TEVHİDİN, ADALETİN, ÖZGÜRLÜK VE EVRENSEL BARIŞ YURDUNUN ANITI; “KÂBE” 

logo5

TEVHİDİN, ADALETİN, ÖZGÜRLÜK VE EVRENSEL BARIŞ YURDUNUN ANITI; “KÂBE” 

Bu günlerde Kâbe sessizliğe büründü, insanlığın yasını tutuyor… Çünkü Kâbe, Müslümanlığın değil, insanlığın merkezidir.

Bir dine değil bütün insanlığa aittir. Kâbe’nin bulunduğu Mekke bu nedenle bir anlamda Evrensel Barış ve Adalet Yurdu’nun adı, anıtı ve kalbidir. 

Bu anıtın varlığı korundukça, yolunu şaşırmış insanlığa yol göstermeye devam edecektir. İnsanlık varoluş gayesini hatırladıkça, titreyip kendine gelecektir.

Ramazan Ayı ve Bayramı bu yıl buruk geçti.

Acaba bu Kurban Bayramı da öyle mi geçecek? 

Yoksa yine “Hacer-ül Esved” taşının başı itiş kakış mı olacak? 

Yoksa birilerinin ölümüne Minede Şeytan taşlanacak mı?

Yoksa Milyonlarca hacı adayı Arafat’ta toplanabilecek mi?

Ey inananlar! 

Kâbe’ye gitmek parayla değil, bilinçle olur! Kâbe’ye gitmek tevhide, adalete, eşitliğe, özgürlüğe imanla olur!

Bu ne demektir? 

Açıklamaya çalışalım: 

  1. Kâbe’nin bulunduğu yer, insan soyunun ilk ortaya çıktığı yerdir. Tarihte ilk çekirdek aile, Kâbe’de veya civarında görünmeye başlar ve yeryüzüne dağılır. 

Bu sebeple her yıl Hacc mevsiminde insanlık köküne dönmeye çağırılır. Bu bir bakıma sılayı rahimdir. İşte bu toplanmanın verdiği sevinç, bayramdır. 

Soy, ırk, kavim, kariyer, konfor, zenginlik, fakirlik farkı ortadan kalkar, herkes eşit ve kardeş olur. 

  1. Her yıl hac mevsiminde insanlar atalarının yeryüzünde ki, bu ilk göründükleri yerde toplanır. Aralarında sonradan oluşmuş “her tür statü, ırk, cinsiyet, dil ve sahte din” ayrılıkları bir kenara bırakarak beyaz kefenlere bürünür. 

İnsan ilk doğal haline döner. Tam bir eşitlik içinde insanlık gösterisi yapılır. 

Şimdilerde bırakın Müslümanı, tüm insanlık kıyamet provasından geçiyor! 

  1. Evrende maddî bir merkez yoktur. Kâinat Allah’ın yed-i kudreti (kozmik gücü) ile ayakta durur. Allah’ın kozmik gücü evrenin potansiyel yapısında gizlidir. 

Bu anlamda Allah yerlerin ve göklerin nuru, enerjisi, ruhu ve canlılığıdır. 

Bütün evren Allah’ın sınırsız ve boyutsuz bu gücü etrafında döner. İnsanın Kâbe etrafında dönmesi (tavaf), bu kozmolojik döngüye sosyolojik bir katılımdır. Burada insan evrenin sahibi değil, mensubu olur. 

Zaten tavaf bir semboldür. Tevhidi dünya görüşünün muazzam bir mesajıdır. 

İşte bunun idrakinde olmak bayramdır.

  1. Kâbe, Kuran’da geçtiği gibi, aynı zamanda, Allah’ın sembolik evidir. Aynı zamanda burası insanlar tarafından yapılmış en eski evdir. 

İnsanların ilk görüldüğü ve etrafında toplandığı bu yerde, Allah ile insanın ontolojik buluşmasının sembolize edilişidir. 

Yani Allah’ın bütün varlığa yayılan sevgi ve merhametini, kendi vicdanımızda bulup yakaladığımız bir anıdır. Allah ile ruhen buluşma anıdır. 

Burada insan, Allah ile kozmik bir yolculuk halinde olur. İnsan burada metafizik bir gerilim yaşar. 

İşte bu gerilim içinde buluşan insan, bayram yapmış olur. 

Özetle denilebilir ki: 

Hacc ile her yıl Âdem’in çocukları, sılayı rahme çağrılır. Her yıl Âdem’in çocuklarına kıyamet provası yaptırılır. Her yıl Âdem’in çocukları, tevhit eğitimine tabi tutulur. Her yıl Âdem’in çocukları muazzam bir metafizik gerilime sokulur. Her yıl Âdemin çocukları Allah ile buluşmada zirve yaşar. Bu zirvenin bir ömür boyu sürmesinin kodları bu gidiş/gelişte verilir. 

İşte bu Haccdır, nüsuktur ve bayramdır.

Bunun için, ümmetin tam bir şuur ve bilinç içinde hareket etmesi gerekir. 

Değilse hacc etmek, sadece hurma/zemzem ve Gayri/Müslimlerin ürettiği teknolojik ürünleri sırtlanıp ülkelere dönmek değildir. 

Din, bir yaşam biçimi, İbadet ise iş ve değer üretmektir. 

Eğer bu cümle hakkıyla kavranırsa, insanlığın sorunu kalmayacaktır!

Dinin yaşam biçimi demek, sayısı beşi/altıyı geçmeyen Ritüelden ibaret değildir. Eğer dini hayat bu şekilde anlaşılırsa, dinin hem yaşam alanı daralır ve hem de din, din olmaktan çıkar.

Alanı daralan dinin içi, gereksiz bir sürü teferruatla dolmuş, din adeta hayattan koparılmış olur.

Şimdi bize düşen, doğduğu topraklara gömülmüş olan dini yeniden diriltmek ve inşa etmektir.

Din öksüze vermek, yoksulu doyurmaktır. Hacca gidilsin gidilmesin herkes için farzdır. 

Din, Zengin/yoksul arasındaki uçurumu kaldırmaktır.

Dinin esası, Kur’an’da Neml Suresi 12. Ayet ’de ifade edilmiştir. Hz. Peygamberin yaptığı yorum (Razi, Kurtubi, İbn Kesir) de nakledilir. 

Dinin gerekleri “Mühimi” olan Ritüellerle, esasları “Ehemi” olan “Doğruluk, dürüstlük, kardeşlik, paylaşım, bölüşüm, zulme karşı direnme, hakkı savunma, yalan söylememe, iffetli yaşama, doğru ölçüp tartma, aldatmama, sömürmeme, emeğin hakkını verme, güven vs.” şeyleri karıştırmamak lazımdır… 

Ehemi bırakıp, mühime yönelmek, dini ters çevirmektir.

Kurban Hacc ile sınırlı bir davranıştır. Bu görüşe göre hacca gitmeyenlerin kurban kesmesine gerek yoktur. İslam’da kan akıtılarak günahların affedilmesi gibi bir anlayış bulunmamaktadır.

Kurban keserken Allah isminin anılması çok eski bir kültürdür. Beş bin yılların ötesine gider. Zamanla Kâbe’de yerleşik bir kültür olmuştur. Kâbe’ye getirilen canlı hayvanların Allah’a adanması İslam öncesinde de vardır.

Allah’ın malı, kamunun malıdır. 

Yani o zamanlar yoksullara verilecek mallar, diyelim ki iki deve Kâbe’ye getirilip bağlanır, bunu Allah’a adadım denirdi. Yoksullar da o iki deveyi ihtiyacına göre alır, bu şekilde sosyal denge sağlanmaya çalışılırdı.

Hidayete ermek, vermekle olur. 

Yani hidayete eren kişi hediye eden kişidir. Bu yüzden insanlık bugün vermediği için hidayetten uzaktır! 

Bugün vererek muhtacı sevindirmek lazımdır. Çünkü İslam paylaşım dinidir. Vermek ve paylaşmak inşa edilmesi gereken dinin yeni yüzüdür.

Mensup olduğumuz dinin ehemi, “Komşusu açken, tok yatan bizden değildir.” 

İnsanlığın kıyameti bu noktadan çıksa yeridir.

Ülkemizde ve dünyada yaşanılan olaylara bakın, hepsinin altında; “bir lokma ekmek kazanma çabası” vardır.

SONUÇ:

Eğer bugün insanlığın katli görmezden gelinirse, evsiz, yurtsuz, aç ve perişan olmalarına seyirci kalınırsa, hiçbir gücünüz Allah yanında hiçbir kıymet ifade etmeyecektir… 

Yaşadığı toprağı bölmeye, düşmana satmaya ve ihanete yeltenmeye sebep hep açlık ve açgözlülüktür. 

Bu olay tarih boyu hep olmuş ve olmaya da devam edecektir!

Allah’ın bahşettiği toprakların bedelini bu millet, fazlasıyla ödemiştir.  

Bu toprakları bizlere vatan yapan orta akıl,  ortak tarih ve ortak kaderdir. 

Bu topraklar üzerinde bu millet lokmasını fazlasıyla bölüşmüştür. 

Şurası bir gerçektir ki din, vicdanlarda zayıfladıkça paylaşım azalmıştır. 

Korkarım ki; gelecek çok daha sıkıntılı geçecektir!

Bu topraklar üzerinde korkakların yaşama hakkı da, şansı da yoktur!  

Devlet yönetmek; kendi işini unutup halkın yanında olmakla olur. Açgözlü ve bencil yöneticiler, halktan önce kendilerini düşünür, böylece huzursuzluğun ve kıyametin fitilini ateşlerler.

Bugün bin bir zahmet çekilerek kazanılan hürriyet ortamının kıymetini anlayabilmek için, çok akıllı olmaya gerek yoktur. Başını kaldırıp etrafa bakmak kâfidir.

Evini, ocağını, ülkesini, toprağını kaybedenlerin gözlerinden yaş yerine kan döktüklerini, görmek için sadece kör olmamak yeterlidir.

Uzak/yakın gelecekte dünya, ”su, enerji ve uzay savaşlarına” gebedir. Zaten dünya, “Eroin/Silah/Para ve kadın” tuzağına batmıştır. 

Eğer Müslümanlar, insanlığın ve dinin evrensel değerleriyle hayata baksalardı, yeryüzündeki insanların çok büyük bir kısmı Müslüman olurdu! 

Eğer dinin “Mühimi, “Eheme” karıştırılmasaydı, Müslüman dünya bugünden çok daha iyi olur ve kedine bakan insanlık Müslüman olmakta tereddüt etmezdi!    

Mahmut AKYOL

Yer işareti koy permalink.

Yoruma kapalı.