MİLLET YAPISININ OLMAZSA OLMAZ DEĞERLERİ UNUTULDUĞUNDA TERÖR; ÖNÜ ALINMAZ BİR HAL ALIR!

logo5

MİLLET YAPISININ OLMAZSA OLMAZ DEĞERLERİ UNUTULDUĞUNDA TERÖR; ÖNÜ ALINMAZ BİR HAL ALIR!

Devlet, milletin örgütlenmiş şeklidir.

Yeryüzünde mevcut bütün toplumlar, bir örgüt yapısı içinde varlıklarını sürdürürler. Hiçbir millet ve toplum yoktur ki, kendisini küçültmek, dağıtmak ve parçalamak için çalışsın. Eğer böyle bir gaflete düşerse, bilinsin ki, o devlet ve toplum zaaf geçiriyordur.

Her şeyden önce devlet aklı, ‘hakkı’ gözetmek, mantığını ‘adalet’ üzerine inşa etmek, Adaleti güç ile değil, hak ile ayağa dikmek ve sahip olduğu gücü de adalet ile sınırlandırmak zorundadır.  Adaletten sapan devle, meşruiyetini kaybeder, zeval bulur. Bu tarihin değişmez kanunudur.

Aslında devlet aklı, kendi toprağından, tarihi ve manevi ikliminden, milletinin hür ve bağımsız yaşama iradesinden, yükselme ve ilerleme arzusundan, hak ve adalet özleminden ve halkının ma’şeri vicdanından süzülerek gelmelidir.

Şayet bu akıldan kopulursa, devletle millet arasında bir sıkıntı, çelişki ve anlaşmazlık doğar.

Sıkıntı, iki asrı aşkın bir zamandan beri sürüp gelmiş, yabancı akıl devlete dayatılmış, her dayatmanın astarı yüzünden pahalı olmuş, bu uğurda kan dökülmüş, can ve mal verilmiş, yine de diyet ödenememiştir.

Bu durumun sonlanmasını beklemek saflık ve halkı kandırmaktır. Niçin diyeceksiniz?

Çünkü: ‘Yol üstünde bağı olanın başı beladan kurtulmaz!’ da ondan…

Bu topraklarda yaşamayı göze alanlar, kelle toltukta yaşamak zonundadırlar. Bu topraklarda yaşamak isteyenler, daima cenge hazır olmak mecburiyetindedirler. Bu bir macera değil, jeo-politik ve jeo-stratejik durum sebebiyledir.

Mesela hiçbir milletin tarihinde tek başına bir ‘Çanakkala Savaşı’, bir ’İstiklal Savşı’ ve ‘Haçlı Savaşları’ yoktur.

Hayattan ve Savaşlardan çıkarılan dersleri nesillerine destan vari aktaran başka bir millet yoktur.

Mesela İstiklal marşı, bir milletin var/yok oluş destanı ve Ontolojisidir.

Korkmamak, hür yaşamak, zincire vurulmayı reddetmek, bayrağı her daim dalgalandırmak, bastığı toprağın bilincinde olmak, yurduna alçakları uğratmamak, hayasızca saldırılara karşı göğsünü siper etmek, medeniyet denilen tek dişi kalmış canavara direnmek, üzerinde ebediyen ezan okunan her yeri yurt bilmek, Allah’tan, haktan ve adaletten başka bir değer tanımamakla; ancak bu topraklarda yaşanabilir. İşte varlığımız ve devletimizin bekası bu ontoloji harcının üzerine kurulmuştur.

Bir Milletin varolması, hür ve bağımsız yaşaması yabancı aklı ve yardımlarıyla ayakta kalamaz.

Memlekette kurulacak olan bir düzen, Milletin kendi aklı ile neş’et etmelidir. Bu düzene herkes uymak zorunda olmayabilir, fakat Ontoloji böyle değildir, hekes yanında, hatta tam içinde olmak zorundadır.

Görülen hakikat o ki, son zamanlarda devletin ve milletin Ontolojisi, Kapitalist ve İdeolojik teamüllerle  değiştirilmiştir.

Özellikle bu değişiklik 1808 den itibaren başlamıştır.

Öyle ki bu dönemden itibaren tercih edilen ideolojiler, devletin ontolojisini bozarak gelişmiştir. Yani ilginç olan taraf, devletin aklı dışarıdan yapılan telkin ve tekliflerle bozulmuştur.

Devletin temel (anayasa) metinlerine bakıldığında; bunu rahatlıkla görmek mümkündür.

1808 ‘Sened-i İttifak’, 1839 ‘Gülhane Hatt-ı Humayun’, 1856 ‘Islahat Fermanı’, 1861 ‘Abdülaziz’in culusuna müteakip saderete gönderilen hat’, 1875 ‘Ferman-ı Adalet’, 1876 ‘Kanun-u Esasi’ …

Buraya gelinceye kadar görülür ki, devletin aklı son derece karışıktır. Hep teklifler Batıdan gelir. Amaç, Türk Milletinin refah ve huzuru değil, Ülkedeki azınlık ve etnik unsurlara hareket alanları açmaktır. Buğün olduğu gibi…

Telkifler o derece vahimdir ki, Devletin ismi, bayrağı ve ontolojisi üzerinde oynamalar yapılmiş, hilalin yanına haç takılması bile teklif edilmiştir.

Keçecizade Fuat Paşa’nın III. Napolyon’a söylediği söz cok anlamlıdır. “Üç yüz senedir, siz dışarıdan, biz içeriden, Osmanlı’yı yıkamadık!”

1921 tarihli ‘Teşkilat-ı Esasiye’, Kanunu öze dönüşe doğru bir çaba olsa da, yine de 1924 te bu dönüş sonlandırılmıştır. Bozulan ontoloji yerine ideolojik kavramlar ‘Türk’, ‘milliyetçi’, ‘halkçı’, ‘devletçi’, ‘inkılapçı’ ve ‘laiklik’ getirilmiştir.

1960 Milli Birlik Komitesi’nce hazırlanan anayasa metninde, özellikle giriş kısmında ‘Türk’ vurgusu iyice belirginleşmiştir.

1982 anayasasında 1961 anayasasında olanlar daha da pekiştirilmiştir.

Giderek Anayasa metni ‘mistik’ ve ‘romantik’ bir hal almıştır.  ‘Türk Vatanı ve Milletinin ebedi varlığını ve Yüce Türk Devletinin bölünmez bütünlüğünü belirleyen bu Anayasa, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, ölümsüz önder ve eşsiz kahraman Atatürk’ün belirlediği milliyetçilik anlayışı ve O’nun inkılap ve ilkeleri doğrultusunda… demokrasiye aşık Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunur…’ Denilmiştir.

Bu seyri yorumlarsak, devlet aklı giderek küçülen bir seyir izlemiştir. İmparatorluk aklı giderek etnik bir site devleti aklına, hatta son tahlilde İbn Haldun’un tabiri ile ‘tek bir kişinin asabiyetine dayalı’ (infirad) yönetimine (ideolojisine) dönüşmüş ve o da bütün her şeye egemen kılınmıştır.

Göröldüğü gibi Devlet aklı, giderek küçülmüş, büzülmüş, içine kapanmıştır. Etrafını görmekten aciz olan Devlet aklı, olup biten sorunlara yerli ve milli çözümler üretememiştir.

Anadolu’da ilki 1299’larda Osmanlı’yı, ikincisi de 1921’de Türkiye’yi doğuran Ontolojik Devlet yapısına bugün her zamandan daha çok ihtiyaç duyulmaktadır.

Mahmut AKYOL

 

 

Yer işareti koy permalink.

Yoruma kapalı.