RUHLARIN DİRİLİŞİ VE EŞİTLİK

logo5

RUHLARIN DİRİLİŞİ VE EŞİTLİK

Zor zamanlarda ölmek kolaydır, maharet zor zamanlarda yaşamaktır. Zira herkes öldürüyor, kimsenin aklından yaşatmak geçmiyor…

Benim burada “ölü” ruhlarda ki kastım, İslam’ın ve Kur’an’ın ölü hale getirilmesiyle beraber insan ruhunun ölmesidir. Zira ölüler konuşmaz, duymaz, haber vermez, gömüldükleri yeden kalkamaz!

İslam/Kur’an tıpkı insan gibi canlıdır. İslam/Kur’an insan ruhunda bütünleşerek yaşar, hayat bulur. Mekânı insanın vicdanıdır. Tatbik alanı da hayatın içidir. Yani insani ilişkilerdir.

Bu sebeple insan vicdanı (kalp) boş bırakılmamalıdır. Bırakılması halinde, insani bütün sorunların arkası gelmeyeceği gibi, yeryüzünün huzurunu da kurmak mümkün olmayacaktır!

Bu boşluktur ki insanı sevgiden, merhamet ve şefkatten yoksun bırakır, akabinde de insan, ölüm korkusu ve gelecek endişesi hastalığına tutulur ve bu hasta ruhlar, dünyayı yaşanmaz hele getirir.

Hayatın sorunlarına cevap bulmasını beceremeyen insanlar, vicdan (akıl) itibariyle ölüdür. Yoksa ölü olan İslam Dini ve Kur’an’ı Kerim değildir.

Demem o ki vicdanı (akıl) besleyen ve aydınlatan kaynak dindir. Dinin ve ahlakın kaynağı da teoride Kur’an, pratikte Sünnettir.

Dünyayı “Adalet ve Barış” yurduna çevirmesi için Allah, insanı dünyaya göndermiştir. Allah’ın tüm kitaplarında, gönderilen tüm Peygamber sözlerinde insanın dünyaya gönderilme gerekçesi anlatılmıştır… Eğer bu gerekçe unutulursa insanın başına “pislik” yağacağı söylenmiştir!

İslam’ın ilk mesajı “OKU” olmasına rağmen, Kur’an-ı Kerimi bu manada okuyup anlamayan insanlık, dünyanın perişan haline, mazlumun feryadına, cihanın titremesine kalıcı çözümler üretemedi.

Gazali’den itibaren Moğol ve Bizans baskısı arasında sıkışmış kalmış Müslüman Aydınlar, siyasi düşünce ve devlet bekasının etkisi altında kalarak dini mabetlere, Kur’an’ı mezarlıklara çektiler. Müslümanlar gelenekçi ve muhafazakâr anlayış içinde kayboldu. Müslümanlar nakilciliğe kaydı. Bu dönemde akılcı yaklaşımlar kerih görüldü.

Eğer “Oku” mesajı farklı yorumlansaydı, dinin/Kur’an’ın ruhu öldürülmemiş olacaktı.

Denilebilir ki Ülkemizde İslam, derinde akan Şaman dini, kültürü ve geleneklerinin etkisi altındadır. Yani ataların ruhları mezarlarından çıkar, gezer, bir takım işler yaptıktan sonra yeniden mezarlarına dönerler. Kutsallar ziyaret edilir…

Ayrıca zannedildiği gibi ülkemiz “Hanefi” ve “Şafi” mezhebi etkisinde değil, “Mürcie” (şekilci İslam) itikat ve görüşünün etkisindedir. Her ikisi de (Şamanizm, Mürcie) birbirini tamamlar…

Allah’ın yaratmakta, yok etmekte, işte ve oluşta kimsenin gücüne ihtiyacı yoktur!

Diğer taraftan Peygamberler insanlığı iyiliğe, güzelliği ve doğruluğa güçle değil, sözle çağırdılar.

Cenab-ı Allah’da insanları yaratırken, öldürürken ve yeniden diriltirken onların soyuna, ırkına, kavmine, kariyer ve konforuna bakmayacak, üsttekilere farklı, alttakilere farklı muamele yapmayacaktır. Herkese adaleti gereği eşit muamele edecek, aracılık yapmak isteyenleri de şirkleriyle rezillikleriyle baş başa bırakacaktır…

Allah insanı tek başına yarattı, davranışlarından da kendisini bizzat sorumlu tutacaktır…

İnsanın düşünce ve sorumluluk duygusu ailede inşa edilir.

Aileden yeterince beslenmeyen, fıtraten gelişmeyen akıl sahipleri kör, sağır ve dilsiz olur. Düşünce başka yerlerden beslenince de, insan devletine, milletine, ailesine yabancı olur ve bu köklere ihanet etmekten çekinmez…

Garabete bakın ki, insanoğlu heyecan ve sevinçle doğduğunda onu kimse paylaşamaz..!? Sonra bu masumiyet zehirli bir yılana dönüştüğünde de, herkes kaçacak delik arar…

Derken “Ölüm mukadder” olur. Her ne kadar bu söz derinlerden duyulsa da, devir döner, insan toprağa yeniden döner. Hâlbuki ölmeden önce bir şeyler elde etmek için ne kadar da çalışmış ve sevinmişti.

Şimdi hepsini bıraktı da gitti acınasıca…

6/İnsan rabbine karşı nankördür. 7/Kendisi de buna şahittir. 8/Mal sevgisi gözünü bürümüştür. 9/Bilmez mi ki mezarlar deşildiği zaman, 10/göğüsler açıldığı zaman, 11/işte o gün her hallerinden haberdar olduğunu Rableri onlara gösterecektir.” (Adiyat Suresi)

Demek ki bu “Ölüm mukadder” sese kulak vermek ve iman etmek gerek… Zira İnsana “ölüm, afet ve kıyamet” ansızın gelir.

O halde, ellerimiz ve ayaklarımız birbirine dolanmadan önce yoksula, yetime, muhtaç olana, kendimize ve kardeşimize el uzatalım, Salihat yolundaki cihadı terk etmeyelim!

Daha önce, “dünya mülkü gözü kör eder, çıkar ve menfaat insana haksızlık ve hayâsızlık yaptırır, “KİBİR, HASET VE HIRS”, aklı baştan alır, insanı birbirine düşman eder, kardeşliği, dostluğu yok eder!” Demiştik… Bunu ne kadar tekrar etsek azdır..!

5/Oysa kim malından harcar, Allah bilinciyle yaşar /Ve güzellik namına ne varsa desteklerse, 7/Biz ona cenneti kolaylaştıracağız. 8/Her kim de cimrilik eder, zenginliğini kendine yeterli görür, 9/Ve güzel olanı yalanlarsa, 10/ona da zor olanı (cehennemi) kolaylaştırırız. 11/Baş aşağı (mezara) döndüğü zaman onu malı kurtaramayacak!” (Leyl Suresi)

Buraya kadar söylemeye çalışılanın özeti şudur; “Ölüm yok oluş değil, hayatın yenilenmesidir.” Kıyamet, ölümden sonra olacak yeni bir var oluş hamlesidir. Kıyamet, ayağa kalkıştır. Ölüler konuşmaz ve duymazlar ama mezarlıklar da her şeyin bittiği yer değildir. Ondan ötesi vardır. Ölüm ölünce, kıyamet gidince anlaşılır.

Ancak bilinen bir şey daha var ki, bu dünyada acı çektiren o dünyada acı çekecektir! Bu dünyada ağlatan o dünyada ağlayacaktır! Yıkıcı olan orada yıkılacaktır! Merhameti olmayana merhamet edilmeyecektir!

Görülüyor ki dine ve dinin gereklerine gerek vardır. Din, dünya için hazırlanmış bir programdır.

Bakıyoruz ki, her doğan çocukla birlikte Âdemin kıssası yeniden başlıyor. Âdem’in başına gelenler herkesin başına geliyor. Yaşadıklarını yaşıyor. Herkes yeni bir Âdem oluyor…

Yaratılmak, insanın varlık âleminde kendini göstermesidir. Yani insanın var olması iyilik, güzellik, doğruluk için yaşaması, yok olması da kötülük yapmasıdır. Allah insanı işte bu iki uçtan sorgulayacaktır. İyilik/Kötülük, Doğru/Yanlış, Hayır/Şer, Hakk/Batıl, Zalim/Mazlum… V.S

Karun, mal konusunda çok cimrilik gösteren birisidir. İnsanlara bunun üzerinden cimrilik anlatılmak istenir. Aklına ve bilgisine çok güvenen Karun der ki:

Bunları ben, bendeki bilgim sayesinde elde ettim.”

Sonuçta Karun mezara düştükten sonra bedenini yılanlar, çıyanlar kurtlar ve böcekler yemiştir… Bu, Biyolojik ölümdür. Onun ve onun gibilerin asıl ölümü, cehennemde olacaktır. O ne fena bir yerdir..!

Kur’an diyor ki, eğer inanıyorsanız Karun gibi olmayın, sonra ölüm karşısında gücünüz ve servetiniz aciz kalır, uğruna ölüp durduğunuz mallarınız bir nefes almaya yetmez. O soğuk ve karanlık mezarı düşünün de yeryüzünde böbürlenerek gezmekten vazgeçin!

O halde; ölmeden önce ölmek, eşitlenmek için kibir abidesi olmaktan kaçınmak, piramitlerin, burçların, şatoların, gökdelenlerin tepesinden böcek seyreder gibi insanları izlemekten vazgeçmek gerekir!

Bir yoksul nasıl soğuk ve karanlık toprağa (mezar) giriyorsa, aynı şekilde mütekebbir kimselerde mezara girecektir… Hiçbir insan bu İlahi kanuna mani olamayacaktır! Yerüstünde eşit olmak istemeyenler, yeraltında eşit olmaktan kurtulamayacaklardır.

O zaman şu soruya cevap verebilir miyiz?

Acaba; ölmeden önce; “Üzerinde yedi dirhemlik bir emanet olduğu halde Allah’ın huzuruna çıkmaktan hayâ edecek kaç kişimiz var..!?”

Mahmut AKYOL

Yer işareti koy permalink.

Yoruma kapalı.