CANI, MALI, AKLI, NESLİ VE DİNİ KORUMAK

logo5

CANI, MALI, AKLI, NESLİ VE DİNİ KORUMAK

Hz. Muhammed Medine’ye geldiğinde, kendisini karşılamak üzere bekleyen kalabalığa ilk olarak şu sözleri söyledi:

“EY İNSANLAR!,

İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olamazsınız. Birbirinizi sevmek için de aranızda selamı yayın… Birbirinize haset etmeyin. Birbirinize hasım olmayın. Birbirinizi arkasından çekiştirmeyin.

Ey Allah’ın kulları! Kardeş olun!”

Ey Allah’ın kulları!

Şimdi de Hz. Muhammed’in bu sözlerine cani gönülden yerine getirmek gerekir. Zira bu sözler, İslam’ın bir özetidir!

Diğer yandan İslam yönetimi şu beş temel ilke üzerine kurulmuştur:

“Adalet”, “Emanet”, “Ehliyet”, “Meşveret”, ve “Maslahat”.

Kim ki, bu evrensel değerler içten savunur, pratiğe döker, ikiyüzlü davranmazsa; Allah bu kullarını üstün kılar ve sayılarını artırır…

Kısaca bu ilkeleri anlamaya çalışalım:

Adalet, hayatın ve devletin varlık gerekçesi, insanlar arası ilişkilerin muharrik gücüdür. İnsan ilişkileri adalet üzerine kuruludur. İnsan ilişkilerini adalet üzere yürütmekle yükümlüdür. Adalet mülkün temelidir sözü budur…

Emanet, bütün makam ve rütbeler, her türlü imkân ve kabiliyetler, insan için bir “hibe” değildir. Allah doğuştan hiç kimseyi kimseden farklı ve ayrıcalıklı yaratmamıştır. Allah hiç kimseye ulufeden bir şey vermemiştir. “Herkese çalışmasının karşılığı vardır” denilmiştir.

Ehliyet, insan her nerede bulunulursa bulunulsun, her nereye gelirse gelsin, işgal ettiği makamının rengini “ehliyet ve liyakat” belirlemelidir. Hele uzmanlık gerektiren işlerde ahbap çavuş ilişkisi asla düşünülmemelidir…

Meşveret sormak, soruşturmak, tartışmak, fikir beyan etmek, insanları işin içine katmak, sorunları birlikte çözmek… Günümüz dünyasında buna cumhuriyet veya demokrasi denilmektedir.

Maslahat, oldukça kapsamlı ve anlamlı bir kavramdır. Bu bize, oluşturmak istediğimiz kurumun “ne yapması” gerektiği fikrini verir. Herkes için lazım olan “can, mal, akıl, nesil ve dinin” emniyetidir. Yani sevmediğiniz kimselerin de “can, mal, akıl, nesil ve din” güvenliğini sağlanmak bir zorunluluktur.

Lakin sosyal hayatta bir umursamazlık almış başını gidiyor. Makyavelizm ve Kapitalizm tavan yapınca haksızlık, vurgun soygun başını alıp gitmiştir. Bu sebeple Müslümana, (İslam’ı) çağın idrakine söyletmek zorlaşmıştır. Bunun en son örneği Corona virüste görülmüştür. Yani Makyavelist ve Kapitalist bir hayat yaşayarak bu pisliklere karşı durulamıyor!

Makyavelist ve Kapitalist hayata isyan etmeden, haksızlığa, zulme ve zalime karşı gelmeden bu zorluklarla savaşılamaz…

Corona virüsü fırsata çeviren hırsızlar yerden mantar biter gibi bir anda çıkmış, kaygı/korku yaşayan halkın cebini boşaltmaya çalışmıştır. Çalmak insanın fıtratında olan kötü bir duygudur.

Bunun için yeni bir insan tipi ortaya konmalıdır.

Örneğin burada Hz. Muhammed hareketine bakmalıdır. O önce İslam inkılabını gerçekleştirecek yeni insan tipini yetiştirdi. Bu yeni insan tipinden maksat, eski şahsiyetlerini inkâr, yeni şahsiyet inşa eden kişilerin vücut bulmasıdır.

Demem o ki eski kılıçlara sahip bir ordunun savaş kazanması mümkün değildir.

Yenilikçi insanlar, talihlerini (kader) değiştirmek isterlerse, geçmişleriyle övünmek ve geçmişlerine sığınmak yerine, içinde bulundukları ve geleceğe bakmak ve geleceğe koşmak zorundadır.

Bu yol ve bu duruş ithal edilemez. Bu yol ve bu yöntem engin tarihimizde, İslam inanç ve değerlerinde, insanın fıtratında fazlasıyla mevcuttur.

Kendini sorgulayan ve aklını kiraya vermeyen insanlar, kader birliği yaparlar. Kader birliği yapanlar birbirlerinden kuşku ve endişe duymazlar, bilakis güven duyar, sevgi besler ve paylaşımda bulunurlar. Çünkü insanlık, cömert oldukça büyür, cimri oldukça küçülür. Açların ve yoksulların duaları, cömertlere bir kalkandır.

Bu toplulukta yalan yoktur. Aldatma yoktur. Birbirini satma yoktur. Böylesi topluluklarda ruh, vicdan ve inanç değerlerin diriliği önemlidir. Eğer ruh çöker, vicdan kararır ve inanç diriliğini kaybederse; artık sizin için muzaffer olmak bir hayal olmaktan öteye geçmez…

Kendisini dokunulmaz görenler, bazı şeylere inandıkların için, onların üzerinden geçim sağlamaktadırlar. Bunu da herhangi bir yöneticiyi göklere çıkararak yahut yerin dibine sokarak yapmaktadırlar.

Aslında her yönetici kişinin takdir edilecek yahut eleştirilecek bir tarafı mutlaka vardır. Yaratılanda ebedilik ve kusursuzluk olmaz!

Kahramanlar milletlerin gönlünde yaşar ve vicdanlara yük olmazlar. Onların korunmaya ihtiyaçları da yoktur.

Bir milletin yıkılış ve yok oluş dönemlerinde, o milletin ve o devletin aklını hareket geçirme beceri ve başarısını göstermiş olana “kahramanları” olmuştur, olmaya da devam edecektir.

Eğer bir milli kahraman canını dişine takarak bir kazanım elde ettiyse, zaten o millet kuşkusuz onu takdir eder.

Hz. Muhammed’in tebliğ ettiği din de kader anlayışı, önceden belirtilmiş değildir. Kader, zaman içinde Allah ile birlikte yürürken gerçekleşir. Ne önceden ve ne de sonradan olan bir şey değildir.

Yani Allah’ın bilgisi dışında, onun katılmadığı hiç bir iş olmaz. Varlıklar içinde sorumluluk taşıyan tek varlık, insandır.

İnsan insandan yaratıldı. Bunda kişinin iradesi, Allah’ın iradesiyle birlikte yürüdü. Mesela nehirlerin kaderi, boşa akan değil yatağında akan sudur. Önleri tıkanır, mecraları değişirse insandan intikamını alır. Nehirler, tıpkı vücuttaki damarlar gibidirler. Unutulmasın ki nehirler, denizlere kan taşırlar.

Şunu ilave olarak söyleyelim ki, kulun yürümesi, atması, seçmesi hepsi Allah’tandır. Ancak kulun yürümesi sırasında, atması esnasında ve seçiminde Allah, hayrı ister, şer istemez.

Allah hiçbir kulunu eziyet etmek için yaratmamıştır. Eziyet, kulun kendi tercihleri sonucudur. Değilse; Allah kulunu sevgi ve merhamet üzerine yaratmıştır.

Allah’ı görüyor muşçasına yaşamak, her daim onunla birlikte yürümeye çalışmak, hatta kıyamete gidip gelmişcesine davranışlarda bulunmak, insanın tek amacı olmalı.

Cahil bırakılmış toplumlar kendilerine olan inançlarını tez kaybederler. Bu sebeple yaşamak için kendilerinin dışında bir kurtarıcı ararlar. Mehdi bunların vazgeçilmez kurtarıcısıdır. “İtaat kültürü” mantığı da işin cabasıdır.

Emevi kader doktrin anlayışı, kendi adaletsizliklerini meşrulaştırmak için ortaya konulmuştur.

Kur’an’ın özü ve ruhu olan “adalet, doğruluk ve dürüstlüktür”. Allah peygamberini ilk önce bu öze ve ruha çağırmıştır. Yok, edilmesi gerekenlerse tembellik, kölelik, cehalet ve geri kalmışlık psikolojisidir.

Ayrıca siyaset, servet, şöhret ve şehvet insanları yoldan çıkaran sebeplerdir. Bunları dengede tutup tutmamak insanoğlunun elindedir…

Gayri şahsi egemenliğin yerine, şahsi egemenliklerini kuranlar, hayatı cehenneme çevirenlerdi. Dokunulmazlık zırhına bürümüş egemenler, sorumluluk kabul etmezler. Her şeyi kendileri için bir hak görenler, dünyada hesap vermeyi hiç istemezler.

Kaldı ki Allah, hayatı adaletle yönetir, sevgi ve merhametle ayakta tutar. Hayatta her şey insanoğlu için eşit yaratılmıştır. Onu değiştirmeye kalkmak hakkımız değildir. Hırsa kapılmaya da, kenze yapmayada gerek yoktur. Nasıl olsa sonunda ölüm vardır.

Yönetici, bana ait olan şeyler üzerinde “adaletle hükmeden”dir. O Halde yönetici olanı eleştirilmek bir haktır. Çünkü hiç kimse egemenlik noktasında mutlak değildir.

Ne zorunuza gidiyorsa, onu yapmaktan geri durmayın. Zira kurtuluş zoru başarmaktır. Daveti yaşantıyla yapmak lazımdır. Hayatınızda olmayan bir şeyi varmış gibi göstermek fasıklıktır.

İnsanlık tarihi boyunca söylenenler söylenmiştir. İlk Peygamber özü itibariyle insanlığa ne tebliğ ettiyse, son peygamber de aynısını tebliğ etti.

Tevhit ve şirk insanı var olduğundan beri meşgul etmiştir.

Örneğin görünmez bir güç olan Allah, Evreni adalet ve eşitlik üzerine mi yarattı? Yaratılış bir plân içinde mi oldu? Allah, her an bir iş ve oluşta mı?  “Allah, kullarının ne yapacağını önceden takdir etmiş midir?” Daha bir sürü soru…

Bence içi boşaltılmış, anlam kaymalarına uğratılmış, ölü hale sokulmuş bir “Kitabın” ve bir “Din’in”  hayatın içinde yeniden yerini almadan insanlık, sulhu-salaha eremeyecektir.

Dini Bizanstist görenlerin elinden din alınmalıdır. Dinde Düşünmeyi, akletmeyi, Kerih görenler kınanmalıdır.

Dört kitapta “Öldürme, çalma, iftira atma, yalan söyleme, sihir yapma, zina etme, komşuna iyi davran, putlara tapma” kavramlarının dinin asıl meselesi olduğunu söylendi.

Dört kitapta tüm insanlık bir kere daha “ölüm, afet ve kıyamet” konularında haberdar edildi.

Hz. Muhammet, gizemli, gizli güçlerle dolu, uçtu/kaçtı ya sahip biri değildi…

Sünni Gelenek Düşüncesinin bir çıkmazı da buradadır. Bu sebepledir ki O, asla kariyer ve konfor peşinde koşmadı.

Son söz:

Bir ve beraberliğin çimentosu olan vatan, millet, bayrak, namus, adalet, eşitlik ve din kavramlarını hayatın içinde, hayatın orta yerinde olmasının mücadelesinden vaz geçmeyin!

Hep din duygusu ve heyecanıyla yaşayın! Kendinizi kimseden üstün görmeyin! İslam’ı ve Kur’an’ı uzmanları bilir demeyin! İslam toplumsal yaşanan, fakat sorumluluğu ferdi olan bir din olduğunu unutmayın! Kutsal toprak, kutsal taş, kutsal kitap sözlerinin “Tevhit” gerçeğine ters olduğu bilin!

Bu kavramlar hiç kimsenin, hiçbir cemaat, hiçbir tarikat, görüş ve düşüncenin tekelinde değildir. İnanan inandığı gibi inanır, inanmayan inanmaz. Kimse sen niçin benim gibi inanmıyorsun diye kınanamaz!

Çünkü herkes kendi davranışlarından sorumlu olacaktır!

Mahmut AKYOL

 

 

Yer işareti koy permalink.

Yoruma kapalı.