ALLAH’A GÜVENMEYEN BİRİKTİRİR

logo5

ALLAH’A GÜVENMEYEN BİRİKTİRİR

Dinde Allah’a inanmak değil, güvenmek asıldır. Dinin direği doğruluk, dürüstlük sevgi ve paylaşma kavramlarıyla dikilir. Bu direkler üzerine dikilmeyen bir dinin temeli, gövdesi ve çatısı çürük ve tamamı felsefeden ibarettir.

Felsefeye dayalı bir din size ezilenden, mazlumdan, mağdurdan ve yoksuldan söz ediyorsa; doğruluğu, dürüstlüğü, sevgi ve paylaşımı yalandan ibarettir.

Söz söyleme meraklısı değilim. Lakin söylediğim sözün doğu olmasını isterim. Çünkü yanlışlara ilgisiz kalmak günahların büyüğünden sayılır. Ben değil, kimsenin bunu kaldırmaya gücü yoktur.

Müslüman Türk Millet, her yirmi senede bir savaş yüzü görmüştür. Bu sebeple yeryüzünde rızk ve rızk kaynaklarını tasarruflu şekilde kullanan ikinci bir millet daha yoktur. Ortaklaşa bir hayatı bizim kadar becermiş başka bir millet yoktur. Eğer böyle bir hayatı diğer milletlerde becermiş olsalardı, yeryüzünde hiçbir sorun kalmazdı.

Hz. Muhammed köleliği kaldırmıştı. Fakat ondan sonra kölelik, sistem olarak yeniden işlemeye başladı. Günümüzde şekli değişmiş olarak bütün şiddetiyle kölelik sürmektedir. Kredi kartı köleliği bunlardan birisidir.

Müslümanlar, diğer insanlar gibi dünya hayatının geçici cazibesine kendilerini kaptırdılar. Oysa Kuran sürekli olarak bizi bu cazibeye karşı uyarmıştır.

Eğer Müslümanlar, Allah’a olan güvenlerini kaybetmiş olmasalardı, imanları da capcanlı hayatlarına istikamet vermiş olurdu.

Allah’a güvenmeyenler biriktirir. Ne devlet, ne insanlar zenginler kulübü değildir. Kur’an’da ki tabirle servet, zenginler arasında dönüp duran bir meta hele hiç değildir.

Din, Muhsin mümin ve ezilen gözüyle okunduğunda “Lehu’l-Mülk” karşımıza çıkar. Yani Müstaz‘af (ezilmiş) halk, kredi kartı kölesi haline gelmesin diye isyan eder, bu isyan da arşı titretir.

Kapitalist üretim ve tüketim ilişkilerine karşı çıkılmadan, kapitalizme karşı durulamaz…

Mesela bir fabrikada sadece mescit açmak, işçilere iftar ve sahur yemeği vermek fakat kâr bölüşümüne hiç dokunmadan işçinin hakkını verdiğine kendini inandırmak aslında hırsızlıktan başkası değildir.

Esas mesele de budur…

Anadolu’da klasik Türk, Sünni ve Müslüman aileden gelen birisi olarak şunu söylemek istiyorum:

Türk ile Kürt, Alevi ile Sünni, Müslüman ile gayr-i Müslim, zengin ile yoksul eşit hale gelinceye kadar adalet ve eşitlik meselesinin bir aydın olarak takipçisi olacağım.

Şimdi anlatacağım hikaye Ebu Zer’le ilgilidir. Sanıldığının aksine Ebu Zer yalnız kalmış ve aykırı olan görüşleri olan biri değildir. Aksine Ebu Zer’in görüşleri çoğunluğun görüşüdür. Saraylara ve kaşanelere taşınmamıştır.

Kişi elindeki birikimi, üst üste koyduğu akçeleri şu dört yoldan birisine aktarmak durumundadır; Yoksa Kenz olur, kenz de ateştir.

Bir; iş ve istihdam yaratıcı iş yeri, tesis, fabrika vs. kurmak veya açmak… Yani buraları ortaklaşa üretim ve paylaşım düzeni içinde çalıştırmak.

İki; infak etmek… Yani üst üste koyduğu akçelerin ihtiyaç fazlasını mülkiyetinden çıkarmak, tutmamak gerekir.

Üç; vakfetmek… Yani emaneti kendinde olduğu halde gelirini infak etmek lazımdır.

Dört; karz-ı hasen yapmak… Yani icabında silinebilir borç vermek, üst üste getirdiği akçelerin piyasada borç olarak dolaşımını sağlamak. Bunun dışında biriktirmenin yolu yoktur, aksi halde ona ateş olarak geri döner.

”Üçüncü Halife Osman b. Affan, halife olur olmaz Emevi kabilesiyle kadrolaşmayla başladı.

Kufe valisi Sa’d b. Ebi Vakkas’ı azledip yerine anne-bir kardeşi Velid b. Ukbe’yi tayin etti.

Mısır valisi Amr b. El-As’ın yerine sütkardeşi Abdullah b. Sa’d b. Ebi Serh’i tayin etti.

Basra valisi Musa el-Eş’ari’yi görevden alarak dayısının oğlu Abdullah b. Amir’i atadı.

Kilit bir görev olan Devlet Kâtipliği’ne amcasının oğlu Mervan b. Hakem’i getirdi.

Tüm eyalet valiliklerinin kendi kabilesi Umeyye oğullarının eline geçmesini sağladı…

Medine’de ileri gelenlerden oluşan istişare kurulunu Emevi aile meclisine çevirdi.

Taif’e sürgün edilen amcası Hakem’i Medine’ye getirtti ve kendisine 100 bin dirhem (ulufe) verdi…

Fedek arazisini onun oğlu Mervan’a tahsis etti.

Medine çarşısının gelirini Mervan’ın kardeşi Haris’e tahsis etti.

Damadı Abdullah b. Halid’in ‘hesabına’ 400 bin dirhem aktardı.

Mısır’dan getirilen devasa inciyi Ömer b. Hattab ‘Parçalayıp yoksullara dağıtın’ demiş ama özelliği bozulur diye parçalanmamıştı. Halife Osman bu inciyi, kızını Mervan’ın kardeşi Haris’le evlendirirken çeyiz olarak ona bağışladı.

İfrikiye’nin fethi sırasında bir buçuk milyon dinar ganimet elde edilmiş, beşte biri Medine’ye gönderilmişti. Bu ganimetleri yapılan ihale/müzayede sonunda 500 dinar karşılığında Mervan’a sattı. Mervan aldığı malların çok azını ödedi, kalan borcunu da ona bağışladı.

Peygamberimizin yıktığı, ilk iki halifenin fırsat vermediği toprak ağalığının ve toprak köleliğinin önünü açarak kapitalizmin İslam dünyasına girişine zemin hazırladı.

Halifeye istifa çağrılarına ‘Bu gömleği (hilafeti) bana Allah giydirdi, üç buçuk çapulcu (muhalif) istiyor diye çıkarmam’ diyerek, asırlar boyu sürecek ‘saltanat’ kavgasını başlatmış oldu…

İhtilal sonucu öldürüldüğünde cenazesi üç gün ortada kaldı. Cenaze namazına dört, en fazla yedi kişi katıldı. Ali b. Ebu Talip, Talha ve Zübeyr gibi önde gelen sahabeler cenazeye katılmadı. Cenazeyi taşıyan kişiler taşlandı ve yaralanmalar oldu. Cenazesi Medine’deki Müslüman mezarlığına gömülmedi ancak dış duvarının yanına gömülebildi.

Daha sonra Muaviye döneminde duvar değiştirilerek mezarlık içine dahil edildi.

Geride bir milyon dirhemi aşkın servet bıraktı.

Mekke’de Müslüman olduğunda orta sınıf bir zengindi.

Kamu görevlisi (halife) olmasıyla birlikte ticareti bırakmasına rağmen servetini katlanarak arttı.

Fakat iktidar ona yaramadı.

12 yıllık iktidar döneminden sonra, Müslüman mezarlığına gömülmesi dahi tepkiyle karşılanacak bir noktaya geldi.”

Bu ne hazin bir sondur!

NOT:

(Halife Osman’la ilgili bilgiler, Adalet Devleti ‘Ortak İyinin İktidarı’ adlı kitaptan aktarıldı)

Mahmut AKYOL

Yer işareti koy permalink.

Yoruma kapalı.