SERMAYE, EMEK VE EŞİTLİK MÜCADELESİ

logo5

SERMAYE, EMEK VE EŞİTLİK MÜCADELESİ

Şu iki cümleden sonra mevzuya girebiliriz.

  1. Unutmak, Allah’ın kula verdiği büyük bir nimettir. İnsan unuttuğu oranda, yeni şeyler öğrenir. Unutmayı geciktirmenin yolu, tekrar ve ezberdir. Bu da kapasitedir. Yani istiap haddi, yani kaderle ilgili bir durumdur. Buraya girilirse, mevzu derinleşir. Burada kalalım.
  2. Birkaç sebepten dolayı Balıkesir/Burhaniye/Ören’de bulunuyorum. Hani “Tropik Kasırga” geliyor diye herkesin çığlık çığlığa olduğu zaman ve yerdeyim… Sanki Türkiye’nin batısı “Nuh Tufanı” yaşayacakmış gibi algı operasyonuna tutulduğu yerde… Nuh’un oğlunun tufan sırasında dağa kaçtığı gibi, insanların şehri boşalttıklarını gözlemledim. Kadere mi kaçıyorlar, yoksa ölüm korkusundan mı gidiyorlar, bir türlü karar veremedim!

Yeryüzünde var olan bütün sosyal sistemler mal, para, sermaye ve emek üzerinden varlıklarını sürdürürler. Önemli olan taraf mal, para, sermaye ve emek ilişkisini düzgün kurmaktır. İnsan ile bu kavramlar arasında düzgün bir ilişki kurulduğunda sistem adil işler. Değilse, zulüm doğar.

Günümüz hâkim sosyal sistemler çıkar amaçlıdır ve Siyonizm’e (sömürüye) dayanır. Bundan değil mi ki ne kimsenin karnı doyuyor ve ne de kimse durumundan memnun oluyor.

Rothshild ve Rockefeller aileleri (Yahudi), hem Siyonizm’i ve hem de günümüz hâkim sosyal sistemlerini besliyorlar. Bu aileler, uluslar ve devletler üstü bir zenginliğe sahiptirler. Yine bu aileler, Karun misali “Mülke” sahip oldukları gibi “Bilgi”yi de yönetirler. Ancak bilmek istediklerinizi bildirirler. Ve ya bulanık ortamda size iğne buldururlar.

Benim görüşüme göre bugün dünyayı yönetenler, devletlere savaş açıp yıkanlar bilgiyi de yönetenlerdir.

Yeniden sormak gerekir?:

Acaba devletleri, kendileri mi yönetiyor, yoksa küresel sermaye ve bu sermayeyi elinde bulunduran Rothshild ve Rockefeller gibi aileler mi?

Kati suretle buna cevap bulunmalıdır..!

Bir başka açıdan meseleye bakalım.

Dünya 1789 da yönetim de bir devrim geçirdi. Aynı şekilde Coğrafi Keşifler yapıldı.

Gerek Fransız İhtilali’nin, gerekse Coğrafi Keşifleri’nin amacı, sermaye sahiplerinin ticaret alanlarını genişletmek, Kilise ve Kralı devre dışı bırakmaktı. Kral ve Kilise gücünü kaybedip kenara çekilmeye zorlandı. Nitekim de öyle oldu. Dünya ticareti bu zamandan itibaren burjuvazinin (Yahudilerin) eline geçti. O dönemden itibaren Yahudi sermayesi dünyada hâkim olmaya başladı.

Hatta bu sistemin oturtulabilmesi için iki dünya savaşı çıkartıldı. Daha sonra Dünya Merkez Bankası kuruldu.  Bankanın kurulması amacı, üye ülkelere proje kredileri vermek, ihtiyacı olan ve kalkınmakta olan ülkelere yardımda bulunmaktı…(!)

Aslına bakılırsa, bu dönemden sonra Müslüman ülkeler, Siyonizm’in oyuncağı oldular. Bu oyunu Yahudiler,  ön karakolları, siyasi maske teşkilatları “Masonlar” maharetiyle yaptılar.

Hatta öyle bir hal ki, Osmanlı Devletinin içinde Yahudi, Rum ve Ermenilerin ötesinde, içimizden Yahudi, Rum ve Ermenilere rahmet okutacak ajanlar buldular. Mason Şeyhülislamlar, Mason Veliahd Mason doktorlar, iş adamları vs.

İngiliz çömezi Mason Mustafa Reşit Paşa, 1 Temmuz 1839’da Tanzimat Fermanını ilan etti. Nihai tahlilde fermanın bizimle hiçbir alakası yoktu. Sadece azınlıklara dışarıda siyasi imtiyazlar sağlıyordu. Bu tarihten sonra her fırsatta Türk Milletine fermanlar, antlaşmalar dayatıldı.

Bu günlerin, geçmiş günlerle ne kadar benzerlik gösterdiğini görüyor musunuz?

Dünde, bugünde vuku bulan sosyal olayların tamamı “bilgi, iktidar ve servet” için yapılmaktadır.

Kur’an’da: “Dünya hayatı sizin için aldatıcı bir metadan ibarettir” Hadid/20.

Burada Allah’a inananlar uyarılmakta, vermek ve paylaşmak öğütlemektedir. Bir taraftan, “Oku seni yaratan Rabbinin adı ile” denirken, diğer yandan “Oku senin Rabbin kerem sahibidir” denilmektedir.

Daha ilk ayetlerinde Kur’an: “İnsanoğlu kendisine zenginliği yeterli gördüğü için azar” demektedir.

İlk Surede yapılan ilk “sosyal tespitler” bunlardır.

Kur’an’ın ilk mesajları neden mülkiyet ve zenginleşmek ile ilgili olduğu üzerinde hiç düşündünüz mü!?

Çünkü “Kenz” ederek zengin olmak insanı bozar denilir. Bu bozulmaya ilk örnek “İsrail Oğulları” gösterilir.

İbn Haldun’un toplumsal analizlerine dikkatle bakıldığında görülecektir ki, günümüzün sorunları, dünün sorunlarıyla aynıdır. Çünkü zenginleşmek yanlış kodlandığında, toplumlar için habis bir “ur” olur. Kur’an bu habis yarayı tedavi etmek için gönderilmişken, Ona muhatap olanlar hala onu anlamış değildir. Hala bu ayetler, ölüler için okunmaktadır!

Aslına bakılacak olursa “Kerem” ve “Takva” gibi kavramlar buralarda anlam kazanır. Yani Kur’an’ın insanlık âlemine niçin gönderildiği ve peygamberin nelerle uğraştığı buralardan anlaşılır.

Kerem” ve “Takva” insanda olması gereken değerlerdir. Bu değerlerin dışında “inat, gurur ve ya onur” boştur. İnsana bir değer kazandırmaz.  Olsa olsa aldatıcı olur. Üç kavramın fazlası da zarardır. Öyle ki insan gurura bir kapıldı mı, etrafınızda ne olup bittiğini anlamaz bile. Osmanlıyı yıkan şey, yersiz gururuydu. Osmanlı aydınlarının acı itirafları şudur: “Batarken bile güneşinin ziyası göz kamaştırıyordu

Türklük etnik bir kimlik değil bir üst kimliktir” diyenler, ülkenin sorunlarına kasıtlı olarak yanlış teşhis koymuşlardır. Ülkemizin temel sorunu kimlik sorunu değil; “Eşitlik” sorunudur. Eşitlik uygulamalarında ki yanlışlardır. Çünkü dünyadaki bütün kavgalar; “kavmiyet, milliyet, mülkiyet ve cinsiyet” eşitsizliğinden meydana gelmiştir.

Eğer doğru bir düşünce analizi yapmak isterseniz, yeryüzünde ki bütün mücadelelerin, “eşitlik mücadelesi” olduğunu anlarsınız. Bu mücadele, hayatın en zor mücadelesidir. Yapılan bütün devrimler ve gönderilen bütün Hakk Din, bozulan “eşitliği” düzeltmek için olduğunu görürsünüz!

Türkiye’nin temel sorunu Zengin/Yoksul, Türk/Kürt, İslam/Laiklik, Sünnilik/Alevilik, Asker/Sivil eşitsizliği” dir. Eğer bu konular bir çözüme kavuşturulmaz ise, Türkiye daha uzun bir süre belini doğrultamayacaktır.

Mesela bu bağlamda Türkiye’nin laik bir ülke olduğunu söylemek zordur. Türkiye de Bizans’tan gelen din/devlet anlayışı Osmanlı’ya, oradan da Türkiye Cumhuriyetine geçmiştir. Burada Dinin özgürlüğü siyasi yönetimin elindedir.

Dinin özgürlüğü yok olunca, yönetim anlayışında “rüşvet, emanet, hıyanet, zimmet, yolsuzluk, yetimin malına el uzatmak” daha kolay olmakta ve önlem daha zor alınmaktadır. Çünkü siyasetin ve bireylerin kontrol mekanizması olan ahlak rafa kaldırılmış olmaktadır.

Bakınız Hz. Peygamber, peygamberlik hayatı boyunca ve vefat ettiği güne kadar, geride bir Kitap ve bir de yaşantısını bırakmıştır. Peygamberlikten kaynaklanan hiçbir mülkiyeti olmamıştır.

Ezcümle iyilik, güzellik, doğruluk yolumuz, okumak; fikrimiz, zikrimiz ahlakımız olsun!

Mahmut AKYOL

Yer işareti koy permalink.

Yoruma kapalı.