“DÜŞMANINA BENZEDİĞİN ZAMAN, SAVAŞMANIN ANLAMI KALMAZ”!

logo5

“DÜŞMANINA BENZEDİĞİN ZAMAN, SAVAŞMANIN ANLAMI KALMAZ”!

Ben gelmedim kavga için, Benim işim sevgi için. Dostun evi gönüllerdir, Gönüller yapmaya geldim.” Yunus Emre

Dostlar;

Benim yaptığım kavga İslam için ve benim yaptığım kavga İslam’ın anlaşılması için…

Ülkemde bayrağım dalgalandıkça ve ömrüm yettikçe, bu kavgam sürecektir.

Bu ülkede herkesin söz söylemeye hakkı vardır. Demokrasiler insanların özgürce konuşma ve isteme mekanlarıdır.

Yeter ki isteklerimiz, görüşlerimiz birbirimizi yaralamasın, bölmesin, şiddete çağırmasın!

İnsanlığın en kadim haklarının başında yaşama hakkı gelir. Kendini ifade edemeyen şahıs ve toplumlar yaşama hakkını elde etmek için büyük mücadeleler verirler.

Eğer insanlar totaliter, ceberut, darbeci ve mankurt bir yönetim anlayışı içinde yaşıyorsa, yaşama ve kendini ifade etme hakkını elde etmek için çok sıkıntı çekerler…

Cumhuriyet rejiminin temel taşlarından biri demokrasi, rıza ve müzakere etmek için programı olan bir parti kurmaktır.

Osmanlı Devletinin külleri üzerine kurulmuş Türkiye Cumhuriyet’i başlangıçta tek kişi iradesi ve tek parti ilkeleriyle yönetilmiştir. Dolaysıyla toplum rejimle değil, yöneticilerle problem yaşamıştır.

Cahil bırakılan toplum, problemini aşmak için yöneticilere sadece “kızarak” işin içinden çıkmaya çalışmış, haklarının ne olduğunu bile bilmedikleri halde bunu “demokrasiyle” elde edeceklerini zannetmişlerdir.

Fakat her defasında kendilerini demokrat, Atatürkçü, laik ve Cumhuriyetçi görenler, sokaklarda sarhoş narası atar gibi “Kahrolsun Şeriat”, “Mollalar İran’a” diyerek Müslümanları provoke etmişlerdir.

Edindiğim bilgilerim bana şunu söyletiyor:

1920–1924 arasında verdiğimiz “İstiklal Mücadelesi” sonunda, sistem olarak yıkılan Osmanlının yerine “Cumhuriyet Yönetimi” getirildi. Bu getiriliş ortak bir irade ve ortak bir akılın sonucu olmuştur. Milletin kılcal damarlarından süzülerek gelen Millet Meclisi, Birinci Meclis’tir. Bu, tek bir kişinin veya gurubun aklının eseri değildir.

İstiklal Mücadelesi ve Cumhuriyet Yönetimi yediden yetmişe herkesin katkılarıyla gerçekleşmiştir.

Kald ki benim ecdadım İstiklal Mücadelesinin bütün ileri cephelerinde tıpkı (15 Temmuzda olduğu gibi) vardı.

Hatta Birinci Dünya Savaşı sonrası “Yeni Türkiye” fikri, ortak aklın ve vicdanın eseridir.

Merak ediyorum:

Acaba Cumhuriyete muhalif olmadan sahip çıkan bana, kuruluşunda bulunan bana, bugün neden “istismarcılar” söz söylüyor!?

Allah bilir birileri ayaklarını soğuk suda dinlendirirken benim, senin ecdadımız yalın ayak cephede koşturmuştu… 1912 Balkan yenilgisinin ardından durmadan, dinlenmeden 1914-1918 Birinci Dünya Savaşına, 1920–1924 “İstiklal Mücadelesine” sokulmuştu.

Pay-ı Tahtı İngiliz gemileriyle kuşatılan, eli/kolu bağlı Osmanlıya (Türkiye Milletine) Sevr dayatıldı. Yorgun, yılgın, çoluk-çocuk-yaşlı-hasta-dul ve yetimlerden ibaret kalan bir millet, yeniden ayakları üstünde nasıl kalkabilirdi?

Savaş sonrası Türk Milleti kurtlar sofrasına nasıl oturabilirdi?

Hiç düşüneniz oldu mu?

  1. Akif, İstiklal Marşının ilk ve son kelimelerinde bu yolu gösterdi:

Korkmamak ve yalnızca hakka tapmak!”

Benim anladığım Cumhuriyet böyle inşa edildi…

Benim anlamaya çalıştığım İslam’ın şablon bir devlet anlayışı yoktur. Fakat İslam Devleti “Adalet” kavramı altında gizlidir.

Hz. Resul, bir arada yaşamak zorunda olduğu Yahudi, Hristiyan, Süryani, Mecusi, Müşrik, Putperest, Ateistleri “Medine Sözleşmesiyle” bir arada tutmuştu…

Dün nasıl Medine Sözleşmesi birilerine yetmediyse, bugünde birileri için cumhuriyet ve demokrasi yetmiyor!!!…

Bunda anlaşılmayacak bir taraf yoktur, ancak “Harici-Selefi” zihniyetinden kurtulamayanların bunu anlaması zordur.

Osmanlıdan kalma çürümüş, istismara açık bazı yapıları savunmanın neresi İslam’a hizmettir, anlamıyorum!

Mesela “Saltanat”…

O dönemde yapılanları takdir etmek başkadır, günümüze taşımaya çalışmak başka…

İslam’ın özünde yönetim dine dayalı değil, “adalete” dayalıdır. Eğer bir Ümmet’ten söz edilecekse, ümmeti bu ilke etrafında toplayacak çalışmalara ihtiyaç vardır!

Yurdumun insanı farklı çizgilerde yaşıyor olsa da, beraberce zulme ve zalime karşı durmak zorundadır. Zira birbirimizi anlamanın ve yardım etmenin başka yolu yoktur.

Evrensel değerlere ve yeryüzünün gerçeklerine insan gözlerini ve kulaklarını kapayarak yaşayamayız. Eğer birlikte yaşayan iki kişiden biri “Adalet” diyorsa, diğeri de adalet demeli, ikisi de “açlıktan” söz ediyorsa, ikisi de ekmeği çalana kılıç çekmeli…

Bu topraklarda yaşayanlar; parçalamayı, ayrılık tohumları ekmeyi, birbirine ilgisiz olmayı,  birbirine sırt çevirmeyi, birbirine kin beslemeyi, birbirine haset etmeyi asla aklından geçirmemeli!

Doğası gereği Osmanlı İmparatorluğu Türklerden ve Müslümanlardan ibaret değildi. Yaklaşık on altı kavim ve milletten ibaretti.

Sadece “ulus” devlet anlayışı, Osmanlının küllerinden kalan kısımdır. O da kurulurken Osmanlı göz ardı edildi. Yani Osmanlının Resmi nüfusu düzenlenemedi.

Resmi nüfus sayımına göre 1906 yılında Osmanlı İmparatorluğundaki Milletlerin nüfus dağılımı:

Türkler (Müslümanlar):15.498.747 76.09% İslam’ın bütün mezhep kolları buradadır. Hanefi Mezhebi çoğunluğu oluşturur. Yine Türklerin her boyundan insanı buradan görebilirsiniz.

Yunanlılar:13.86%

Ermeniler:5.07%

Bulgarlar:3.74%

Yahudiler:1.24%

Protestanlar:0.26%

Diğerleri     :1.59%

Toplam:20.368.485

Geriye bir gerçek kalıyor ki, o da bastığımız toprakları el birlik korumak

Müslüman Türk Milleti tarihte çok sıkıntılar çekmiştir. O sıkıntıları bize reva görenlerin kendileri de sıkıntıdan kurtulamamıştır.

Ey Yurdumun İnsanları:

Gelin “783.562 km²” toprak parçasında birbirimizle çekişmeyelim.

Eğer çekişirsek gücümüzü kaybederiz. Atılan okun, bir daha geri gelmesi mümkün değildir!

Bakın ben diyorum ki:

Hz. Ali’nin iktidar anlayışıyla, Muaviye’nin siyasi anlayışı farklıydı. Muaviye’nin bu farklı anlayışı sonunda, Müslümanlar param parça oldu. Binlerce Müslümanın kanı döküldü. O gün bugündür parçalanma durmadı.

İçinde bulunduğumuz şartlara objektif olarak bakıldığında görülecektir ki, bizlere reva görülen oyunlar, hep dışarıdan tezgâhlanmıştır. Bu konuda da dış istihbaratların rolü oldukça fazladır.

Rica ediyorum, Ülkemizde oynanan oyunun resmine büyük açıdan bakın:

Osmanlının yıkılışı, Birinci Dünya Savaşı çıkarılışının altında, İsrail’in “Arz’ı- Mev’ut” (Vadedilmiş Topraklar) düşünce ve ideali yatar. Asırlardan beri yaşadığımız onca sıkıntı ve meydana gelen olaylar hep bu ideolojinin hayata geçirilmesinden dolayıdır. Halen içimizde ki 5. Kol faaliyetinde bulunanlar bu hedefe hizmet etmektedirler.

Eğer insanlık ve insanımız bu ve benzeri olaylardan bir ders alamazsa, dünyanın rahat bir nefes alması mümkün değildir.

Arz’ı- Mev’ut” taraftarlarının elindeki para, medya/sinema ve benzeri güçler bulundukça, dünya kirlenmeye devam edecek, yakmanın/yıkmanın sonu gelmeyecektir.

Şunu kati olarak söylüyorum:

Artık dünya ve milletimiz yeni savaşları kaldıramaz! Bu topraklar üzerinde yaşayanlar mutlaka kader birliği yapmalı, kendi aralarında oluşan siyasi, sosyal, dini ve mezhebi farklılıklar derinleştirmemeli, ahlaki değerlerin çürümesine daha fazla imkân verilmemelidir!

Ancak üzülerek şahit oluyoruz ki, insanımız tarihten ibret almıyor! Başına gelenleri hemen unutuyor! Savaş, terör ve zulüm sebebiyle milyonlarca insan yerini, yurdunu, evini hayatını kurtarmak için kaçıyor.

Nice mazlum, masum, mağdurun hayat hakkı yok olup gidiyor!

Fakat biz bunu kavrayamıyoruz!

Mahmut AKYOL

Yer işareti koy permalink.

Yoruma kapalı.