ZİHNİYET SAVAŞLARI

logo5

ZİHNİYET SAVAŞLARI

Zamanın sözünü söylemeye devam edelim.

Birçok kereler dediğim gibi zihniyet, süt içine karışmış yağ gibidir. Süt görünse de yağ görünmez. Tıpkı davranışların görünüp, niyetin görünmediği gibi…

Zihniyet, insan düşünce ve davranışlarına yön veren bir olgudur.

Dinin zihniyetle sıkı bir ilişkisi vardır. Aynı zamanda insanı ilgilendiren her şeyin mutlak surette dinle de ilgisi vardır. Bu arada dinin içinde “adalet ve ahlakın” yaşanır olması gerekir. Denilebilir ki adalet ve ahlak, zihniyetin temelini teşkil eder. Yani adalet ve ahlak zihniyet içinde yer almıyorsa, o zihniyet gayri – insani, vahşi ve acımasızdır.

Adalet ve ahlak toplumla buluştuğu noktada zihniyet de oluşmaya başlar. Mesela insanın çalışma, girişim, iktisat, barınma, üreme gibi ihtiyaçları vardır. Bunlara teşvik edecek kendilerine özgü bir zihniyet anlayışı olmalıdır. Bu ince çizgi meşruiyettir. Lakin bu anlayıştan insan zamanla sapabilir, hatta insanlıktan çıkabilir.

Tamda burada insan aklına bir soru geliyor!

Acaba insan sapıyor mu, saptırılıyor mu?

Benim görüşüme göre bunun iki tarafı var… İlki insan kendi zaafları sebebiyle sapıyor, ikincisi de yönlendirme, taklitçilik, aşağılık kompleksi ve düşünce tembelliği sebebiyle saptırılıyor.

İnsana ancak çalıştığının karşılığı vardır.” (Necm, 39)

Sözü en doğru sözdür. Çünkü Allah böyle söylemiştir. İnsanın huzur ve mutluluğunu bu küçük cümleye bağlamıştır.

Vahşi Batı”, kendi dışındaki toplumları, içinden çıkılması zor olan bataklığa sürüklerken insana “Kapitalizm”i teklif etmiştir.

Kapitalizm tekelci bir zihniyettir. İnsanlar bu zihniyeti mutlaka sorgulamalıdır!

İnsanlık, “Ortaçağ Skolastik Düşünce” artığı etkisinden kurtulmalıdır. Bu da tahrif edilmemiş “İslam” la mümkündür. Toplumlara; özgür ve girişimci, güven dolu, adalet, ahlâk ve iktisat zihniyeti ancak bu şekilde verilebilir.

Unutulmasın ki akıl, insanoğluna dünya sorunlarını çözmesi için verildi. Yine Unutulmasın ki, aklını kullanmayanların burnu pislikten hiçbir zaman kurtulamaz!

TARİHİN BİZE ÖĞRETTİĞİ ŞUDUR:

Ortaçağ Batıyı engelleyen şey, Skolastik düşüncedir. Batı buradan kurtulmak için “Rönesans ve Reform” hareketlerini yapmak zorunda kalmıştır. Fakat aynı Batı, Rönesans ve Reform hareketleriyle diğer milletlerin buluşmasını engellemek için her türlü oyunu oynamıştır. Nasıl mı? Diğer toplumlara “köle” gözüyle bakmakla, onların mallarını çalmak ve onları öldürmekle yapmıştır. Daha önce kendini karanlıkta bırakan zihniyeti, başkaları için bir kurtuluş simidi gibi göstermiştir.

Şimdi yurdumun insanları iki zihniyetin amansız savaşının ortasında bulunmaktadır!

Yapısı gereği Skolastik düşünce, dar bir düşüncedir. Her şey tek renk, bencil, egoist, tahammülsüz ve yasakçıdır. Cehaletin, tembelliğin hâkim olduğu yerlerde yaşar. Bunu temsil eden yurdumda tümen tümen aydın (!), siyasetçi, basın mensubu, iş çevresi mevcuttur.

Türk Toplumunun bu zihniyeti şiddetle terk etmesi bir zorunluluktur. Yoksa burada kaldığı sürece dibe vurması kaçınılmazdır! 15 Temmuzları bir daha yaşamaması için Türk Milleti kendine gelmek zorundadır!

Görülüyor ki Batı Zihniyeti, İslam düşünce ve zihniyetinin dünyaya iyilik saçmasından oldukça rahatsızdır…

SOSYOLOJİK TESPİTİM ŞUDUR:

Bizdeki “modernleşme” hareketlerinin hiçbiri, halkın istek ve teklifi ile yapılmamıştır. Hepsi de; “yönetici hâkim sınıfın” baskı ve dayatmalarıyla olmuştur.

Batıda gelişen teknolojiye şapka çıkaran, Auguste Comte (pozitivist düşünce) hayranlığını överken sarhoş olan, eşitlik (!), insan halkları (!),hürriyet (!), kavramlarını telaffuz ederken etrafına salya saçan, sıra İslam medeniyeti söz konusu olunca, utancından yüzleri kızaran bu tipleri millet unutmamıştır.

Özetle söylemek gerekirse, Batılılaşma serüvenimiz Tanzimat’ın ilanıyla resmen başlamıştır.

Daha önceden de belirttiğim gibi Osmanlıyı yıkan, aydınların Batı hayranlığı, aklına, zekâsına ve dehasına olan güvensizliğidir. Aydınlar, Yaralara merhem ararken, koca bir imparatorluğun yıkılmasına seyirci olmuştur. Düşmanla iş birliği yapanları saymak, bu yazının sınırlarını zorlar. Maalesef bugün aynı çizgiyi takip edenleri gördükçe, tarih önünde onlar adına utanıyorum.

Bu hayranlığa son verecek yeni nesillerin doğacağı günü umutla, bu görevi taşıyacak adil, ahlaklı ve iktisada düşkün yöneticilerin son kale topraklarda kurulu devletimi yönetecekleri günü bekliyorum!!!

BİR BAŞKA AÇIDAN BAKILDIĞINDA:

Ortaçağ Krallık Rejimleri “Kavimler Göçü” sebebiyle gücünü kaybedince kontrol, Kilise eline geçti. Ortaçağda ilerlemeye mani faktör din, Kilise döneminde de, her gelişmenin önündeki engelin Krallık olduğu söylendi.

Kilise gücü eline geçirince; söylediği her sözün ve yaptığı her işin doğru olduğunu topluma dayatmaya başladı. Kendisi dışında söylenen her doğru söze kapıları kapattı. Muhtemel çıkabilecek her aykırı sesi, büyük cezalara çarptırmak için Kilise Dünyası cadı avına çıktı. Mesela “Güneş Sistemiyle” ilgili görüşleri nedeniyle “dünyanın döndüğünü” söyleyen Galileo bile yanmaktan, bu iddiasını yalan olduğunu söylemek suretiyle kurtuldu. Anlaşıldığı gibi Kilise, dogmatizmin, gericiliğin beşiği oldu.

Bugünkü Batı hayranlarının içine düştükleri en büyük yanlış burada oluştu.

İslam Dinini dinlerden bir din olarak gördü. Kur’an’ı tahrif olmuş Tevrat ve İncil ile bir gördü. Laisizmin ortaya çıkış şartlarını bilgisizlikleri yüzünden bilmediler. Ya da bildikleri halde Allah bilir inkâr ettiler…

Buraya kadar yazılanlara yabancı olmadığınızı düşünüyorum.

Fakat kafasından ve midesinden dışa bağlı olanlar hala Müslümanlara  “Haçlı” gözüyle bakmaya devam ediyor, yeryüzünde hala sürmekte olan “Haç/Hilal” mücadelesini görmezden geliyor!

Buna karşılık Müslümanlar ne yapıyor? Bu gerçekler sürüp giderken, cehennem ateşinden korunmak için yanmayan kefen hangi yerde satılmakta derdine düşmüş, bu zihniyetle ne yapılır?

Bu; siyaset yapmak değil, bir sosyal analizdir… Yaşam, “egoizm” üzerinden sürdüğü sürece sızlanmaların ardı arkası gelmeyecektir!

Bugün sistem sancılı, şikâyetler çok, ayrılıklar, cinayetler, kayırmalar ve kandırmalar yaygın…

Özgürlüğe, gelişim ve girişimciliğe açık bir dünyanın olacağına, bizden öncekilerin ürettiklerini tüketmek yerine, sürekli üreten, paylaşan insanların yaşayacakları bir dünyanın var ve mümkün olacağına umutla inanıyorum.

Bu dünyayı birlikte kurabiliriz diye içimde bir güven taşıyorum.

Mahmut AKYOL

 

 

Yer işareti koy permalink.

Yoruma kapalı.