TÜRKİYE’YE GELEN YABANCI SERMAYE VE İHTİLALLER!

logo5

TÜRKİYE’YE GELEN YABANCI SERMAYE VE İHTİLALLER!

Dünyanın en stratejik ülkesi olan Türkiye’nin yine işi zor…

Neden zor?

Çünkü:

“Yol üstünde bağı olanın başı beladan kurtulmaz.”

Binlerce ajan, satılmış yüzlerce insan, hazır kıta durmuş bekliyor!

İsrail’in “su savaşları”, dünya kıyametini kopacağa benziyor…

Müslüman Ülkelerinin neden yıkılmak isteğini anladınız mı?…

İşe; Türkiye’den başlamak lazım.

Avrupa ve Asya arasında köprü olan Türkiye, bu yüklere daha fazla ne kadara dayanacak?

Maden, petrol, doğal gaz gibi zengin yer altı kaynaklarını yönetmeye hâkim güçlerin her zaman istilasına muhatap olan bir Türkiye’nin işi gerçekten zor!…

İsrail ve Vahşi Batının gözü ve derdi “bor” madenlerimiz, yer altı ve yer üstü zenginliklerimizdir.

Kazanmak hırsı uğruna “helal/haram” tanımayan, İsrail ve Vahşi Batı’nın bütün derdi, bize bu nimetleri yedirtmemektir.

Bakın nasıl?!

Büyük Strateji Oyuncuları” olan dış güçler, Osmanlı Devletinin boşluğunu hemen kan ve gözyaşıyla doldurdular!

Ortadoğu, Kafkaslar, Balkanlar bir gün uykusunu almış olarak yeni güne uyanacaktır…

Kafkasya ve Orta Asya’daki Türk devletleri içinde meydana getirilen darbeler ve kargaşalar, bir türlü son bulmuyor…!

İşte, Türkiye’de oynanan olaylar bundan ibarettir.

Yoksa üç/beş insan, Türkiye’nin sokaklarını kirletemez! Çünkü Türkiye’nin bağrı şüheda yatağıdır, üç/beş insanla kirlenmez!

Ey millet evladı, sana sesleniyorum, dostunu ve düşmanını iyi tanı…!

Dış Güçler Türkiye’yi bölmek ve parçalamak için üstümüze geliyor. Türkiye’yi dünya kamuoyu önünde terörist, istenmeyen bir millet ilan etmeye çalışıyorlar!

İlk yazıyı bulan, toplumda adaleti sağlamak için ilk yasaları çıkaran ve mahkemeleri kuran, ilk para kullanan ve vergi toplayan, ilkokul açan ve tekerleği bulmuş olan Mezopotamya’dan çıktığını örterek, Yunan ve Roma medeniyetini dünyadaki ilk medeniyet olduğu yalanını yaydılar!

Yurdumun içinde ki olayları anlamak için:

Kısır çekişmeleri bir tarafa bırakıp, resmin tamamını görmeye çalışın.

Göreceksiniz ki David Rockefeller’in bizim için ne anlama geldiğini iyi anlayın.

Bunun için ABD’de kurulan paranın gerçek efendileri olan “Yahudi İmparatorluğunun” bilinmesi gerekir. Değilse dünya ülkelerinin kaderini anlamak mümkün olmayacaktır.

Türkiye’nin Kapitalizmle tanıştığı zaman 1950 yıllarıdır. Bu tarihten itibaren ABD tarafından Türkiye’de “Komünizmle Mücadele Dernekleri” kuruldu ve finanse edildi.

ABD, şu tehlikeleri Türkiye pompaladı. Türkiye’ye komünizm gelecek. Ezan susacak, camiler ahır olacak, kadınlar ulu orta yerlerde olacak…

Bu korku sebebiyle, Menderes iktidar oldu.

Menderes, iktidar olur olmaz Marshall yardımları akmaya başladı.

Memleket çocukları ilk defa çarığı bıraktı, cızlavet ayakkabısını giydi. Ülkenin her yerinde camilerde ezan, aslıyla okunmaya başladı. İmam-Hatip Okulları açıldı.

Fakat kimse bunun bedelinin ne olduğunu ne bildi, ne anladı ve ne de sordu.

Yabancı sermayeye kapılar ardına kadar açıldı. ABD’den gelen borçlar katlanarak büyüdü, borç borçla ödenmeye başlandı.

Osmanlı’ ya dayatılan kapitülasyonlara benzer talepler peş peşe sıralandı. Bakir topraklarımız talana başlandı. Menderes geçte olsa, ülkeye dayatılan bu talepleri kabul etmeyince, iktidardan uzaklaştırıldı.

Halk psikolojisinin çocuk psikolojisinin altında olduğunu çok iyi bilen güçler, insanların diline attıkları üzerinden hemen darbe yaptı. “Basit birkaç söz isnat edildi ve sonunda Menderes idam edildi.”

Millet; ikinci sarsıntıyı 1980 darbesinde yaşadı. Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında ülkeye uygulanan ambargolar, halkı canından bezdirdi.

İnsanlarımız, yağ/tuz bulamaz oldu. Halk, karaborsacıların insafına terk edildi. Serbest piyasa ekonomisine geçmekten, ithal edilen mallara gümrük muafiyeti getirmekten ve ihracatımıza kota koyulmasına razı olmaktan başka bir seçenek kalmadı.

Bu ortamı oluşturmak için binlerce gencimizin kanı döküldü.

Provokatörler devreye girdi. Halk, sağcı/solcu diye ikiye bölündü. Sokak çatışmalarında her gün elli-altmış kişi ölmeye, çaresiz kalan hükümetler peş peşe gelip/gitmeye başladı.

Özal, Küresel Sermaye ’ye ülkenin kapılarını sonuna kadar açtı.  Yabancı şirketler, bakir topraklarımıza aç kurtlar gibi saldırdı.

Ticaret ahlakından yoksun olanlar, hayali ihracat yapıyor, banker skandalları o hale gelmişti ki arkadaş, dost, aile gibi kavramlar itibar görmüyor, sadece para itibar görüyordu. Ülke, iflasın eşiğine geldi. Alınan borçların yüksek faizleri kapatılamadı…

Özal, sonunda dayanamadı, küresel sermayenin isteklerini cevapsız bıraktığı andan itibaren, “iktidarda daha fazla tutulmadı.”

Bu sırada Özal’dan “Kürt” meselesini gündeme taşıması istendi. “Kürt Meselesi” zaten Kuzey Irak’ ta “Çekiç Güç” marifetiyle oluşturulmuştu. Bu örgütle uğraşmak ülke ekonomisine büyük zararlar verdi ve halen de vermeye devam ediyor. Şimdi; Türkiye’nin gelecekte başı ağrıyacağa benziyor.

Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalayarak Ortadoğu’daki petrol yataklarını ele geçirmek ve İsrail devletinin yolunu açmak için çıkarılmıştı.

İsrail devletinin kurucusu Theodor Herlz, o zamanki Osmanlı Padişahı II. Abdülhamit’e giderek, Filistin topraklarını satın almak istedi. Fakat padişah buna karşı çıktı. ”Kanla alınan bir toprak, ancak misli kan dökerek verilir.”

Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkmak çok zor olmadı.

Mason örgütleri tarafından kışkırtılan insanların çıkardıkları isyanlarla topraklar kaybedilmeye başlandı.

Hazine plansız harcamalarla tüketildi.

Büyük İsrail İmparatorluğu’nun temelini oluşturan İsrail Devleti 1948 yılında Rotschild Ailesi’nin cömert mali desteğiyle kuruldu.

Halen de bu amaçlar doğrultusunda çalışılmaktadır.

Mahmut AKYOL

BÜYÜK DÜŞÜNMEK, BAHÇE SAHİPLERİ KISSASI, YASAK AĞAÇLAR…

logo5

BÜYÜK DÜŞÜNMEK, BAHÇE SAHİPLERİ KISSASI, YASAK AĞAÇLAR…

Genelde “İslam” içerikli yazılar yazıyorum. Öyle zaman oluyor ki siyasi, ekonomik ve sosyal yazılar yazmak zorunda kalıyorum.

Rabbime şükürler olsun ki, yazılarıma binlerce kere ulaşmanın haklı gururunu yaşıyorum.

Ben bu ülkede yaşıyorum. Bu topraklardan rızkımı temin ediyorum. Bir aydın olarak fikirlerimi ve doğru kanaatlarımı yazıyor ve paylaşıyorum.

Fikirlerim bazı kişilerin düşüncelerine ters düşse de “canları sağ olsun” diyor yazmaya devam ediyorum.

Eğer Bizans Papazları, Ayasofya’da toplanıp “Meleklerin kanatları var mı/yok mu” diye tartışma içinde olmasalardı, belki Fatih’in İstanbul’u alması mümkün olmayabilirdi.

Eğer insanlar kafalarını “Deve Kuşu” gibi kuma gömmeselerdi, belki dünyanın nereye doğru gittiğini bilebilirlerdi!

Rabbim Allah, rehberim Kur’an, önderim Hz. Muhammed” demekle bu kavramları sadece tekrar edip durmak, kimseye bir fayda getirmezdi…

Şimdi Orta Doğu’da “Şii-Sünni” savaşının temelleri atılıyor.

Bununla beraber Mısır’da demokrasinin neden askıya alındığını, İhvan’ın neden tasfiye edildiğini, darbe yönetimi ile enerji koridoru arasındaki ilişkinin ne olduğunu düşünmek gerekir.

Acaba hiç Türkiye’nin Somali ile yoğun diplomatik ilişkilerini, neden kurmak istediği üzerinde düşünebiliyor musunuz?

Türkiye’nin devlet politikası olarak bölgede niçin var olmaya çalıştığını, Türkiye’nin jeopolitik sınırlarının buralardan geçtiğini biliyor muydunuz?

İşte Yemen, Türkiye’nin tutunmaya çalıştığı bu bölgenin tam karşısında yer alıyor. İran nasıl jeopolitik hesap yapıyorsa, Suudi nasıl petrol sevkiyatını garanti altına almaya çalışıyorsa,  Türkiye’nin de bölgede bulunmasını öyle değerlendirmek icap eder.

Eğer göklerden bayrak inmesin, ezan dinmesin, yeniden Marshall yardımlarıyla karnın doymasın, Kobani terörü ülkeyi yakıp yıkmasın diyorsan, büyük düşünmek zorundasınız.

Şii/Sünni, Türk/Kürt, Laik/Antilaik, Asker/Sivil, Zengin/Fakir tüm kesimleri ayrım gözetmeksizin ayağa kaldırmak zorundasın.

İşte büyük düşünmek budur.

Kur’an-ı Kerim’in değişik yerlerinde, değişik zamanları anlatan olaylar vardır ki, bunlara “Kıssa” denilir.

Kıssaların anası, “Âdem Kıssasıdır.”

İnsanlara verilmek istenen önemli mesajlar, bu kıssada anlatılır.  En büyük, en eski ve en önemli insanlık suçu, ilk olarak burada ele alınır. “Öldürmek”… Zaten kıssanın bizi ilgilendiren tarafı da burasıdır.

Adam öldürmenin (Cinayet) sebebi nedir diye bakıldığında karşımıza, “Mülkiyet Hırsı” çıkıyor.

Hırs”, Âdem’e Şeytan vasıtasıyla “vesvese” şeklinde verilmiştir.

Şeytan, insanın içindeki tüm kötülüklerin sembol ifadesidir.

Değilse şeytan mücessem bir yaratık değildir. Yani ortada İsmail’in taş atıp gözünü kör ettiği bir mücessem varlık yoktur ve hiçbir zaman da olmayacaktır.

Hapse” düşmüş olanların işlediği suçlara bakıldığında:

İlk sırada “öldürme ve yaralama”,

İkinci sırada “hırsızlık ve gasp”,

Üçüncü sırada da “tecavüz” gelir.

Bunları meydana getiren sebeplerin başında:

Hırs/vesvese/mülk/meta/para gelir.

Acaba biz, Âdem’in bu iki oğlundan hangisiyiz? Eğer Kabil isek, hangi günahımızdan dolayı Kabil olduk?

Âdem kıssasında vuku bulan olayın bir benzeri de, “Kalem Suresinde” Bahçe Sahipleri kıssasında anlatılmaktadır. Yani hırsın, vesvese ve mülkün insanın başına neler açtığı burada da ibretli şekilde anlatılır.

Anlaşılan odur ki, Âdem’in sembolik de olsa, iki oğlu aralarında bir bahçe sorunu vardır. Bir mülk hırsı olmuş ve Kabilin içindeki vesvese, tartışmanın fitilini ateşlemiştir.

Kur’an-ı Kerim, Bahçe Sahiplerini anlatırken “Tuğyan, Zulüm” kavramlarını kullanır.

Yani Kabil; azgın, sapkın ve zalim birisidir. Bu da bize, Kabiller in günümüzde var olduklarını ve Kıyamete kadarda var olacaklarını gösterir.

Burada Allah’ın bizden istediği şudur:

Hırs, vesvese ve mülk telaşına düşmeden, Salih’in devesine dokunmadan, Orta Doğu’nun petrollerine bulaşmadan, Afrikalının fillerinin dişlerinin sökmeden yaşamamızdır!

Kıssada Şeytanın insanoğluna dört yönden yaklaşacağı haber verilir.

Soldan gelecek olan “servet”,

sağdan gelecek olan “siyaset”,

önden gelecek olan “şehvet

arkadan gelecek olana da “şöhrettir.

İşte insansıların çıkmazları bunlardır.

Sonra insan, bir tökezlemeye başlar ki, kendisini düzeltmediği takdirde; dünyası da, ahireti de harap olur…

Şeytan, Âdem’e şöyle vesvesede bulundu:

Mülk sahibi olursan yıkılmaz, ölümsüz olursun”.

Hâlbuki “İnsan için yeryüzünde emeğinden başka bir hakkı yoktur” (Necm; 39)

Kabil’in Allah’a sunduğu kurbanın kabul edilmemesinin sebebi, ürünün kendi çabasıyla olmaması, başkasına ait bir malı gasp edip zimmetine geçirmesidir. “Bu bahçe benim, bundan elde ettiklerimi kimseye vermem” diyerek bahçe etrafına çit çekmesidir.

Habil, Kabil’in bu kazanma biçimine karşı durarak, “yerin ve göklerin mülkiyeti Allah’a aittir. Senin bu kazancında yoksulların hakkı vardır. Topraktan, sudan, ateşten, ağaçların meyvelerinden tüm insanların yararlanması ve hayvanların istifade etmesi gerekir.

Allah’ın toprağına, suyuna, ateşine ve merasına çit çekilmemeli, doğa kendi haline bırakılmalı, sadece kişi, emeğiyle yetinmelidir” demiştir.

İşte Kabil gibilerin yapacakları hiçbir nusuk, hayır ve iyilik, hiçbir vakit Allah’a ulaşmayacaktır.

Çünkü Allah “yasak ağaçlara” tecavüz eden muhterislerin nubukuna, duasına ve iyiliğine engel koymuştur…!

***

Ezan ilan, haykırış, seslenme ve çağrıdır.

Bayrak semboldür.

Bayrak, devlet/millet/vatan/bunların hepsi dünyada insanları birbirinden tefrik içindir. Bu sembollerin, hiç birisini putlaştırmamak gerekir.

***

Hayat, uyulması gereken kurallardan bahseder. “Din” dediğimiz şeyin içinde “siyasi, sosyal, ekonomik, politik” kuralların hepsi vardır.

***

Af, fazlalık demektir. “Beni afv et” (Üzerimde fazlalık olarak işlediğim günahı yok say) demektir.

***

Şeytan, insanın içindeki kötülük dürtülerinin sembolik ismidir. Şeytan, ontolojik bir varlık değildir.

***

Kader olayları önceden yazılmış değildir. Yaşanılanlar yazılır. Kader evrenin gidiş yasaları ve toplumsal Sünnetullahtır. İnsanların başına ne gelirse, onu yapar ve yaşarsın. Demek ki yaşadığımız yazılıyor.

***

Müşrik ortak olmak, Kâfir de örten demek. Mülkün Allah’a ait olduğunu kabul etmeyerek, bende mülkte ortağım diyen kişi şirk koşmuş oluyor. Kur’an buna ilahlaşmak diyor.

***

Sevgi selamı yaymakla kazanılır. Selamı yaymak önüne gelene okkalı bir selam vermek demek değil, birbirinize esenlik, selamet, derdiyle dertleşmek, arkadaş, dost olmak, paylaşmak, bölüşmek demektir.

Diğer bir şekilde sevginin yolu; infaktır.

Birbirine karşı yoldaş ve kardeş olmaktır. Onun için durmadan Kur’an, infak deyip duruyor. Toplumda sevgi ve merhamet böyle yayılır.

Bir şeyini paylaşmayanın kalpten kalbe köprüsü olmaz. Köprüsü olmayınca insanlar birbirini unutur. Unutunca da insan bencilleşir.

Mahmut AKYOL

İNSANIN YARATILIŞI VE DİNİ DÜŞÜNCEDE Kİ AYRINTILAR…

logo5

İNSANIN YARATILIŞI VE DİNİ DÜŞÜNCEDE Kİ AYRINTILAR…

 Her canlı, bir erkekle bir dişinin birbirine karşı duydukları ilgi, alaka ve sevgisinden oluşur.

Rahim, sevgi ve merhametin dopdolu olduğu mekândır. O rahim ki sırrı çözülmüş değildir…

Allah, var edeceği bir varlığı kendilerine uygun bir mekâna (rahim) koyar. O mekânda Sperm/Yumurta birleşmesini sağlıyor ve tayin edilen zaman içinde canlıya dönüşür.

Biz buna “yaratılış kanunu” diyoruz.

Bu kanuniyet sadece insana mahsus değildir. Diğer bütün canlılarda aynı kanuna tabidir.

Tohum toprağa, toprak tohuma, ağaç suya, ateş oduna nasıl ilgi ve alaka duyarsa, hayat da bu yaratılışa uyar, kıyamete kadar böyle sürüp gider.

“Eğer Rabbin dileseydi bütün insanları İslâm üzere tek bir ümmet yapardı. Fakat onlar, kendilerine irade hürriyeti verildiği için haktan ayrılıp farklı farklı yollara gitmekten hiçbir zaman kurtulamazlar. “

Hud Suresi 118 Ayet

“Ancak Rabbinin merhamet ettikleri haktan ayrılmaz ve anlaşmazlığa düşmezler. Zaten Allah onları asıl bunun için yaratmıştır. Böylece Rabbinin: “Cehennemi mutlaka cinler ve insanlarla dolduracağım” sözü yerine gelmiş olacaktır.” 

Hud Suresi 119 Ayet

Yani eğer Allah dileseydi, bütün insanları bir topluluk yapardı. Fakat görüldüğü gibi yapmadı.

Niçin yapmadı?

 Çünkü Allah, insanın kendisine verdiği seçme yeteneğine saygı duymuştur…

Fakat insanın zalim ve cahilliği olduğu bir kere daha göstermiştir ki, zalim ve cahil insandan ilgi, sevgi, iyilik, güzellik ve doğruluk çıkmıyor. Çıkmadığı şöyle dursun, daha umursamaz bir tavır sergiliyor.

Eğer insan sevgiyi bilmezse, hayvanlaşır. Kendi evlatlarını yer, nitekim de öyle oldu ve hayat bozuldu.

Bu asırda insanın en büyük günahı sevgiyi unutmuş olmasıdır.

O halde insan hayat üzerinde düşünmeli… Gözünü yıldızların ötesine dikmeli… Varoluş sancılarını çekmeli… Kendi kozasını kendisi örmeli… Kendi Hıra’sını kendi vicdanında yeniden inşa etmeli… Üzerindeki ölüm örtüsünü kaldırıp atmalı… Mazlumların yanında durmalı… Her tür baskı, zulm ve zorbalığa meydan okumalı… İnancına, emeğine zincir vurulamayacağını haykırmalı… Şehrin sokaklarına inmeli ve toplumsal sorumluluk yüklenmeli… Allah’ın kendisine verdiği sayısız nimetlerine karşı nankör olmamalıdır…

İşte insan bunun için var edilmiştir!

 Allah’ın ezeli ve ebedi mesajı hayatın içinden okunduğunda görülecektir ki; Allah insanı söze, adalete, özgürlüğe, sevgiye, merhamete, doğruluğa, dürüstlüğe çağırmaktadır!

Eğer insan hayatı içinde bunlar yoksa o zaman insan; “niçin vardır?”

O zaman dine yeni bir gözle bakmalı, kendi çağımızın çocukları olmalı, toplumda var olan eşitsizliği ve mülkiyetin dağılımındaki bozukluğun nedenlerini yeniden ortaya koymalıyız…

Hz. Peygamber şöyle dedi:

Kişinin namazına, niyazına değil; dinar ve dirhemle olan arkadaşlığına bakın”.

Buradaki kasıt, kişinin sahip olduklarını nasıl kullandığı, eline bir güç, servet ya da iktidar geçtiğinde nasıl bir davranış sergileyeceğini gözleyin. Yani kişi bir şeye sahip olduğunda şımarıyor mu, yoksa ye’se mi düşüyor ona bakın. Kişinin dindarlığı burada ortaya çıkar.

Zayıfın ve ezilenin gözüyle Kur’an okunursa görülecektir ki, O hep “Mülk” etrafında dönüyor!

Kur’an, “Allah’a ve Ahiret gününe” imanın saf bir iman olduğunu söylüyor. Yani Allah, dış dünyada görünen bir nesne olmadığı için,  O’nu görüyormuşçasına, Kıyameti de henüz gerçekleşmemiş olduğundan, O’na gidip gelmişçesine iman etmemizi ister.

Araf Suresi 158 de, üç şeyi ortaya koyar, Hz. Peygamberde bu üç şeyi insanlığa haykırır:

  • Mülk Allah’ındır.
  • Allah’tan başka ilah yoktur.
  • Muhammed Allah’ın yeryüzündeki elçisidir.

Peygamberin geliş nedeni de budur.

Bu üç şeyi tam olarak anlamamış olanlar, İslam’ı anlamamıştır. Dine önce “Lehu’l-Mülk” kapısından girilir.

Kur’an’da inananlar için “mülk peşinde koşun” diye bir hükmü yoktur. Fakat “adalet, iyilik güzellik ve doğruluk” peşinde koşmak vardır.

İnfakta buluşmak hayatın zevkidir. Bu zevki tatmayan birisi, emanetçi olduğunu unutandır, açın halini anlamayandır, paylaşmayı bilmeyendir. Zaten Allah, ona sevgi ve kardeşliği unutturur. Bir araya gelmelerini zorlaştırır. Aralarında münafıklığı yaygınlaştırır.

Kur’an inanana öğüt veren ve sorumluluk yükleyen bir kitaptır. İşte Müslüman’ın içinde çıkamadığı müşkülü burasıdır. Sorumluluk almakta direniyor olmasıdır. 

Allah her an bir işte ve oluştadır. Tevhidin mahiyeti de budur.

*** 

Mekke’de müşrikler kendi aralarında dediler ki:

Biz bu Muhammed’le başa çıkamıyoruz. Kimse bunu dinlemesin. Bu delidir, kâhindir… Ne yapalım? Ehli kitaptan yardım isteyelim.” dediler.

Kalkıp Yahudilere gittiler. Onlara dediler ki:

Siz kitap ehli olan insanlarsınız. Bizim kavmimizde bir adam çıktı, bize yardımcı olun,

Yahudiler de dediler ki:

Gidin ona üç soru sorun. Eğer bu üç soruya cevap verirse, o bir peygamberdir. Bu üç soruya cevap vermezse o bir yalancıdır” dediler.

Ona:

  • Kehf Ashabını (yedi uyurlar) sorun.
  • Dünyanın doğusunu ve batısını gezen adamı sorun. Yani Zulkarneyn’i (as) kastediyorlar.
  • O’na ruhtan sorun.

Müşrikler, gelip bu üç soruyu sordular.  Hz. Peygamber de: “Yarın size cevap vereceğim.” dedi.

Hz. Peygamber sandı ki Allah vahiy indirecek,  onları çağırıp, bu üç sorunun cevabını verecek…

Aradan bir hafta, iki hafta geçti, bir işaret gelmedi. Hz. Peygamber çok daralmıştı ama vahiy hala inmiş değildi, şu sözler ayyuka çıktı, Muhammed’e cini küstü‘,  sihirbazı terk etti‘ diyorlardı…

Buradan çıkacak sonuç şudur:

Sakın yapacağınız işleri, kendinize nispet etmeyin. ‘yarın şöyle yapacağım, öbür gün böyle yapacağım.’ demeyin. ‘İnşallah‘ deyin. ‘Allah dilerse’ deyin.

Eğer Allah dilerse derseniz, Allah ta sizin işlerinizi kolaylaştırır… Her şeyinizi Allah’a bağlayın… Her şeyi Allah bilir deyin… Çünkü Allah, inananları kendine bu kadar yakın görmek ister…

Tıpkı Bedir’de olduğu gibi… Allah Bedir ehlinin bütün günahlarını affetmiştir? Çünkü Bedir Ehli imkânsızı başarmıştır. Fiziki sayıları üç yüz kişiydi, karşılarında Mekke’nin donanımlı, güçlü, en savaşçı Bin kişi…

Bu konuda ayet indi:

Zafer sadece ve sadece aziz ve hâkim olan Allah’ın katındadır.”

(Al-i İmran, 126)

Sakın böbürlenmeyin, sakın bir şeyi kendinize nispet etmeyin,” Zafer Allah’tandır deyin!!!.

Mahmut AKYOL

SİYASETE KİN VE NEFRET BULAŞINCA, DÜŞMANLIKLAR ÇOĞALIR…

logo5

Hedefe varmak için gidilen yola siyaset denir. Kısaca bu yola üç başlık altında gitmek istiyorum.”

1.  SİYASETE KİN VE NEFRET BULAŞINCA, DÜŞMANLIKLAR ÇOĞALIR…

 Cumhuriyet Türkiye’sinde Müslümanlar siyasetten uzak tutuldu. Bir köşede sıkıştırıldı, merkeze sokulmadı. Hâlbuki herkesin seçme/seçilme, özgürce yaşama hakkı vardır. Maalesef gücü elinde tutanlar, kendilerinin dışında, kimseye bu hakkı kullandırmamıştır.

Aslında siyaset erbabı, halkının moralini yüksek tutmak, kavgacı ve suçlayıcı bir dil kullanmaktan kaçındırmak zorundadırlar. Kavgacı ve yalan bir ortam sözü ve siyaseti anlamsız kılar. Kavga her zaman çatışmayı doğurur. Eğer bir siyasetçi gerginlikten beslenirse, kendisi ve mensubu için felaket olur.

Filhakika yeryüzünde meydana gelen olaylar, bir lokma ekmek için değil mi?

Dünya; manen harap olmuş, iktisaden çökmüş, politik baskılara maruz kalmış milletlerin amansız şekilde mücadelesine sahne olmaktadır. Bu gün de zalim ile mazlum arasındaki kavga devam ediyor. Dünyanın son gününe kadarda devam edecektir. Yazık ki, Müslümanlar taraf olmayı beceremiyor.

Siyaset yapacak olanlar, her daim mazlumun yanında durmalıdırlar. Zira davalar, acılar içinde doğar, refah içinde ölür. Hele kanayan bir yara görüldü mü, her insanın yüreği kanamalıdır.

Siyasi Davalar, gönülde büyür, beslenir ve heyecanını gönülden alır. Fakat gönülleri felç olmuş olanların davaları yoktur. İktidar olmak uğruna da olsa bir siyasetçi, ahlaki değerlerinden asla ödün vermemelidir.

Dünya var olalıdan beri varlığını sürdüren iki ‘Kurum’ vardır. Biri ordu, Diğeri dindir. Bu iki kurumun varlıklarını devam ettirmeleri için, belirli hareketlerin sürekli tekrarı gerekir. Her ikisinin de ortak tekrar itaattir. Birinde selâm, diğerinde namaz ön plandadır. Birinde silah, diğerinde maneviyat, hiç eksik olmamalıdır.

Siyaset dün, ortak akıl ve ortak bir dil kullanır, kardeşçe yaşarlardı. Bugünde; bakıyorsunuz ki, siyasetin içindekiler, her bir tarafa savrulmuş, duruşları, amaç ve gayeleri farklılaşmış, sevgi, vefa ve cömertlik duyguları sahteleşmiş, riyakâr davranışları çoğalmıştır. İşte insanın davranışlarının omurgasını bozan şeyler bunlardır.

 İnsanın gücü, Mülkün sahibi olan Allah’tandır. Eğer bu dayanma olmasaydı, Müslümanların gücü, kuşkusuz boşlukta kalırdı. Aslında Müslümanlar dün eski, köhne, köleci bir zihniyete karşı haykırmıştı… Bugün sadece Müslümanlar işin lafını yapmaktadır. Bir iş yapmak, kuvveti zorunlu kılar! Kuvvet birlikten, birlik sevgiden, sevgi de kişilerin bir birlerine güven duymasından doğar.

2. Hz. PEYGAMBERİN SİYASET ANLAYIŞI

 Medine Sözleşmesi,

Bu sözleşmede en çok adalet kelimesi geçer. Yani Resulün siyaset anlayışı, adaleti tesis etmek içindir.

Veda Hutbesi,

Veda Hutbesi hakların nasıl kullanılacağı ve nasıl dağıtılacağı üzerinedir. Yani Hz. Resul bu hakları adalet üzerine nasıl dağıtacağıdır.

Adalet,

Kur’an’ı Kerimdeki sosyal içerikli ayetlerin özünde yatan ana kavram adalettir. Hz. Peygamberin düşünce, ruh ve gönül dünyasında hâkim olan esas kavramın “adalet” olduğunu görüyoruz. Bize en güzel örnek Hz. Peygamberdir. Müslüman’larında öyle olması gerekir. Yani bu dünyada devlet/millet ve insanlar için lazım olan tek şey “adalettir.”

Hılfu’l-Fudul,

Adalet üzerine yemin edilerek girilen bir gençlik teşkilatıdır. Muhammed daha yirmi beş yaşındayken adalet üzere yemin ederek girmiştir. İster Mekkeli, ister yabancı olsun kimliğine bakılmaksızın, adaleti sağlayacağına, zulme uğrayan kişiye maddi manevi yardımda bulunacağına yemin edilerek girilirdi.

Hz. Peygamber, Müslüman olmayanlara İslam’ı (dini) tebliğ ederken sadece ‘doğruluktan’ bahsetti, teferruattan hiç konuşmadı. Arkadaşlarına anlatırken de aynı usulü takip etti, fazladan ‘Aranızda selamı yayın’ dedi. Hz. Muhammed, her zaman az konuşurdu, öz konuşurdu. Arkadaşları da o az ve öz konuşmadan çok şey anlardı.

Bu onurlu mücadeleyi son nefesine kadar sürdüren Müslüman’a müjdeler olsun! Tüm yalnızlığına rağmen topyekûn mücadele içinde yerini alana selam olsun!

Unutulmasın ki, yaşanılan asırlar, bir gün dile gelip konuşturulacaktır. Allah, akıl-baliğ her insandan mutlaka yaşadığı asırdan hesap soracaktır! Buna cevap verenlere selam olsun!

Sünnet ve Kur’an Hz. Peygamber nezdinde ete kemiğe bürünmüştü. Her sünnetin Kur’an’da mutlaka bir dayanağı vardı! Yani Allah bağışlayıcıdır, sevgi ve merhamet kaynağıdır dense; Kur’an’da mutlaka bir dayanağı vardı! Bundan hiç şüpheniz olmasın.

Büyüklük ve büyük konuşmak Allah’a mahsustur. Müslümanların görevi temel değerleri olan Kur’an’a ve Sünnete sarılmak, dürüst kalmak, cömert ve hukuktan yana olmaktır. Acaba insanın hayatında bu güzellikler ne kadar etkilidir?

3. GÜCE DAYALI İNSAN, KAVİM VE MİLLETLERİN SİYASETLERİ ARASINDA HASBİLİK VE ADALET YOKTUR, SADECE BENCİLLİK VE ZULÜM VARDIR!

Her ne kadar Mekke’nin ileri gelen müşrikleri Tavaf da etseler, salât da etseler, Kâbe’nin örtüsünü değiştirseler, hacılara su da dağıtsalar, gusül abdesti de alsalar, kırkta bir zekât da verseler,  bunları; gösteriş olsun diye yaparlardı. Aralarında rekabet için yaparlardı.

Mesela Ebu Cehil başta olmak üzere “Mekke’nin müşrikleri yerleri ve gökleri kim yarattı sorsan, hemen Allah derdi.”

 Mesela Tefeci bezirgânların en zengini Velid bin Muğire Kâbe’nin yeniden yapımı sırsında “Haram para getirmeyin” derdi.

Mesela Kur’an’da geçen Ebu Leheb gibi isimler Mekke’deki tefeci bezirgân düzeninin başıydı.

Mesela Ebu Süfyan, 9’lu çeteden biriydi.

Mülk Allah’ındır. Kim Bilgi, iktidar ve servete sahip çalmaya kalkarsa, ilahlık taslamış olurdu. Buna yeltenmek ise küfürdür.

EZ CÜMLE:

GÜCE DAYALI BU İNSANLARIN, KAVİM VE MİLLETLERE UYGULADIKLARI SİYASETLERİ HASBİLİK VE ADALET DEĞİL, SADECE BENCİLLİK VE ZULÜMDÜR!

Mahmut AKYOL

HZ. MUHAMMED’İN HAYATINDA CEREYAN ETMİŞ OLAN DÖRT OLAY

logo5Hz. MUHAMMED’İN HAYATINDA CEREYAN ETMİŞ OLAN DÖRT OLAY

1- MEDİNE SÖZLEŞMESİ,

Bu sözleşmede en çok adalet kelimesi geçer. Sözleşmenin ana hatları şunlardır:

  1. Medine’de yaşayan her topluluk kendi yaşadığı çevreden sorumlu olacak,
  1. Müslümanlar ve Yahudiler birlikte barış içinde yaşayacak,
  1. Her topluluk birbirinin dinine saygı gösterecek,
  1. Medine’ye dışarıdan herhangi bir saldırı yapılırsa bütün topluluklar birlikte savaşacak ve şehri en iyi şekilde savunacak,
  1. Yahudiler ve Müslümanlar arasında herhangi bir anlaşmazlık yaşanırsa hakem olarak Hz. Muhammed seçilecek,
  1. Medine’de yaşayan herkes eşit haklara sahip olacak ve herkes eşit vatandaş olarak kabul edilecek, hiçbir topluluğun birbirine üstünlüğü olmayacak.

Dolayısıyla Medine sözleşmesi İslam ve Dünya tarihinde önemli bir anlaşmadır.

2-HILFU’L-FUDUL,

Adalet üzerine yemin edilerek girilen bir teşkilattır. İster Mekkeli, ister yabancı olsun kimliğine bakılmaksızın adaleti sağlayacağına, zulme uğrayan kişiye maddi manevi yardımda bulunacağına yemin edilerek girilen bir müessesedir. Hz. Peygamber de daha yirmi beş yaşındayken adalet üzere yemin edip bu teşkilata girmiştir.

3-VEDA HUTBESİ,

Veda Hutbesi de hakların nasıl kullanılacağı ve nasıl dağıtılacağı üzerinedir. Hutbe, şu dört maddeyle özetlenebilir.

  • Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayın.
  • Allah’ın haram kıldığı canı, haksız yere öldürmeyin.
  • Zina etmeyin.
  • Hırsızlık yapmayın.

4-ADALET,

Kur’an’ı Kerimdeki sosyal içerikli ayetlerin özünde yatan ana kavram adalettir. Hz. Peygamberin düşünce, ruh ve gönül dünyasında hâkim olan esas kavramın “adalet” olduğunu görüyoruz. Mademki bize en güzel örnek Hz. Peygamberdir, o halde Müslüman’larında öyle olması gerekir. Çünkü bu dünya için lazım olan tek şey “adalettir.” İnsanları mutlu edecek, devleti/milleti düzlüğe çıkaracak, yeryüzünde barışı sağlayacak olan şey yalnızca bu karışımdır.

***

Şeytanın üç büyük günahı vardır. Bunların olduğu her yer cehennemdir.

  • Kibir,

Bununla Şeytan Âdem’i aşağıladı. Âdem çamurdan yaratıldı diye kibir gösterdi, Âdem’i kendisiyle kıyasladı “sen kim oluyorsun?” dedi.

  • Haset,

Şeytan, Âdem’de var olan özellikleri kıskandı. Hani Kabil Habil’i haset, kıskançlık ve mülkiyet sebebiyle öldürmüştü ya… Bu döngü kıyamete kadar sürecektir.

Kabil de sahip oldu bir yere  “burası benim” dedi. Habil de, “Hayır! Senin sahip olduğun bu yer, herkesin” dedi. Bu söz üzerine Kabil Habil’i öldürdü.

  • Hırs,

İnsan sonuna kadar bir şeyi toplama, yıkılmayacak bir iktidara ve mülke sahip olma hırsına kapılır. Sonra sahip olduklarıyla büyüklenir, kibirlenir nihayetinde başkalarının elindekini kıskanarak “onlara da sahip olayım” der.

Böylece Hırs ve Haset, ateşin odunu yaktığı gibi insanı yakar… Hırs öyle bir şey ki, aynen Davut kıssasında olduğu gibi…

Adamın doksan dokuz koyunu vardır, diğerinin bir koyunu vardır. Doksan dokuz koyunu olan o bir koyunu da almak ister, o da benim olsun der.

***

Bir Müslüman elinde ki bir birikimi varsa, onu; şu dört şeyden birine yatırmalıdır.

1, Ya işe veya istihdama yatırmalıdır,

2, Ya vakıf etmelidir, 

3, Ya infak etmelidir,

4, Ya da karz-ı hasen yapmalıdır,

Bunların dışında parayı elde tutmak, bankaya yatırmak, biriktirmek, altın almak dinen yasaktır.

Aksi halde;   “Hesap günü biriktirdikleri altınlar, gümüşler cehennem ateşinde kızdırılacak; biriktirenlerin alınları, böğürleri, sırtları dağlanacaktır. Dağlanırken onlara; “İşte bu kendiniz için biriktirip sakladığınız şeylerdir. Haydi! Tadın bakalım biriktirip sakladıklarınızı!” denilecektir.

Tevbe Suresi 35. Ayet

*** 

Kur’an’ı Kerim, yeryüzündeki mücadele perspektifine göre insanları zalim ve mazlum diye ikiye ayırır. İnsanların üzerinden zulmü kaldırmak ve kurtarmak, yerine adaleti tesis etmek, hür ve özgür insanların üzerinde bir görevdir.

Kur’an’ı Kerim “Zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur” (2/193) der. Yani sadece zulme ve zalime düşmanlık vardır. Eğer bir yerde zulüm varsa, orada derhal harekete geçilmelidir. Zulm kime yapılırsa yapılsın zulüm, zulümdür… İşte hayat, bu mücadelen ibarettir!

Ateistler, Hindular, ateşe tapanlar, kilisede çan çalabilir. hepsiyle bir arada yaşanabilir. Diğer taraftan ezan okunabilir, yeter ki hepsi birbirine karşı hoş görülü olsun…

İnsanlar dilediği inanca sahip olsun. Yukarı kattaki ineğe, aşağı kattaki soğana tapsın, onlarla aynı apartmanda yaşanabilir.

Yeter ki Zerre miktar kimse kimseye zulmetmesin. Yukarıdan aşağıya kimse kilim çırpmasın

İnsanların inançları ve yaşayışları sorgulanmasın. Ne Kur’an’da, ne de Hz. Peygamberin hayatında böyle bir şey görülmemiştir.

***

Adama “sen ineğe tapıyorsun”, o da sana der ki, “sen de eve tapıyorsun” derse, sonuç ne olur? “Müslümanların avamı ile Hinduların avamının birbirlerini putperestlikle suçlamasından başka bir şey olmaz denilir.”

O halde yukarıdan aşağı kilimi çırpan kişi, hem yargılanır hem sorgulanır hem de kınanır. Çünkü kötü davranışlar kınanır, iyi davranışlar övülür.

İnsanları inançlarından, davranışlarından ötürü dışlamak doğru değildir. İnsanlar yalnızca davette bulunabilir.

Cennet, dinlerin ideal dünya ülküsüdür. Cennetin bu dünyaya dönük yüzü, İnsanların inançlarını ve davranışlarını ifade eder.

Cennet girmek önce evden başlar, yüz metrekare içerisinde cennet hayatı yaşanabilir. Buradan mahalleye geçer, sonra cemaate, arkadaş topluluğuna, ardından şehre, ülkeye nihayetinde de dünyaya geçer.

Neyi nereye kadar becerebilirsen onu o kadar yaparsın…

Cennet hayatı yaşamak demek, bir takım değerleri hayata geçirmek demektir. Bunların başında sevgi, merhamet, kardeşlik, paylaşım, adalet ve eşitlik gelir. Bunların olduğu, yaşandığı yer cennettir.

İslam’da hegemon ilişki yoktur. Mescid de de yoktur. Toplantıda da yoktur. Mesela; topluluğa giren bir adam “Hanginiz Muhammed” diye sorar. Çünkü bu kişi Hz. Muhammed’i tanıyamıyor… Çünkü İslam’da hegemon ilişki yoktur. Topluluğun içinden  “Bu cemaate hizmet edendir!” Sesi duyulur…

 Mahmut AKYOL