İSLAM’IN ÖZÜ

logo5

İSLAM’IN ÖZÜ

Bu yazı, yaşamın anlamına, (İslam’ın özüne) dikkat çekmek için yazıldı…  Bu cümleden mülhem sizi rahatsız ettiğimin farkındayım. Çünkü muhafazakâr düşünce, ezber bozulmasına karşıdır. Bu sebeple ona yeni şeyleri söyletmek zordur.

Önce belirtelim ki:

Bir Müslüman, düşüncesini Kur’an’la test etmek zorundadır. Değilse Kur’an anlaşılmaz, sadece teberrüken okunmuş olur.

Benim görüşüme göre İslam’ın özü, “Salihattır.” Salihat iyilik, güzellik ve doğruluktur. Müslüman, düşüncesini Kur’an’la test ettiği vakit görecektir ki,  İslam’ın özü Adalettir.

Adalet Tevhid kavramından ayrı düşünülemez. Fakat alışılmışın dışında Tevhid kavramına bakıldığında görülecektir ki,  Hz. Peygamber, Arap Yarımadasının kavurucu sıcağı altındaki kölelere ve ezilmişlere ilk kez, “La İlahe İllallah”, “Allah’tan başka ilah yoktur” sözünü söylediğinde,  köle pazarları sarsıldı… Çünkü köleler ve ezilmişler, bu sözün kendileri için bir kurtuluş olduğunu anlamışlardı… Bu sözler aynı zamanda köle ve ezilmişlerin “siyasi ve ekonomik” haklarının teminatıydı…

Bu hakların başında “özgürlük, toprak ve tabiî kaynakların kullanılması” gelmekteydi. Yani kaynaklar, kimsenin şahsi malı değildi. Pekâlâ, köleler ve ezilmişler de bu hakları kullanmalıydı…

Bununla birlikte acaba; insana Tevhidin hatırlatılması ne anlama gelmekte ve insan ihtiyacı demek olan (sermaye, para, altın, mülk) meşru şekilde karşılanmadığı takdirde, nasıl bir sonuç ortaya çıkacaktı?

Eğer sermaye sahipleri aşırı güçlenirlerse,  toplumun dengesi bozulacak, insanlar zor durumda kalacak, barış içinde yaşamak mümkün olmayacak, her yeni bir gün doğduğunda insanlar, kıyameti beklemekten uykuları kaçacaktı.

Bu konuda Kur’an’da, Kapitalizm, faiz ve tefecilik aleyhine ayetler vazedilmişti. Bununla ilgili (Tevbe/34, Tekasür/1, Hümeze/1-2) gibi ayetleri sayabiliriz. Kur’an’da bunca hakikat dururken, Dindar Zihin, mülkiyet meselesini örtbas etmeye çalışarak İslam’ı özünden uzaklaştırmıştır.

İslam, zenginliği asla üstünlük olarak kabul etmemiştir. Mülkün zenginler arasında dolaşmasına izin vermemiştir. Fakirler hep fakir, zenginlerde hep zengin olur düşüncesi “Hind Kast Sistem” veya “Kaderci” bir anlayıştır. Bu anlamdaki bir zenginleşmeyi Kur’an, toplumu yıkacağı, toplumu sınıflaştıracağı adalet ve huzuru ortadan kaldıracağı için bir pislik olarak görmüştür.

Toplumların huzurunu yok eden dünyaperest mal sahipleri, “az şeyle doymaz ve çok şeyle de kanaat etmezler!” Denmiştir. Onların bütün gayreti bu dünyadır. Onlar dünyaya tapar, her şeyi dünya için yaparlar. Bu da onların şirkidir. Onların bir dünyaları olsa, bir dünya daha isterler.

Günümüz dünyasında, Müslüman toplumlarda ve Yurdumda gezip duran siyasi ve ekonomik yapılar,  dünya hâkimiyeti efendiliği için koşmaktadırlar.

Sen yine de, “Her zaman fakirlerden yana ol, çünkü Allah onların yanındadır, asla sömürücü zenginin yanında olma, çünkü Şeytan onların yanındadır…” (Nehcu’l-Beleğa)

İktidar, sermaye ve din” işbirliği Kur’an’da, “Firavun, Karun ve Haman” la temsil edilmiştir.

Sen yine de, bu güçleri ret etmeye çalış…

Bu simalar, “Refah ve nimet ehli, büyük servet, zenginlik ve güç sahipleri, azıp şımarmış, Allah’a ve insanlara karşı sorumsuzlaşmış, maddi kaynakları, haksız yere elde ettikleri serveti saçıp savurmuş, taşkın, zorba önderler, başkanlar, zalim kesimler” dir. Kur’an bunları, “üsttekiler” diye adlandırdı. Onlar her şeye tepeden bakarlardı…

Kur’an’da belirtilen bu kavramları tasfiye edebilmenin tek yolu, İslam’ın özünü davranışa dönüştürmektir.

Sen yine de, bunun için çalış.

Çünkü eninde sonunda Müslümanın inandığı “Kıyamet” vardır. Ardından da Allah’ın “Zalim ve Müşriklerden” soracağı bir hesabı vardır.

Sen yine de, bu hesaba hazırlan..!

Kur’an’dan ayetler, Hz. Peygamberden hadisler, Sünni ve Şiî kaynaklardan rivayetler alınmak suretiyle, İslam’ın kendine özgü bir “sosyal adalet” dili oluşturulabilir. Bu dil, çağımızda ki Anti-Kapitalist dile bir cevap, ayrıca bu dil, İslam’ın adalet, eşitlik, kardeşlik ve paylaşımcı dili olabilir.

Dikkat edin bu, boş sözler değildir..!

Şimdi sıkı durun!

Denilebilir ki insanlık, dinin afyon yüzünden çektiği kadar hiçbir şeyden çekmemiştir. Afyon Yüzlü Din, tarih boyu insanları köleleştirmiş, uyuşturmuş ve özgürlüğünü yok etmiştir.

Dinin afyon yüzünden onurunu, gururunu kaybeden insan yine de “dirhem ve dinar” biriktirmekten vaz geçmemiştir. Bundan dolayıdır ki, insanoğlu telaş ve acele içindedir. Liberal, Kapitalist ve İslam’ın özünden yoksun olarak bir uçuruma sürüklenmektedir.

18 yy da İngiliz sömürgesinden kurtulmuş, kapitalist yöntemler uğruna içeride milyonlarca Kızılderili’nin, dışarıda milyonlarca masumun kanını dökmüş, ABD ye kafa tutmanın bedeli günümüzde ağır olsa da, Allah bir çıkış yolu göstermiştir:

Ey insanlar, size ne oldu ki “Allah yolunda topluca savaşa çıkın!” denildiği zaman olduğunuz yere çakılıp kalıyorsunuz? Ahiret yerine dünya hayatına mı razı oldunuz? Ama dünya hayatının malı ahiretin yanında pek azdır.“ Tevbe Suresi/38

Eğer gerektiğinde topluca savaşa çıkmazsanız, Allah size acı bir şekilde azap eder ve yerinize sizden başka bir topluluk getirir; sizler bu hususta Allah’a engel olamazsınız. Allah, her şeye gücü yetendir.” Tevbe Suresi/39

Sonu:

Dışarıdan “Haçlı Ruhu” ile beslenen Türk/İslam karşıtı olayların üzerine benzin dökenleri şimdiden lanetliyorum.

Mazlumun dini sorulmaz!” ilkesi, insanlığın en büyük değeridir. Hal bu iken zalim ne yapıyor?

Silah üretimine ara verilmeden Barış adına güya dünya bir araya geliyor(!) Diğer yandan insanlık açlık, eroin, silah üçgeni içinde ölüyor. NATO toplantısında “üsttekilerin” çıkarlarıı korunmaya devam ediliyor. Ben hala orada kalmak isteyen akla şaşıyorum..!

Evet, bizde “dünya çocuklarıyız”, ama eşit şartlarda… Bir tarafın kanı ve gözyaşı dökülürken, diğer tarafın alkışladığı bir dünya da çocuk olmak utanç veriyor bana…

Eğer insanlığın rehberi Kur’an’a, bu açıdan ve bu gözle bakılacak olursa, hem Onun niçin gönderildiğini daha kolay anlaşılacak ve hem de O, yaşayan bir kitaba dönüşecektir.

Şimdi Kur’an’da ki sembol, imge ve simgeye kısa bir göz atalım.

Âdem: Biz insanlar demektir.

Ateş: Hırs, şehvet ve haseti ifade eder.

Şeytan: İçimizdeki ve Allah’tan bizi uzaklaştıran tüm kötülük dürtülerdir. Şeytanın insana soldan, sağdan, arkadan, önden yaklaşması, içimizdeki “servet, siyaset, şöhret ve şehvet” tutkularının bizi hırsa ve hasede sürüklemesi demek…  Bakar mısınız biz Âdemler, imtihanı hep buralardan kaybediyoruz!

İblis: Allah’a güvenemeyen yanımızdır. Allah’a güvenmeyen bir “iblis”, sürekli olarak Allah’tan ümit kesip durdukça biz, nasıl mutlu olabiliriz ki?

Mülk-i la yeblâ: Yıkılmayacağı zannedilen “servet ve iktidar” hırsımızdır.

Şecere-i huld: Sonsuzluk ağacıdır. Yani, son sınırına kadar bilgiyi ve serveti toplamak, biriktirmektir. Bu da “iktidar olmak ve orasını terk etmemek” demek…

Ağaca yaklaşma: Toplamayın, biriktirmeyin, Allah’a güvenin, O’ndan ümidinizi kesmeyin, O’ndan uzaklaşmayın, İblis ve Şeytan olmayın demek…

Demek ki yasak ağaç, “mülk/mülkiyet” olmuş oluyor.

İfadeye çalıştığımız bu kavramlar çok iyi anlaşılmalı ki, diğer konular kolaylıkla çözülsün.

Şimdi biz,

  • İçimizdeki güvensizliği ve tatminsizliği gidermek için son sınıra kadar her şeyi “servet, siyaset, şehvet, şöhret” kendimizde toplandıkça, nasıl huzur bulabiliriz ki?
  • Yıkılmayacağını zannettiğimiz bir mülke kavuşmak için insanlara tepeden bakmayı sürdürdükçe, nasıl rahat edebiliriz ki?
  • Barış, kardeşlik, adalet, esenlik, sevgi, merhamet ve paylaşım” içinde bir arada yaşamadıkça, nasıl açlıktan, çıplaklıktan, susuzluktan kurtula biliriz ki?

Mahmut AKYOL

Yer işareti koy permalink.

Yoruma kapalı.