HAC BAYRAMINIZ MÜBAREK OLSUN!

logo5

HAC BAYRAMINIZ MÜBAREK OLSUN!

İslam, “Sosyal” içerikli bir dindir.

İslam, “birlik, beraberlik ve kardeşliktir.

İslam selam, barış dinidir.

Hz. Peygamber buyurdu ki, “Komşusu açken, tok yatan bizden değildir.”

Demek ki dinin asıl amacı, derdi olanla dertleşmektir.

Hz. Ali dedi ki, “Açın dini sorulmaz!”

Ülkemizde ve ülkemiz dışındaki açlara bir bakın, bir lokma ekmekten başka bir dertleri yoktur.

Allah Taala buyurdu ki Unutmayın ki, o kurbanların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır. Sizden Allah’a ulaşacak olan tek şey takvanızdır. Allah böylece o hayvanları hizmetinize verdi ki, sizi doğru yola ilettiği için tekbir getirerek Allah’ın büyüklüğünü ilan edesiniz! Resulüm! Artık o iyilik eden ve işini güzel yapanları müjdele!”

Hac Suresi 37. Ayet

Eğer Kurban keserseniz önceliğiniz yoksullar olsun, yoksa kesmenize gerek yok.

Hiç kurban kesilmese, sadece hacca gidenler kesse de olur.

Nasıl ki Ramazan bayramı kendini tutmayı öğrenmek, açlarla, yoksullarla buluşmak ve kucaklaşmak ise, Kurban bayramı da yakınlaşmak, fedakârlık yapmak, kaynaşmaktır.

Haksız yenilen bir lokma ekmek, insanın kıyametidir.

Hayatta kavram olarak Ölüm, Afet, Kıyamet denilen üç şey vardır.

Kur’an’ı Kerim bu üç gerçeği haber vermek suretiyle insanları uyarır. Haber vermede ki sebep, insanların dünyadaki hayatlarını dengede tutmak içindir.

Kur’an’ı Kerimde önem ve öncelik verdiği bu üç şeyin geliş amacında ki adı ‘inzardır

Yani Kur’an’ı Kerimde ‘intizar’ yoktur. Bir kurtarıcıyı bekliyor olmak Kur’an’ın ruhuna aykırıdır. Bu bağlamda ‘Mehdiyi’ beklemek, Kur’an’ın yapısı ve ruhuyla asla bağdaşmaz.

Dünyanın, ahiretin, mülkün dengesini ayarlamak Allah’a aittir. Kur’an’ı Kerim bize döne, döne bunu anlatır.

Otoriter olan makam Allah’tır!

Cellâdına âşık olmuş bir millete ister ezan dinlet, ister çan dinlet, koyun gibi dinler, itiraz etmiyorsa sürüleşmişse millet, yok olmaya mahkûmdur…

Devlet adamı yönetime, ceketiyle gelir ceketiyle gider…

Devleti yönetmek, açgözlü ve bencil insanları yönetimden tasfiye etmekle olur.

Eğer Müslümanlar hac bayramlarını hakkıyla yapsalardı, kardeşliğini beldelerinde yaşamış olurlardı.

Kur’an’ı Kerimde:

Üzerine Allah’ın adı anılmadan kesilen hayvanlardan yemeyiniz! Şüphesiz bu büyük günahtır. Gerçekten şeytanlar dostlarına, sizinle mücadele etmeleri için telkinde bulunurlar. Eğer onlara uyarsanız, şüphesiz siz de Allah’a ortak koşanlardan olursunuz.” En’âm Suresi 121. Ayet

Kurban, dinler tarihinde ilk ortaya çıkan bir ibadettir. Yani namazdan, oruçtan önce kurban vardı…

İnsanlar ne olduğunu bilmedikleri şeylerden korkmuşlardır.

Mesela insanlar rüzgârdan, depremden, yıldırımdan korkmuşlardır. Hani, daha insan zihninde Allah fikri doğmamışken onları memnun etmek için kurban kesmişlerdir.

Kurban, sadece hayvanlardan olmamış, kendi çocuklarını da kurban etmek istemişlerdir.

İslam’a baktığımız zaman Kur’an’ı Kerim’de Hz. İbrahim kıssası ibreti âlemdir. Zaten kurban, yakınlaşmak demektir. Kurban bayramı aslında, garip guraba bayramı demektir.

İslam’a baktığımız zaman Kur’an’ı Kerim’de Hz. İbrahim in kıssası anlatılır. İbrahim’in rüyası vesile kılınarak buna engel olunmak istenir.

İbrahim oğlunu kurban ettiğini görür rüyasında. Rüyasını gerçekleştirmeye kalkar. Onu Allah’ın emri zanneder. Fakat son dakika içinde bir his uyandırılarak kurban kesmesine engel olunur.

Dolayısıyla insan kurbanına engel olundu ama onun yerine de koç verildi deniyor. Hâlbuki Kur’an’ı Kerim’de koç verdik falan demiyor. “Biz onu büyük bir hata yapmaktan kurtardık” diyor.

Oradaki zebih kelimesi büyük hata yapmak anlamına geldiği gibi bir hayvanı kurban etmek anlamına da geliyor.

Dolayısıyla bunu yanlış yorumladıkları için İbrahim’e koç verildiği mitolojisi oluşmuş.

Kuran’da kurban ayetleri haritasının hiçbirinde kurban kes demiyor. Kurban kesin, diye bir emir Kuran’da yok.

Kesiyorsanız yoksullara dağıtın, yoksa kesmenize gerek yoktur. Ben sizden böyle bir şey de istemiyorum…

Müşrik ortak olmaya kalkandır, Kâfir de örten demek… Kur’an buna ilahlaşmak, Rableşmek diyor ve “La” dememizi istiyor…

Kardeşlerim, şu birkaç cümleyi dilinize pelesenk edin..!

  • Ey sonsuzluğun sahibi sana ulaşmak istiyorum.
  • Allah’ım ilmimi artır, gönlüme genişlik ve ferahlık ver.
  • Allah’ım çabalarımı sonuçsuz bırakma.
  • Bencilliğimi körelt ki güzel bakayım.
  • Üzerimde hakkı olanlara rahmet et.
  • Allah’ım gaybı senden başka kimse bilemez. Sonumuzu hayırlı kıl. 

Mahmut AKYOL

 

BATI, ABD, IRKÇI İSRAİL VE AHLAKIN MAHİYETİ…

logo5

BATI, ABD, IRKÇI İSRAİL VE

AHLAKIN MAHİYETİ…

Eleştirmek sorunları çözmez. Dahası eleştirmek sorunları daha karmaşık hale getirir.

Herhangi bir sorunu çözmek için üzerinde düşünmek ve sancı çekmek gerekir.

Allah, insana aklı boş yere vermedi.

İnsana akıl düşünsün, araştırsın, konuşsun, müzakere yapsın diye verdi.

Ne hazin bir durumdur ki, günümüz insanları aklını Mülkle yer değiştirdi.

                          ***

Geçtiğimiz günlerde Mezhepler Savaşından bahsetmiştim.

Bu savaşı durdurun. Yoksa taraflar bedelini çok ağır öder.” Demiştim…

Yemen, Sudan, Suriye ve Irak iç savaşlarını hafife almayın. Böyle giderse yangın Afganistan, Lübnan, Bahreyn, Türkiye, Pakistan’ı da saracaktır…

Suudi Arabistan öncülüğünde ki “Arap Sünni Koalisyonu”, İran’ın “Şii Koalisyonu”, diğer yandan İsrail, Kuzey Irak Kürt ve PKK güçlerini koruyan “Batı ve ABD Koalisyonu”, İsrail’i “Yeni Dünya Savaşına” hazırlıyor…

Hak ve hakikatten kopmuş, gücünü kuvvetten almış, hiçbir ahlaki sınır tanımayan güçler, dünyayı yıkmaya çalışıyor!

Yeni Dünya Savaşı, “Orta Doğudan” çıkacak, buna da ırkçı İsrail sebep olacaktır

Bu savaştan kim karlı çıkacaktır?

Kim çıkarsa çıksın sonun da; kendisiyle birlikte bütün dünyayı kıyamete doğru bir adım daha yaklaşacaktır.

Doymak bilmez bir hırs yüzünden dünya da:

Barış, kardeşlik, eşitlik aranır hale gelecektir.

Eğer İsrail oğulları kendilerini üstün bir ırk görmese, Batı ve ABD dünyayı sömürmeyi terk etse; eminim ki, yeryüzünde Salih’in devesi bağlamaya gerek duyulmayacaktır.

Beri taraftan Batı, insanları tahrik etmese, Orta Doğudaki ihtilafları kaşımasa, Selefi fikre sahip bir İşit, El Kaide, El Nusra, Eş Şebab gibi örgütler kendiliğinden bitecektir.

İslam dünyası “Mezhep Savaşlarıyla” büyük felaketler yaşarken, Küresel Güçler bu fırsatı kaçırmıyor, İslam topraklarına türlü bahaneler ileri sürerek, fitne çıkarıyorlar. Yangın her geçen gün bir ülkeye yayılıyor.

Mezhep savaşları, Batı’nın istihbarat örgütlerinin büyük bir oyunundan ibarettir. Ama onlara zemin hazırlayanlar da Şii Diplomasisi ve Vahhabiliktir.

Batı dünyası, İsrail’de bir kişinin burnu kanasa, dünyayı ayağa kaldırır. Batı, İslam ülkelerinin parçalanmasına sessiz kalıyor.

***

Hâlbuki her canlı, bir erkekle bir dişiden oluşur.

Oluşumun mekânı rahimdir. Gizemi çözülememiş olan rahim, sevgi ve merhamet yuvası demektir.

Allah’ın var ettiği bütün varlıkların ilk yaşamı burada başlar. Tohumun rahimi topraktır, ağacın rahimi sudur, odunun rahimi ateştir.

Allah’ın bu yaratılışı kesintisiz kıyamete kadar sürecektir.

Zalimlik ve cahillik insanın fıtratından gelir. Eğer insan, bu fıtratı sürdürürse sonunda hayvanlaşır ve cehennemi hak eder. İşte azgın ve sapgın dünyanın hali…

Bu bakımdan insanın insan olması için tüm benliğiyle tarihi, tabiat ve hayatın kendi üzerinde yoğunlaşması gerekir.

Bu da insanın Kâinat kitabını okuması gerekir. Gözünü yıldızların ötesine dikmesi, varoluş sancılarını çekmesi, kendi kozasını örmesi, üzerindeki zalimlik ve cahillik örtüsünü kaldırması, mazlumların yanında durması, zulme ve zorbalığa meydan okuması gerekir.

Bu sebeple insan, kendi ahlaksızlığını ortadan kaldırmalıdır. Hayatına soktuğu “Dinar ve Dirhemin” mahiyetini unutmamalıdır.

Kur’an’ı Kerimi zayıfın ve ezilenin gözüyle okumalıdır. Mülkün Allah’a ait olduğunu ve Kur’an’ın “Mülk” etrafında döndüğünü görmelidir.

Müslüman’ın Kur’an’ı, Allah’ı görüyormuşçasına (ihsan) ve Kıyamete de gidip gelmişçesine (yakin) iman etmelidir.

Din, hayatta yapılan tüm davranışlarımızdır.

Peygamberlerin geliş nedenleri de insanlara bunları haber vermek içindir.

Kur’an inananların, “adalet, iyilik güzellik ve doğruluk” peşinde koşmasını ister. Kur’an, inanana öğüt veren ve sorumluluk yükleyen bir kitaptır.

İşte insanların içinden çıkamadığı alan burasıdır.

Yani insanlar, sorumluluk almaktan kaçıyor ve sorumsuz bir din istiyorlar.

Özetle söylemeliyiz ki, insanın ve toplumun bozulmasının ana sebebi budur.

Ahlakın adaletle sıkı bir münasebeti vardır. İş ahlakı, bilgi edinme ahlakı, mesleki ahlak, çalışma ahlakı, insani davranış ahlakı, sosyal ahlak bunlardan bazılarıdır.

Ahlak, “Sana yapılmasını istemediğin şeyi başkasına yapmamaktır”

Toplum hayatındaki yanlışlara devlet: “suç”, dini hayatındaki yanlışlara “ahlaksızlık” denir.

Din Dilinde çalmak, öldürmek, cehalet ve tembellik bir ahlaksızlıktır.

Suyu yeterinden fazla kullanmak, vebaldir, ahlaksızlıktır. Kin duymak, etrafa öfke saçmak, ahlaksızlıktır.

Yaşadığı vatan Topraklarına ihanet, bayrağı yok saymak, ahlaksızlıktır.

Küfür ahlaksızlıktır.

Siyasetin dilini bozmak, ahlaksızlıktır.

Din, (İslam) ve Nebi varken, bunların yerine bir şeyleri koymaya çalışmak, şirk ve küfür dili kullanmak ahlaksızlıktır.

Yani dünya bu ahlaktan yoksundur!

Mahmut AKYOL

KABİRDE AZAP VAR MI?

logo5

KABİRDE AZAP VAR MI?

Kabirde azap yoktur.

Kabirde azap vardır hususu bazı kimselerce; En’am suresi 93, Enfal suresi 50 ve Mü’min suresi 46 ayetini delil olarak göstermişlerdir.

Kaldı ki En’am suresinin 93 ayetinde kabir azabı değil, kendisine Allah’tan vahy geldiğini söyler. İnsanları aldatan zalimlerin ölüm anlarını anlatır. Enfal suresinin 50. ayetinde durum aynı, yani inkâr edenlerin ölüm anındaki durumlarını açıklar.

Her iki ayette de kabirden bahsetmez ki, bunun adı kabir azabı olsun. Ayrıca bu ölüm anında mahiyetini tam olarak bilemediğimiz bir azabı anlatır.

Mü’min suresi 46. ayetinin kabir azabıyla uzaktan yakından alakası yoktur.

Kabir azabının varlığını ispatlamaya çalışan  Ramazan El Butinin İslam akaidini delil olarak göstermiştir.

Çok ayrıntıya girmeye gerek yok, bu azap kabirde değil, kıyamet gününde olacak olan bir azaptır. Ama ölüm halindeki azap kıyametten önceki bir azaptır.

Çünkü  başta:

Onlara dünya hayatında azap vardır. Ahiret azabı ise elbette daha çetindir. Onları Allah’tan koruyacak’ da yoktur.”

Ra’d suresinin 34. Ayet

O kâfirleri dünya ve ahirette şiddetli bir azaba çarptıracağım, onların hiçbir yardımcıları da olmayacak.

Al’i İmran suresi 56. Ayet

Yukarıdaki iki ayet dünyada ve ahirette azap diye yorumlansa da, Kabir azabı var diye yorumlanamaz.

***

“Ölüler cansız ve şuursuzdurlar, yani kabirde acı çekmek ve nimetlerle  mükâfatlanmak yoktur.”  

Nahl suresi 21. Ayet

“İlk ölümden başka bir ölüm tadılmayacaktır, yani kabirde dirilmek yoktur.” 

Duhan suresi  56. Ayet

“Diriltilirken dünyada kaldığınız zamanın çok az olduğunu sanırsınız, yani öldükten sonra hatırlanılan kabir hayatı değil, dünyadaki hayattır. 

İsra suresi   52. Ayet

“Ahirette rabbimiz bize yaptıklarımızı haber verecektir. Yani kabirde haber verilmesi yoktur.“  

En’am suresi  60. Ayet

“Kabirden kalkıldığında büyük bir şaşkınlık olacak, yani kabirde daha önceden bilgilendirilme olsaydı şaşkınlık olmazdı. 

Yasin suresi 52. Ayet

“Kıyamet günü kişi ne yaptığını ve yapmadığını görecektir. yani bunu hiçbir zaman kabirde göremeyecektir. 

İnfitar suresi 4 ve 5. Ayetleri

“Kıyamet saati geldiğinde ölüler dirilecek, yani daha önce kabirde dirilmek ve azap çekmek yoktur. 

Hacc suresi  6  ve  7. Ayetleri

“İslamı din olarak benimsemeyenler ve imtihanı kaybedenler, ahirette imtihanı kaybetmiş olacaklardır, yani kabirde değil” 

Al’i İmran suresi 85. Ayet

***

Şimdi de Kabir azabına delil olarak gösterilen hadislere bakalım. Çünkü bu hadislerin tamamı uydurmadır.

Çünkü büyük günahlardan azap görmeyen ancak “koğuculuk” yapan ve “bevlinden” sakınmayan bir kişi kabir azabı görüyormuş!

Buda O’nun Kur’an ayetlerinden habersiz olduğunu gösterir. Çünkü Allah’ın yasaklamış olduğu bu gayri ahlaki tutuma biz büyük günah değil diyemeyiz.

Yine Allah’ın hakkında hiçbir nass indirmediği bevlinden sakınmama konusunda da azabın olamayacağını İslam dinini özümseyen herkes bilir.

Bu hadislerin en meşhurlarından birinde de Ölen kişinin sabah akşam kıyamet günündeki yerinin gösterileceğinden bahsedilmiştir.

Şuna bakın! Hadisi uyduran Kur’an’ı anlamaktan ne kadar uzak…

Çünkü kişiye hesap sorulmasının ve imtihanın sonucu olan ceza ve mükâfatın kabir hayatında değil de, ahiret hayatında verileceğini açıklayan onlarca ayetten habersiz bir şekilde ve o ayetleri hiçe sayarak bu yalanı uydurmuşlardır.

Yıllarca bu bilgileri okuyanda peygamberimizin sözü sanarak bu uydurmalara inanmışlardır.

Bazen Kur’an ve aklı kullanarak bu uydurmaları reddedenlerde çıkmış ama onlarda bidatçi, sapık, ehli dalalet…

İtham ve iftiralara maruz bırakılarak susturulmaya çalışılmıştır.

Aslında Kur’an’da ki ahiret hallerini az çok bilen hiç kimse kabir hayatına ve o hayatın azap ve nimetlerle geçirileceğine inanmaz.

Çünkü mahşerde toplanılması, amel defterlerinin getirilmesi, mizanın kurulması ve peygamberlerin şahitlik ederek dilediğini Allah’ın affetmesi ve insanların cennete ve cehenneme gitmesi…

Hepsi o gün yani kıyamet günü olacaktır. Onlar olmadan bir kişinin azaba çarptırılması mümkün değildir…

Son olarak, Allah’ın kitabındaki diğer ayetlerden de kabir azabının olamayacağı anlaşılmıştır…

Mahmut AKYOL

BEYDEBA’NIN “Kelile ve Dimne“ ESERİNDEN BİR ALINTI

logo5

BEYDEBA’NIN Kelile ve Dimne” ESERİNDEN BİR ALINTI

Hintli Filozof Beydeba, “Kelile ve Dimne” eserinde insanlara ders niteliğindeki konuları hayvanların diliyle anlatır.

Bir zamanlar Çin ülkesinde Hümayun Fal adlı bir padişah ve ona bağlı, Haceset Ray adlı bilgin, yönetimde usta, idarede adil bir veziri varmış.

Haceset Ray’ın görüşlerine çok önem verdikçe halk zengin ve refah içinde yaşarmış.

Günlerden bir gün Hümayun Fal ava çıkmak istemiş ve yanına veziri Haceset Ray’ı almış.

Hava Çöl sıcağı gibi sıcakmış.

Haceset Ray:

“Bu sıcağa dayanılmaz Padişahım, güneş batıncaya dek bir gölgede dinlensek demiş.”

Padişah da sıcaktan bunalmış, vezirin  teklifini kabul etmiş. Kalın gövdeli bir ağacın altında dinlenmeye koyulmuşlar.

Kalın gövdeli  ağacın kovuğunda bir arı yuvası görmüşler. Binlerce arı üşüşüp duruyormuş.

Vezir, Padişah’a demiş ki:

“Bu hayvanlar, toplu halde yaşarlar padişahım. Yasub adında bir beyleri vardır. Bütün arılar ona bağlıdır. Hiç biri Yasub’un sözünden çıkmaz. Yasub, arıların beyidir. Diğerlerine göre daha büyüktür. Yönetiminde ona yardım eden pek çok arı daha vardır. Yasub, Padişah gibidir. Çevresinde vezirleri, komutanları, yardımcıları bulunur, demiş.”

Padişah, vezirin anlattıklarını ilgiyle dinliyormuş.

“Arılar işlerini görürlerken ilginç bir yardımlaşma örneği sergilerler. Getirilen balı koyacakları altı köşeden oluşan düzgün gömeçler yaparlar. Bu altıgen evcikler balla doldurur ve kapatırlar. Bal, çok şifalıdır. Arılar, çiçekten çiçeğe konarak toplarlar bu özü.”

Padişah, dinliyor…

Vezir:

“İşin ilgi çeken bir yanı daha var Padişahım, demiş.”

“Arılar çok temiz yaratıklardır. Doğrusu, bu kadar çok gezen hayvancıklar üzerinde en küçük bir pislik taşımazlar. Şaşırtıcı değil mi? Zaten, ayağında ve kanadında bir pislikle dönseler, içeri alınmazlar.”

“Kovanın girişinde bekçi arılar bulunur. Sıkı bir temizlik kontrolü yaparlar. Ola ki, içeri üzerinde pislik olan bir arı yanlışlıkla girse, diğerlerine ibret olsun diye hemen öldürülür. Bu emri, bey arı verir.”

“İlginç olan, arıların hepsi silahlıdır. İğnelerini birbirlerine karşı değil, kovanın güvenliği için kullanırlar.”

Padişah Hümayun Fal, kovandaki bu düzeni iyiden iyiye merak eder ve incelemeye koyulur. Nasıl olur! Der…

Padişah, arılarda görülen bu düzen insanlarda niçin yok! Asıl insanlarda olması gerekmez mi? Temizlik, düzen, çalışkanlık, yardımlaşma insanlarda olması gerekmez mi?

Vezir:

“Bu hayvanların hepsi aynı özellikte yaratılmıştır, Padişahım.”

“Oysa insanların her biri farklı kişiliğe sahiptir. İnsanın bir melek yönü, bir de kötülük yanı vardır. İnsanlar hem iyiliğe, hem de kötülüğe eğilimlidir. İyiler her zaman daha azdır. Fakat bizler, yüce ruhlu insanlarla irtibatımızı kesmemeliyiz, Padişahım. Hele bir padişah asla, halkından uzak ve habersiz olmamalı demiş.”

Padişah:

“Peki, insanların “hırs” denilen duygusu ne olacak? Daha fazlasını elde etmek için zayıfı ezerler!?”

Vezir:

İnsanlar topraktan yaratılmış, topraktan gelen gıdalardan beslenmiş… Şeytan, ateşten yaratılmış…

İnsanın içindeki kötülükler, (hırs, öfke, şehvet) temsilen kullanılmış.

Allah, Âdeme ruhundan üflemişti.

Âdem ev yaptı, kan döküp fesat çıkarmaya karşı çıktı, eşya yapma yeteneğini kullandı,  kendini tutma (oruç) ve hukuk kuralları (şeriat) getirdi ve böylece uygar yaşamı başlattı.

Kur’an’da ki Âdem budur.

Her doğan çocuk bir Âdem’dir ve Âdem kıssası her doğan çocukla yeniden başlar

Evrim, Allah inancıyla çelişmez, bilakis evrim Allah’ın en büyük ayetlerinden birisi olarak da görülmüş.

Allah’ın varlığı veya yokluğu bilimin konusu değildir.

Vezir:

“Padişahım bunu önlemek için, adaletli bir yönetim gerekir, demiş.

“İçinde yaşadığımız dünyaya bakın. Her şey bir kurala bağlı…

Hiçbir şey başıboş değil. Yüce Yaratıcı evrenin işleyişini bazı yasalara bağlamış. İnsanın mutlu olması bunlara uymakla sağlanıyor, demiş. İlave etmiş:

“Tabi ki toplumu yöneten bizler bu düzeni sağlayabiliriz, Padişahım.”

Lakin:

– Öncelikle padişahın bilgili olmalı,

– Yetenekli insanları çevresine toplamalı,

– Onların düşüncelerinden yararlanmalı ve

– Çıkarcı kişileri yanından ve yönetimden uzaklaştırmalı… 

Tıpkı arılarda olduğu gibi…

Vezir:

Padişahım, saltanat güç demektir. Güç, çıkarcıların eline geçerse; olmamış şeyleri olmuş gibi gösterirler. Padişaha yalan söylerler.

İşin içine bir de yalan girdi mi, artık; düşmanla rekabet edilmez olur, toplumun düzeni bozulur, yıkım mukadder olur der vezir…”

Mahmut AKYOL

 

 

İSLAM DEVLETİNİN SOSYAL VE FELSEFİ BOYUTLARI VE BEŞ TEMEL KAVRAM

logo5

İSLAM DEVLETİNİN SOSYAL VE FELSEFİ BOYUTLARI VE BEŞ TEMEL KAVRAM

Şeriat yol demektir. Kelimenin anlamını bilmeyen “yobazlar”, İslam’ı yanlış anlamışlardır. İslam’a hakaret anlamında ”kahrolsun şeriat” demişlerdir…

Din yağmur, şeriat toprak gibidir. Yağmur, indiğinde toprağa göre şekil alır.

Hâlbuki İslam, Mekke’de Devrim yapmış, Medine’de Adalet Devleti kurmuştur.

Mekke’de ki devrimin ve Medine’de ki devletin amacı, “Adalete” dayalı bir dünya düzeni kurmaktı.

Amaç, tüm insanlığıDar-us Selamakavuşturmaktı…

Teori ve felsefe yönü itibariyle İslam’ın bir devleti vardır. Bu; Adalet Devletidir“.

Allah bazen varlığın diliyle konuşur.

Mesela insan bir şeyi attığında, “sen atmadın, atan bizdik” diyor Allah…

Yine açlık, darlık ve sıkıntı halleri insanların eliyle oluyor, “fakat Allah, darlığa biz düşürdük, sıkıntı ve belaları biz verdik” diyor…

İslam’da Devletin sosyal ve felsefi boyutları beş temel kavrama dayanır.

  • Adalet,
  • Emanet,
  • Ehliyet,
  • Meşveret ve
  • Maslahat

Bunları ete kemiğe büründürmek, dönemin şartlarına ve dönemin insanlarına bırakılmıştır…

Türkiye’de siyasi İslam’ın fikir babası Mehmet Akif’tir. Akif, aynı zamanda Cumhuriyetin kurucuları arasındadır.

İstiklal Marşı, “Türkiye Devletinin” manifestosudur. Fakat ne acıdır ki İslam’i zihniyet ve Akif anlaşılmamıştır.

Birçok Müslüman, bunun ne anlama geldiğinden hala bi haberdir. Müslüman kesimler hala “İslam Devleti” kavgası yapmaktadır. 

İslam’ın fikir ve siyasal yapı itibariyle Osmanlı Devleti gündeme gelmiştir. Bu fikrin en hararetli savunanların başında Mısırlı siyasi ve dini lider, Müslüman Kardeşler teşkilatının kurucusu Hasan el-Bennan’dır.

Kanaatime göre İslam, asli misyonundan kopmuş, bir yandan İslam buharlaştırılmış, diğer yandan da tabulaştırılmıştır. Hâlbuki İslam, su gibi akması, yaşadığı her yerle bütünleşmesi gerekir. 

Medine’de kurulan devletin ilk anayasal metninde Adalet kavramı vardır.

On Sekiz kabileyi bir araya getiren tutkal adalettir.

Eğer Medine’de bir devlet kurulmasaydı, içlerinde Yahudilerin de bulunduğu on sekiz kabile bir araya gelmez, anayasal bir metin ortaya çıkmazdı.

İslam’ın ilk doğuşundan itibaren 23 yıl boyunca, 62 savaş yapılmış, bunların 27’sine Hz. Peygamber bizzat katılmıştı, Diplomatik heyetler kabul edilmiş, zamanın büyük devletlerine elçiler gönderilmiş ve elçiler kabul edilmişti…  

Bu amaca uygun Kur’an’da onlarca ayet bulunmaktadır:

Rabbinin kelimesi söz ve adalet olarak kemale ermiştir.

En’am; 115

Yarattıklarımız içinde, hak yolu gösteren ve kendini adalete adamış bir millet daima bulunur.

Araf; 181

İlan et: Allah birdir (ehad). Bölünmez bir bütündür (samed). Doğmaz ve doğrulmaz. Hiçbir şey O’na denk olamaz!”

İhlâs; 1-4

Kur’an’ın bu sözleri, İslam’ın egemenliğini gerçekleştirmek, bir uygarlık tesis etmek ve insanlığı Adalet mülkün temelidir şiarına kavuşturmak içindi… 

Fakat karşı tarafa gelince:

Tanrı-devletlerin iddia ettiği gibi, Allah’ın yeryüzünde ki oğlu, hanedanının (temsilcisi, gölgesi) vardı. Burada Tanrı gücünü bir takım krallara, imparatorlara, hanedanlara taksim etmişti.

Hâlbuki İslam’da Allah, bölünmez bir bütündür. Birlik ve bütünlük sadece O’na mahsustur. Hiç bir şey O’na denk değildir. Yeryüzündeki hiç bir şey, Ondan bir parça değildir. 

Allah kimseyi soyuna bakarak asilleştirmiş değildir. Kimseyi oğul, kız, hanedan, seçilmiş soy vs. edinmiş değildir…

Allah, bizim gibi bir insanı peygamber seçmiş ve o da; bizlerin birbirimizle olan ilişkilerimizi “adalet” üzere yapmamız için yol göstermiştir. 

Görülen o ki, İslam’ın devlet talebi yokturdiyenlerin sloganının içi de boştur.

Bu sloganla iktidara gelenler ülkelerine koskoca bir hüsran ve hayal kırıklığı yaşatmışlardır.

Buna göre, Bin sene önce üretilmiş fıkıh kitaplarını devlet hukuku haline getirmek doğru  değildir. Çünkü hukuk dinamik bir süreçtir. Kendi çağında, kendi ikliminde, kendi ihtiyaçlarına göre sürekli yeniden üretilir.

Hukuk, sürekli içtihat ile yenilenmelidir. Yani adam gibi bir Adalet Devleti inşa edilmelidir.

Adalet Devleti bir sınıfın veya hanedanın değil, değerlerin esas alındığı devletin adıdır. 

Görülüyor ki İslam Devleti bizleri Akla, vicdana, adalete, doğruluğa, dürüstlüğe, haram yememeye, yetim hakkına el uzatmamaya, yolsuzluk yapmamaya, rüşvet yememeye çağırır.

Mahmut AKYOL