EMEVİLERİN ÜMMETE DAYATTIĞI MUAVİYE’NİN KADER ANLAYIŞI

logo5

EMEVİLERİN ÜMMETE DAYATTIĞI MUAVİYE’NİN KADER ANLAYIŞI

Zatından başka ilah olmayan Allah’a hamd ederim.

Yaratan, yaşatan, koruyan, kollayan, yol gösteren, sevgi ve merhameti sonsuz olan, Hakk ve adaleti engin olan Allah’a şükür ederim!..

Arkadaşlar!

Gelin bu “Güce” kul olalım…

Tarih boyu insanlıkla iletişim halinde olan Risalet makamındakilere selam olsun…

Dostlar!

Yazı yazmak ve okumak, sözü adaletle buluşturmak zordur. İnanca, emeğe, düşünceye saygı duymak, bağımsız ve özgür kalmak zordur. Her insan gibi ölümün soluğunu hissetmek ve geçmişle yüzleşmek çetin bir iştir…

Kardeşlerim!

Sizlerle birlikte bugün bilgiden ziyade, “bilinç” (farkındalıkta süreklilik) kazandıracak bir dünyada gezmek istiyorum.

Mesela “Müslüman” olmak bir bilinç işidir. İslam, sıkıştığımız her zamanda sıkışıklığımızı gidereceğimiz bir alan değildir. Din, Güç sahibinindir. Allah ile birlikte olmak için, dinin içinde olmamız gerekir.

Bunları, Bakara Suresinin 177. ayetinde de görmek mümkündür.

İyilik, yüzlerinizi doğu ve batıya çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere inanmanız; o çok sevdiğiniz servetlerinizden akrabalara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere, köle ve esirlere vermeniz; canı gönülden namaz kılmanız; zekâtı vermeniz; sözünüzün eri olmanız, zorluklara ve sıkıntılara göğüs germenizdir. İşte bunlardır sözü namus bilenler! İşte bunlardır Allah bilinciyle yaşayanlar!”

Gelelim konuya:

İslam tarihi boyunca üzerinde en çok tartışması yapılan konu “KADERDİR”. Sebebine gelince, insanoğlunun kendisi için “zalim ve cahil” oluşudur. Zira “KADER’E” bakmak, çıplak gözle güneşe bakmaktır.

KADER” denilince insanoğlunun aklına şunlar gelmiştir.

Kötü kader”, “Kaderin oyunu”, “Alın yazısı”, “Bu benim kaderim”, “Kaderimde varmış”, “Ne yapayım yapılacak bir şey yok”, “Elimden ne gelir ki”, “Bunu ben seçmedim” , “Allah benim için takdir etti.(!) Vs.

Nereden bakılırsa bakılsın, bu kavramların her birinde bir acizlik ve bir isyan vardır…

Eğer İnsanoğlu bu sözlere teslim olursa, artık söz tükenmiş ve o sözler bir inanca dönüşmüştür.(!)

Yani sözün sahibi “Mankurt” olmuştur.

Yurdumun muhafazakâr insanlarının birçoğunun zihniyeti bu yönde şekillenmiştir. Kim ne söylerse söylesin, bu zihniyetin başı da sonu da yanlıştır!

Bizim üzerinde durmak istediğimiz asıl mesele budur. Bu yanlış anlayışı gücümüz nispetinde açalım…

Zamanımıza ışık tutan büyük düşünür ve şair Mehmet Akif Ersoy’un, anlam ve içeriğinden saptırılan, insanın özgür iradesini hiçe sayan bu tarz kader anlayışına aşağıdaki dizeleriyle çok anlamlı bir cevap verilir:

O ihtişamı elinden niçin bıraktın da

Bugün yatıp duruyorsun ayaklar altında?

“Kadermiş!” öyle mi? Hâşâ bu söz değil doğru:

Belânı istedin Allah ta verdi… Doğrusu bu!

“Çalış!” dedikçe Şeriat, çalışmadın, durdun,

Onun hesabına birçok hurafe uydurdun!

Sonunda bir de “tevekkül” sokuşturup araya,

Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya!

Mehmet Akif’in “maskaraya çevrilen” dediği “KADER” anlayışı, “Muaviye Kader anlayışıdır”.

Hicri 40 yılında Muaviye Medine Mescidinde elinde ki kılıcı sallayarak:

Bu iş kaza ve kader iledir” diyerek kader anlayışını ilan etmiş, fakat bu iş İslam ümmetine çok pahalıya mal olmuştur.

Yani Muaviye demiştir ki, “Bizim ümmetin başında olmamız Allah’ın kaza ve kaderi iledir.” Bu tarihten itibaren ümmetin kader anlayışı değişmiş, yapılan zulme, adaletsizliğe, kötülüğe ve ahlaksızlığa ses çıkarılamamıştır.

İtiraz edenler “kaderi” inkâr ettiği gerekçesiyle ağır işkenceler altında şehit edilmişlerdir. İmam’ı Azam buna misaldir…

Hasan-ı Basri, İslam Kelam tarihinde oldukça meşhur olan risalesinde özetle şunları söylemiştir:

İnsanın irade ve sorumluluğunu ortadan kaldıran bu kader anlayışı açık bir dille reddetmek ve özgür iradeyi savunmak gerekir.”

Hasan-ı Basri, ısrarla insanın özgür irade sahibi olduğunu, kulların fiillerinden bizzat kendilerinin sorumlu olduğunu, başımıza gelenlerin önceden tayin edilmediğini, zulümlerin ve kötülüklerin O’na nispet edilmesinin Allah’ın adaletine sığmayacağını anlatmıştır.”

Ayrıca şunları ilave etmekten geri durmamıştır.

Allah zulmedenleri sevmez, bilakis zulme uğrayanlara karşı cihadı emreder.”

Bunun üzerine Emevîler bu görüşe karşı şunları ileri sürmüşlerdir:

Kime karşı cihad? Biz de Müslümanız. Hiç Kelime-i Şahadet getirene karşı cihad olur mu? Diyerek İslam’ın esasları arasından Cihadı kaldırıp kelime-i Şahadeti eklemişlerdir.”

Anlaşılan o ki, tarih boyunca siyasi iktidarlar, kader inancını ve iktidarları uğruna kullanmaktan çekinmemişlerdir.

Aslında iktidarlar “cihadı”, emr-i bi’l maruf, neyh-i ani’l münker kavramını hiç sevmemişlerdir.

Çünkü iktidarlar zulümlerini gizlemekte zorlanmışlardır.

Görünen o ki; muktedirlerin kaderleri hep buradan yıkılmıştır. Muktedirler insanların kaderini tayin edici olmaya başladıkları andan itibaren kendi sonlarını da hazırlamışlardır.

Mehmet Akif Ersoy, şiirleriyle anlam kazandığı “kader ve tevekkül” inancının günümüzde içi boştur.  Dolduranlarda doğrudan Allah’ın dinine iftira yapmış,  dinle oynanmış, dini rezil bir hale getirmiş ve bu yolla İslam tanınmaz bir hale sokulmuştur:

“Görür de halini insan, fakat bu derbederin;

Nasıl günahına girmez tevekkülün, kaderin?

Sarılmadan en ufak bir işinde sebeplere,

Başarıya ulaşabilmeyi düşünme bir kere.

Ahmaklığın normal sınırları aştı, yeter!

Ekilmeden biçilen tarla nerde var? Göster!

Senin anladığın “Kader” dine iftiradır;

Tevekkülün, hele, zarar içinde zarardır.

Niçin, nasıl geliyormuş… Onu bilen yok;

Biz seçimlerimizden sorumluyuz ancak.

Kader nedir, sana düşmez o sırrı araştırmak;

Senin görevin Allah’ın buyruklarına uymak!

Yazık ki: Tanınmayacak hale geldi çehresi dinin;

Nefretle bakan gözler kuşatmada İslam’ı bugün.

Tevekkülü sokmak için böyle bayağı bir şekle,

Ey alçaklar, aklı nasıl uyuttunuz, bilsem hele?

Tevekkül öyle yaman bir iman işaretiydi ki

Ona erdemlerin en üstünü dense yeriydi.

Yazık ki: Ruhuna aşılandı tembellik illeti;

Cüzzama döndü, harap etti gitti memleketi!”

(Mehmet Akif Ersoy, Safahat, Fatih kürsüsünde)

Şimdi sona gelelim…

Denilmiş ki; İslam kelam tarihinde şu beş şeye inanır ve gereğini yaparsa Müslümandır.

  • TEK ALLAH’A,
  • Allah’ın Âlemde dinamik güçlerine MELÂİKE,
  • Allah’ın Tarih boyunca insanlıkla sürekli iletişim halinde olduğuna RİSALET,
  • Allah’ın insanlığın sorunlarına bigâne kalmayıp yol gösterici Suhuflar/bildiriler/KİTAP,
  • Her şeyin hesabının sorulduğu bir son gün olduğuna AHİRET.
  • Dua, tazarru, yakarış, secde ve tevazu halinde olacak, kibirlenmeyecek, haddini bilecek, Allah’a içtenlikle yönelerek, sadece onun önünde eğileceksin SALÂT.
  • Çevrene zarar vermekten sakınacak, ahlaki tutarlığa sahip olacak, açı yoksulu unutmayacak, bir aylık talimle de olsa kendini tutmasını öğreneceksin SAVM.
  • İmkânın varsa her yıl insanlık ve eşitlik gösterisine katılacak; buradan öğrendiklerinle insanlar arasında dil, renk, ırk, kavmiyet, mülkiyet, cinsiyet ayrımcılığı yapmayacaksın HACC.
  • İhtiyaçtan fazla mal ve mülk biriktirmeyecek; fazla olanı herhangi bir orana bağlı olmaksızın sürekli vereceksin ZEKÂT.
  • Yeryüzünde zulme karşı adaletin, yalana karşı gerçeğin, ezene karşı ezilenin yanında yer alarak sürekli devrim için mücadele edeceksin CİHAD.

İşte bunlar dinin teorik ve pratik özetidir.

Diğer taraftan denilmiş ki; Allah’ın buyurduğu bütün EMİR ve YASAKLAR, yukarıda belirtilen “ON EMİRDE” mündemiçtir…

Allah’ın Takdiri” insanın, tarihin, hayatın ve doğanın işleyişi yasalarıdır. Bu yasalara uyulmalı ki tarih, hayat ve tabiat felaketimiz olmasın. Varlık ve oluş kanunlarını tayin etmek Allah’a, onlara uymakta insana aittir.

Bunun dışında eğer başımıza bir felaket geliyorsa bu kendi ellerimizle yaptıklarımızdan dolayıdır.

Mahmut AKYOL

 

Yer işareti koy permalink.

Yoruma kapalı.