HAYATIN İÇİNE KUR’AN-I TAŞIMAK

logo5

HAYATIN İÇİNE KUR’AN-I TAŞIMAK

İmkân bulsak ta Kur’an’ı Kerimi sağsak, elimizde ne kalır dersiniz? Üç ayetten ibaret bir sure kalır. “ASR” Suresi. İmam-ı Şafii’, bu sure için şöyle demiştir. “Kur’an’ı Kerim, kitap olarak gelmeseydi de, sadece “ASR” Suresi gelseydi, bu surenin içeriği tüm insanlık için yeterli olurdu.”

Mehmet Akif te diyor ki,  “İbret olmaz bize, her gün okuruz ezberde/Yoksa bir maksat aranmaz mı ayetlerde/Lafzı muhkem yalnız anlaşılan Kuran’ın/Çünkü kaydında değil hiç birimiz mananın“…

Mevdudi Merhum “Tefhimu’l-Kuran”da günün Müslümanlarının Kur’an’ı nasıl okuduğuna dair bir örnek verir. “Kralın biri yanındakilerden bir bardak su ister. Yanındakiler de kendileri getirecekleri yerde, diğerlerine “Kral su istedi, Su getirin, su getirin” derler. Onlarda emri zikir çekercesine tekrar eder dururlar. Güya kralın emrini yerine getirirler. Ama sonunda kimse bir yudum su getirmez.”

İşte bazı dini çevrelerde ve sohbet toplantıları sonunda “ASR” Suresi okunur. Arkasından da “Sahabe Efendilerimiz de öyle yaparlardı…” derler.  Sanırlar ki, Sahabeler “ASR” Suresini ezberden bir solukta okurlar ve dağılırlardı. Bunun böyle olmadığı aşağıda anlatmaya çalışacağım.

Cenab-ı Allah’ın Kur’an’ı Kerimde ne demek istediği anlaşılmadan, gereği yerine getirilmeden, sadece ve özellikle cenaze merasimlerinde okunup duran Kur’an, bizden istenilen Kur’an değildir.

Üzüldüğüm taraf şu ki; İncil ve Tevrat gibi Kur’an’ı kutsallaştırmışız. Kutsala dokunmak yasak ve imkânsız olduğundan, olabildiğince Kur’an’dan uzaklaşmışız. Bize bu anlayış, Tevrat’ı ve İncili tahrif eden Yahudilerden geçmiştir. Buna İsrailiyat sapkınlığı dense yeridir. Diğer yandan Şamanizm’de de kutsamak inancı vardır. İslam’da ise, Allah’tan başka kutsal bir şey yoktur. Bilinmelidir ki, hiçbir edinilmiş tarihsel kimlik, nüfus cüzdanındaki din sözcüğü, kurtulmuş millet anlayışı, seçilmiş kavim, şanlı tarih, mübarek soy avuntuları kutsal değildir.

Hz Peygamber ve arkadaşları, “ALAK” suresinde ki “Oku” emrini ve “ASR” Suresini bizim gibi ne okumuş ve ne de anlamışlardır. Daha geniş anlamda Kur’an’ı bizim okuduğumuz gibi okumamışlardır.

Cenab-ı Hak, Peygamberine “Kitabı oku” dediğinde, Allah’ü Âlem O, hayatı okumayı, yanlış yapanlara meydan okumayı, eyleme geçmeyi, sorumluluğu yüklenmeyi, sorumluluğu taşımayı ve insanları iyiliği, güzelliğe ve doğruluğa çağırmayı anlamış ve böyle de anlatmıştır.

Hz. Peygamber, “Oku” emriyle memur olduktan sonra yaptıklarına baktığımızda, bizim anladığımız gibi, uçtu/kaçtı ile ilgilenmediği görülecektir. Hz Peygamber’in yaptığı işler, Mekke’nin tefeci Bezirgânlarına karşı, yoksulun, yetimin, kölenin, kadınların ve çocukların vs. yanında bir mücadele içinde olduğu anlaşılacaktır.

Hz Peygamber “Asr” Suresini Allah’ü Âlem şöyle okudu ve ümmetine anlattı:

Sevgi ve Merhameti Sonsuz Allah’ın Adıyla,

Çağ dile gelsin!/İnsanoğlu kesinlikle hüsrandadır, kesinlikle!/Bu hüsrandan sadece iman edenler, iyilik, güzellik ve doğruluk için çalışanlar, hak ve adalet için omuz omuza verenler ve güçlüklere omuz omuza göğüs gerip acıları paylaşanlar kurtulmuştur.”(Asr; 1–3)

Asra yemin olsun” diye çevrilen klâsik çeviri, “Asır dile gelsin” manasında anlaşıldığında, mana tam oturuyor. Kuran’ın kendine has edebi bir hitabet üslûbu olmuş oluyor.

Diğer yandan Kur’an’ı Kerim, Kıyamet Günü akıp giden zaman içindeki çağları, güneşi, ayı, yıldızları, yeri, gökleri, dağları, tarihi, zamanı, mekânı, harap olmuş şehirleri, viran olmuş uygarlıkları, insanoğlunun ellerini, gözlerini, kulaklarını dile getirerek konuşmalarını isteyecek, Allah, her şeyi her şeye şahit kılacak, asırları insanlardan, insanları da asırlardan soracaktır. Bu sorgulama mahallin ve halin adına dinde “Ahiret Günü” denir.

Hz Peygamber son kere kendisinden önce gelen Peygamberlerin tebliğ ettiklerini fakat heva ve hevesleri sonucu unuttukları ilkeleri tebliğ için, insanlara “Doğruyol budur” demek için gönderilmiş bir nebi ve resuldü. Bölünmez bir bütün olan (Samet) Allah’ın son elçisidir. Sonrasında da Allah, kullarının vicdanları üzerinden seslenmesini sürdürmüş ve kıyamete kadar da böyle sürdürecektir.  Allah’ın bu sesini duyan kullara müjdeler olsun. Bu aynı zamanda şu anlama gelir. O’ndan başka soru soracak ve hesap görecek kimse yoktur.

Allah, Asr Suresiyle kullarına diyor ki:

Ey bütün çağlar, her biriniz dile gelin de söyleyin; kendi çağını yaşamayanlar hüsrandadır! Kendi çağı zulümle, kötülükle doluyken önceki veya sonraki çağlardan medet umanlar hüsrandadır! Kendi çağında, zamanında ve ortamında iyilik, güzellik ve doğruluk için çalışmayanlar hüsrandadır! Çağının zulümlerine karşı çıkmayanlar, hak ve adalet için bir araya gelmeyenler, zulüm ve kötülüklere direnmeyenler, dayanışma ve yardımlaşma içinde olmayanlar hüsrandadır! Onun için çağınıza müdrik olun, derdi olanın yardımına koşun, bîhaber yaşamayın,  ömrünüzü boşa geçirmeyin…”

Çünkü yüz yıl sonra bugün yaşanılanların hiçbiri olmayacaktır. Bu her yüzyıl böyle devam edip gidecektir. İnsanlık her yüzyılda bir yenilenecektir. Bu sebeple Hz Peygamber diyor ki, “Allah bu ümmet içinden her çağda dinini yenileyecek mücedditler gönderir.” (Ebu Davud)

Asr Suresiyle dört şey yapılmak istenir:

1-İlki “imandır”.  İman, İnsanoğlunu ontolojik yalnızlıktan kurtarır ve ona evrenin bir sahibi olduğu duygusu verir. Bu duygu içinde olan bir insan ölümden ve açlıktan korkmaz. Bilinsin ki iman bir duygudur. Duygu her zaman insanda aynı derecede olmaz. Bazen eksilir, bazen artar ve yürekten taşar. Bu taşmak, kulu Allah ile buluşturur.

2-İkincisi “İyilik, güzellik ve doğruluk için çalışmaktır”:  Çağı yaşanabilir bir dünyaya çevirmektir. Hem zaten Allah bizleri “Darus Selâma” çağırmıyor mu? “Emr-i bil Ma’ruf” bu demek değil mi? Bununla insan, göreve çağrılmıyor mu?

3-Üçüncüsü “Hak ve adalet için omuz omuza vermektir” Yaşadığı çağı ve ortamı bir evrensel adalet ve barış yurdu haline getirmeye çalışmaktır.

4-Dördüncü “Her tür zorluğa ve zorbalığa direnmek, başa gelenlere el birlik olup katlanmak ve dertleri paylaşmaktır.”

Bunlar “Evrensel Kurtuluş” şartlarıdır.

Maalesef Müslümanlar bir Asr suresini bile bu şekliyle anlamamış veya anlamaları işlerine gelmemiştir. Anlaşılmamanın sebebi ve sorumlusu İslam’ın ileri gelenleridir. İslam’ın dağılmasını, Müslümanların sorumluluk almamasına bağlıyorum.

Hz. Peygamber ve arkadaşları bir araya gelince iyilik, güzellik ve doğruluk için neler yapılabileceklerini, hak ve adalet için nasıl mücadele edeceklerini, korkularının esiri olmamak için nasıl çözümler üreteceklerini, birbirlerinin acılarını ve dertlerini nasıl paylaşacaklarını, bir derdi olana birlikte nasıl yardım edeceklerini düşünürlerdi. Sahabeler nerede bir araya gelseler, hemen orada bir “sevgi ve merhamet” yumağı oluştururlar, birbirlerine canlı, diri bir ruh katarlardı. Yüzlerindeki parıltıdan, gözlerindeki ışıltıdan, dudaklarındaki tebessümden, kalplerindeki atışla bir birlerine sevgi ve merhamet yayarlardı.

İşte onlar “ASR” Suresini böyle okudular, anladılar ve anlattılar…

Peki, ya siz?

Mahmut AKYOL

Yer işareti koy permalink.

Yoruma kapalı.