • Hudutsuz bir lüks, baş döndürücü modalar icat etmeli, çılgınca sarfiyatı teşvik etmeli,
  • Müfrit nazariyelerle fikirler zehirlenmeli, gürültü ve kargaşalıklar yaratılmalı, içtimai sınıflar arasına kin ve itimatsızlık sokulmalı,
  • Mal sahipleriyle işçilerin arasını bozmalı, grevler, sabotajlar tertip ettirmeli,
  • Sanayinin ziraatı ezmesine imkân vermeli, böylece köylü sınıfını ortadan kaldırmalı,
  • Hayat pahalılığını körüklemeli, ücretleri arttırmalı,
  • Beynelmilel meseleler ihdas ederek milletler arasına kin ve nefret tohumları serpmeli,
  • Bütün hükümet şekillerini değiştirmeli, birçok sırları ifşa etmeli,
  • Siyasi, iktisadi buhranlar yaratmalı, servetleri mahvetmeli,
  • Hükumetlerin ölümlerini hazırlamalı,
  • İnsanı elem, ıstırap ve yoksulluk içine atmalı…

1892 den beri Dünya ve Türkiye bu zihniyetle mücadele halindedir.

Burada masum dünya ve Müslüman Türk Milleti çok değerini kaybetti.

Eğer milletler ‘eman’ içinde yaşamış olsalardı, yeryüzünde bugünkü nüfusun on katını beslenirdi. Fakat insanların ‘kin, hırs ve haset’ duyguları buna engel olmuştur.

Farklı çizgilerde yürümüş olsak bile, bir birimimizi anlamak zorundayız. Aynı vatan toprakları üzerinde yaşıyor ve aynı toprağın kaderini paylaşıyoruz.

Eğer evrensel değerlerin yanında olursak, adaletten, zulme başkaldırmaktan yana durursak, açlıktan söz eder, ekmeğini çalana birlikte kılıç çekersek, farklılıklarımız kendiliğinden ortadan kalkacaktır.

Eğer bu söylediklerim hala anlaşılmıyorsa, o vakit insanın gözü kör, kulağı sağır ve vicdanı kapalı demektir.

O halde bu topraklar üzerinde yaşayanlar, kader birliği yapmak zorundadır.

Toplumu manen yaşatan ahlaki değerlerin çürümesine fırsat verilmemelidir.

Mahmut AKYOL

ÇAĞIMIZ, MEKKE DÖNEMİNİN BATAĞINDA…

logo5

ÇAĞIMIZ, MEKKE DÖNEMİNİN BATAĞINDA…

Bu bakımdan dinde özgürlük yok edilmiştir! Bu yok oluş, Müslümanlar için bir zulümdür!

Dün nasıl İslam’ın gelişiyle birlikte tefeci bezirgânlar, cinciler, falcılar telaşa düştülerse, haksız kazançlarının ellerinden alınacağı korkusu içinde oldularsa, bugünde aynı insanlar, aynı endişeyi taşıyorlar…

Ebu Cehil:

Ey Muhammet söylediklerinin tümü doğru.. Fakat senin dediklerini yapacak olursam, o zaman Mekke halkı aç kalır’ dedi.

Hz. Muhammet bu söze iltifat etmedi, tebliğine devam etti…

İslam’ın yayılması Medine’ye ulaştı. Elinde Kur’an ayetlerinden başka gücü olmayan, ahlak, dürüstlük, yiğitlik, mertlik ve adaletin sembolü Müslümanlar, özellikle Mus’ab bin Umeyr gibi gençlerin tebliğ çalışmaları sonucu Medine İslam’ın nuruyla aydınlandı…

Yani Medine binasının harcında bu sahabe gençlerin alın teri, heyecanı, çektikleri acıları, katlandıkları mahrumiyetleri vardı.

***

Bir kadının başının açık/kapalı olması, bir esnaf ezan okunurken dükkânını açık tutup/tutmaması, bir Müslüman’ın namaz kılıp/kılmaması, devletin asli görevleri arasında değildir.

Aslında İslam’ın ‘Evrensel Mesajı’ şudur:

Kişi her hangi bir dine girebilir, o dinde kalabilir veya o dinden kendi rızasıyla çıkabilir. Dinin gereklerini yapma konusunda hiçbir güç karışamaz!

Fakat son yıllarda devlet, ‘Laiklik’ adına dine karışmış, ‘insanın din özgürlüğünü’ katletmiş ve dinde büyük yaralar açmıştır.

Asırlar boyu Doğuda Allah adına insan, Batıda insan adına tanrı öldürülmüştür.

İnsanın seçtiği dünya görüşü aslında onun dinidir. Kimse bu tercihe karışmamalıdır. Bırakın insanları kendi dinlerini yaşasınlar. Çünkü bu yaşamın sonunda bir hesap olacaktır. Bırakın herkes kendi hesabını kendi versin…

Allah bile Resulüne,  ‘Sen hatırlat, sen ancak bir hatırlatıcısın. Dayatan bir zorba değilsin.’ Diye söylemiştir. (Ğaşiye; 21-22)

Yani Kur’an’da Allah, Hz. Peygambere din adına, Müminlere satır sallayan bir zorba olmadığını, sadece hatırlatıcı olduğunu söylemiştir.

Fakat İslam adına hareket eden bazıları ‘Selefi, Taliban ve Işid’ gibi görüşlere kaymış, su gibi berrak dini bulandırmışlardır.

Asrısaadetin temelleri oluşurken gelen bütün ‘savaş’ ayetlerine bakın; hiçbirinde zorbalık yapılsın diye değil, tam tersine zorbalığı önleme vardır.

Mesela bu ayetlerden ‘insanları öldürülme pahasına, onlara özgür kılma’ diye bir hüküm çıkarılamaz!

Fitne ortadan kalkıncaya ve din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın; fakat vazgeçerlerse, artık zalimlerden başkasına saldırmak yoktur.’ (Bakara; 193)

***

Peki, Kur’an her zaman hep bu dili mi kullanıyor?

Hayır!

Kur’an’ın da ‘Yeter atık’ dediği ‘çizgileri’ vardır. Bunların başında ‘Hukuku’l-ibad, (kul hakları) gelir. Yani öldürmek, çalmak, yol kesmek, gasp etmek, hırsızlık, vurgun, soygun, fuhuş, zina yapmak, iftira atmak, gibi suçlar gelir…

Allah’ın öfkesi buralarda yatar!

Devletin asli itibariyle görevi bundan ibarettir. Yani haksızlığın karşısında, zayıfın yanında yer almaktır. Yani İslam’da; ‘şeriat/hukuk” dediğimiz şeyin kendisi budur.

Devlet adaletten saptığı an, meşruiyetini kaybeder.

Bakınız, ‘DinVicdanla başlayan bir iştir.’

Dinin kökünde sevgi ve merhamet, gövdesinde akıl ve vicdan, dallarında özgürlük ve adalet, meyvelerinde ise dünya ve Ahiret mutluluğu vardır. Gerçek hayat dini budur. Bu dinin kilisesi, papazı, din adamı, keşişi, rahibi yoktur.

İslam; gönlünde yaşar, ‘ma’şeri vicdanda’ kök salar, özgür vicdanlarında boy atar. ‘Adalet Devleti’ ilkesiyle var olur.

Adalet devleti insanoğlunun can, mal, akıl, nesil, ırz gibi temel değerlerini koruyup kollamak içindir. İslam’da devlet anlayışının manası bundan başka bir şey değildir.

***

Bir kimse İslam’dan döndü diye İslam’ın şerefi azalmaz. Bilakis kişi İslam’la şeref bulur.

İzzet ve şeref bütünüyle Allah’a aittir.

Peygamberlerin davaları büyüktür. Peygamberler tarih sahnesine büyüklüğün verdiği acılar içinde doğdular, acılar içinde öldüler. Kaderleri böyle geldi, böyle geçti…

Acı çekmeleri Peygamberlerin, insan oluşlarındandır.

Bir davanın ‘Dava’ olabilmesi için; sağlam bir akla, güçlü bir imana ve temiz bir vicdana ihtiyacı vardır.

Bugün ‘Dava’ yürütüyorum diyenlerin haline bakar mısınız? Çıkarı ve menfaati dava olup çıkmıştır…

Kur’an’ı Kerimin etkisini müşrikler hayatın içinden silmeye çalışmışlardır. Kendisini dava adamı (?) zannedenler de; Kur’an’ı ‘Mehcur’ bırakmışlardır.

Allah aralıksız yaratır, Kur’an hayatın içinde varlığını sürdürür, insanoğlu düzeni yaşanabilir bir şekle sokmak ve tüm yanlışlara itiraz etmek için var gücüyle çalışır.

Mekke’de haksızlıklara ’itiraz’ eden İslam, Medine’de ‘Adalet’ ve ‘Daru’s-Selam’ yolunu göstermiştir.  

Sahabelerin iradeleri, aşağıda yer alan ayet ve Hz. Peygamberin sözleriyle perçinlenmiştir:

Hepiniz birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, ayrılığa düşmeyin. Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Daha dün sizler birbirinize düşmanlar iken O, sizin kalplerinizin arasında ülfet meydana getirdi, sizi tek yürek yaptı.  Onun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Hem sizler ateşten bir çukurun tam kenarında bulunuyordunuz da O, tuttu sizi ondan kurtardı. Şimdi böyle size ayetlerini açıklıyor ki Allah’a doğru gidebilesiniz.” (3/103. ayet)

Hz. Peygamber de:

İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Birbirinizi sevmek için de aranızda selamı yayınız… Birbirinize haset etmeyiniz. Birbirinize hasım olmayınız. Birbirinizin arkasından çekiştirmeyiniz. Ey Allah’ın kulları! Kardeş olunuz!”

(İbni Saad; Tabakat, Buhari; Edebül-müfred)

Yedinci yüzyıldan beri insanlık âlemine örnek olan İslam’ın kökleri buralardır.

Daha sonra ki ayetler ve Hz. Peygamberin sözleri, ete kemiğe bürünerek Dini hayata taşınmıştır.

Görüldüğü gibi bencilliğin, egoizmin her yanı sardığı çağımızda, tek Allah’a inananlara, dava insanlarına büyük işler düşmektedir!

Her çağın öyküsü, o çağda yazılır. Yani Afganistan’da böbreğini satan ananın hesabı senden sorulacaktır…

Onun için olsa gerek ki, Kur’an “Çağ dile gelsin!” diyor. (Asr: 1)

Mahmut AKYOL

 

DİKTATÖR ELEŞTİRİLEMEZ!

logo5

DİKTATÖR ELEŞTİRİLEMEZ!

Çünkü diktatör cahildir, ırkçıdır, hırslıdır… Bu sebeple İslam, diktatörlüğe karşıdır!

Allah Resulü insanlık için hayatı boyu örnek oldu. Asla ‘Musaytır’ olmadı. (Ğaşiye  suresi 22. Ayet)

Allah Resulü kendisine karşı yapılan eleştirileri önce dinlerdi, sonra da güzel olanı alırdı. Çünkü O hep, ‘sözün güzelini’ söylerdi. Söylediği sözlere önce kendisi uyar, sonra da uymaları için insanlığı çağırırdı …

Evet, Allah Resulü arkadaşları tarafından eleştirildi, fakat O, bundan asla rahatsız olmazdı. Her defasında şunu söyledi. ‘Mü’minler birbirini yıkayan iki el gibidir’.

Hz. Peygamber, kendisini eleştirenlere karşı bir şey demediği gibi, kendisini de hiçbir zaman ‘lâyüs’el’ (Sorumsuz) görmedi.

Fakat Allah Resulü, ‘Bir’i Mauna’ da pusuya düşürülen 70 Muallimler kafilesinin öldürülmesine çok üzüldü. Bunun üzerine katliamın failleri için bir ay boyunca bedduada bulundu…

Ebu Bera’nın yeğeni Âmir, kalabalık bir ordu ile baskın yaptı. Baskında Mü’minler, hüzün gözyaşları dökerken, Münafıklar ve Yahudiler büyük sevinç yaşadı…

Bunun üzerine bizzat Allah, ‘(Ey Muhammed!) Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik!’ Diye ikaz etti. (Enbiya Suresi 107. Ayet)

Yani, Ey Nebi biz seni, insanlığa beddua edesin diye değil, onlara sevgi ve merhameti öğretesin diye gönderdik! Demişti.

Görüldüğü gibi Hz. Muhammed bir zorba, görüşlerini dayatan bir diktatör değil, aksine görüşlerini dayatan diktatörlerin hâkimiyetine son vermek için gönderilen bir elçiydi.

Hz. Peygamber tebliğinin yanı sıra, Sevgi Medeniyetini kurmak için gönderilmiştir. Çünkü insanlık bugün bu Sevgi Medeniyetinden çok uzakta bir hayat sürüyor…

Kimse kendini özgür hissetmiyor, sorunlarını çekinmeden konuşamıyor, kimse doğrunun yanında yer almadığı gibi doğruyu da söylemiyor, herkes herkesi aldatmaya çalışıyor…

Bu itibarla İslam Ümmeti, Sevgi Medeniyetini yeniden inşa etmek zorundadır.

Allah; Hz. Peygambere Medine’de en güçlü olduğu bir dönemde insanlara şöyle söylemesini istedi:

‘Şeytana ve putlara kulluk etmekten kaçınıp, Allah’a yönelenlere, onlara, müjde vardır. Dinleyip de, en güzel söze uyan kullarımı müjdele. İşte Allah’ın doğru yola eriştirdiği onlardır. İşte onlar akıl sahipleridir.’ Zümer süresi 17/18 Ayetler

O halde eleştiri yapmak rafa kaldırılmamalı, sorgulamanın “Özgülük”  olduğu, insanları gücün yanında tutmamalı, totaliter bir yönetime biat etmekle, hırsızlık ve yolsuzluğun aynı şey olduğu unutulmamalı…

Eğer Muktedirin her dediğine evet yerine hayır denmiş olsaydı; İmam-ı Azamlar cezaevinde hiç ölmezdi!?

Yazık ki, Emevi ve Abbasi saltanat sahiplerine İmam-ı Azam gibi âlimler hayır diyemedi.

Abbasi Devleti’nin ikinci halifesi Ebû Cafer el-Mansur, Ebu Hanife’yi Bağdat’ta hapsettirip işkence ettirmiş ve zehirleterek öldürtmüştür.

İktidar bizden olunca, akan sular durmamalı ve kimin ne yanlışı varsa, mezhebine, dinine, mahallesine bakmaksızın eleştirilmelidir.

Zira diktatörler eleştiri kabul etmezler…

Halkının % 99 Müslüman (!) olanlar; doğrunun yanında, eğrinin karşısında olmalıdır.

Bu ülkenin yer altı ve yerüstü zenginlikleri herkese yetecek kadar büyüktür. Yeter ki gözü aç insanlar hırsa ve telaşa düşmesin

Fakat Sevgi Medeniyeti inşa edilmediği için, bir avuç karnı tok seçkin, geriye kalan muhtaç yığınlara hükmediyor.

Şimdi bu yapılan yanlışları düzeltecek, yıkılanları tamir edecek aydınlara/beyinlere ihtiyacımız vardır.

Fakat bu toz/duman ortamda bunlar nasıl yapılır, memleket bu doğrultuda nasıl bir yol alırı, inanın ben de kestiremiyorum.

Fakat Muhafazakâr kesim İslam’a sadece bir inanç (religon) olarak baktığından, Kur’an’ın ne söylediğini bir türlü anlamıyor…

Bunun sebebi; muhafazakârların cehalet, taassup ve hırsından kaynaklanıyor.  

Ayrıca Kur’an, ‘sakın öldürme, iftira atma, çalma, yalan söyleme, insan haklarını ihlal etme vs diye bağırmasına, rağmen, muhafazakârlar kılını kıpırdatmıyor! Hâlbuki bunların cezası çok ağırdır

Onlara ‘Allah’ın indirdiğine uyunuz’ dendiğinde, ‘Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız’ derler. Ya ataları akıllarını kullanamamış, doğruyu da bulamamış idiyseler de mi? Bakara suresi 170. ayet

Demek ki bu sorgulama, gelenekçi ve muhafazakâr kültürde yoktur. Sorgulayanları da modernizmin etkisinde kalarak yeni bir din icat ediyor diyorlar.

İslami görünümlü ülkelere bakın; her şeyin temelinde cemaatlerinin, tarikatlarının, mezheplerinin Emevi, Abbasi ve Osmanlıya kadar uzanan sorgulanmamış ‘Atalar Kültürü’ olduğunu, yani kanlı iç savaşların, ayaklanmaların, ardı arkası kesilmeyen entrikaların sebebini görürsünüz…

Öyle ki bu kültür, İslam Dünyasına pekte huzur ve barış getirmemiştir. Kimsenin kimseyi öldürmediği, kimsenin kimseye saldırmadığı, savaş açmadığı, açlıktan ayaklanmadığı bir zaman yaşamamıştır.

Bütün bunlar dinin aslında olmayan kültür, örf ve geleneklerden kaynaklanmıştır.

Sümer’lerden bu tarafa sürüp gelen devlet geleneği, hep Tanrının gücünü temsil etmiştir.

Devletlerin yapısında Tanrı figürleri kullanılmıştır. Devletin başında olan kişi, Tanrının gücünün temsilcisi olmuştur. Bizans/Ortodoks geleneği üzerine kurulmuş olan Osmanlı Devletinin başında yer alan Padişahlar da, ‘Allah’ın yeryüzündeki gölgesi’ olmuştur.

Kültür İslam’ı hep dinin Ritüellerini canlı tutmak istemiştir. Namaz, Oruç, Cuma, Hac, kurban, tespih ve zikre önem verilmiştir…

Bunun sebebi:

Müslümanların işledikleri cinayet ve kötülüklerin sorumluluğundan kurtulmak içindir. Hâlbuki cinayet ve kötülük, bunların yerine asla geçmez!!!

Kuran’da savaş ayetleri vardır. Lakin bu ayetler, savunmaya yöneliktir.

Mesela İslam’da öldürmek, büyük günahlardan sayılmıştır.

Fakat Selefi zihniyet Kur’an’a: ‘İnanmayanları nerede bulursanız öldürün’ diye söyletmiştir.

İşin aslı böyle değildir.

Kur’an-ı Kerim, ‘İnanmayanları nerede bulursanız öldürün’ demiyor.

Orada inanmayanları değil, ‘Sizinle savaşanları, sizi yok etmeyi, ülkenizi işgal etmek isteyeni, nerede bulursanız etkisiz hale getirin’ diyor. (Muhammed/4)

O halde, Din ve Kur’an davranışa dönüşürse bir anlam kazanır. Bir Müslüman için Din, davranışlar bütünüdür. Ritüelsiz din olmaz ama din de sadece ritüelden ibaret değildir.

Din sadece kültürel bir değer değil, zulme isyan, haksızlığa başkaldırı, adalet için mücadele, zayıfın yanında yer almak, öksüzün başını okşamak, yeşili korumaktır

Hz. Peygamberde:

Sizin en hayırlınız insanlara faydalı olanınızdır’ buyurdu. Bu dini, insanı ve Müslüman’ı anlatan en güzel sözdür.

Mahmut AKYOL