‘KUR’AN’I HAYATIN İÇİNE TAŞIMAK VE KUR’AN ÜZERİNDE DÜŞÜNMEK…’
Dua, yazılmış sözlerin bir tekrarı değildir.
Dua, zalimin yüzüne karşı mazlumun hakkını savunmaktır.
Dua, hayatın içinde yapılanlardır.
Dua, bir yaşam biçimidir.
Dua, sadece Allah’a tazarrudur.
Velhasıl Kur’an’ın kendisi bir duadır.
***
Fakat Kur’an’ı Kerim, ölülerin başında okunduğu müddetçe, onu nasıl anlayabiliriz?
Kur’an’ı Kerim, insanın dünyadaki meselelerini çözmek için gönderilmedi mi?
Gönderildi de, insanoğlu sorumluluktan kaçıyor. Kaçarken de işi kadere veya bir başkasının üzerine atarak kurtulacağını zannediyor!
En büyük yanlışımız burada…
‘Allah hiç kimseye taşıyabileceğinden daha fazlasını yüklemez. Kişinin yaptığı her iyilik kendi lehinedir, her kötülük de kendi aleyhine. Ey Rabbimiz! Unutur veya bilmeden hata yaparsak bizi sorgulama! Ey Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yükler yükleme! Ey Rabbimiz! Güç yetiremeyeceğimiz yükleri bize taşıtma! Günahlarımızı affet, bizi bağışla ve bize merhamet et. Sen yüce mevlamızsın, hakikati inkâr eden topluma karşı bize yardım et!’
Bakara Suresi 286 Ayet
***
Kur’an’ı Kerimin bazı kavramlarını yeniden tanımlamamız gerekiyor. Mesela ibadet kavramı bunlardan biridir.
İbadet, sadece namaz, oruç, hac vs den ibaret değildir. İbadet, hayatın içinde olan ve insan tarafından yapılan her şeydir. (Muamelat)
Namaz bir Kur’an kavramı değildir. Farsçadan İslam Kültürüne geçmiştir. Kur’an kavramı Nusuktur. Menasiklerde Allah’ı çağırmak, Allah’a yalvarmak, eğilmek ve yere kapanmak vardır.
Namaz ‘Salât’ Kur’an’ın en temel kavramıdır. Bunun yanında ‘Salât’, ‘Yardımlaşmak, dayanışmak ve destekleşmektir.’
Demek ki Salât kavramı, sadece Namazı kastetmiyor!
Hayata bakıldığında görülecektir ki dinin direği, doğruluk ve dürüstlüktür.
Çünkü Namaz içte yapılan, doğruluk/dürüstlük ve adalet de dışta kalan şeylerdir. Onun içindir ki, sosyal hayatı ayakta ve dengede tutmak, adaleti zorunlu kılar.
Allah’ın vahyi, kıyamete kadar elimizde olacağına ve insanoğlunun sorunlarına ışık tutacağına göre, onu dilden dile değil, çağdan çağa yorumlayıp taşımak ve akletmek gerekir.
Kur’an’ı en iyi anlayan Resul Allah (as) olduğuna göre, onun ne yaptığına bakmak, bizim de Kur’an-ı ete/kemiğe büründürmemiz gerekir.
O halde Kur’an hakkında tefekkür duadır ve düşünmek farzdır.
***
İmam-ı Şafii üç ayetten ibaret Asr Suresi için şöyle demiştir:
‘Kur’an’ı Kerim, kitap olarak gelmeseydi de, sadece Asr Suresi gelseydi, bu surenin içeriği tüm insanlık için yeterli olurdu.’
Mevdudi ‘Tefhimu’l-Kur’an’da’ günümüzün Müslümanlarının Kur’an’ı nasıl okuduğuna dair şöyle bir misal verir:
‘Kralın biri yanındakilerden kendisi için bir bardak su ister. Yanındakiler de diğerlerine dönerek, ‘Kral su istedi, Su getirin, su getirin’ derler.
Onlarda emri, zikir çekercesine tekrar ederler. Güya kralın emrini yerine getirirler. Sonunda kimse Krala bir yudum su getirmez.’
Demek ki ‘Asr’ Suresini ezberden bir solukta okumak, okumak değildir!
Yani Cenab-ı Allah’ın Kur’an’ı Keriminde ne demek istediği anlaşılmadan, gereği yerine getirilmeden, sadece teberruken okumak yeterli değildir!
Üzüldüğüm taraf şu ki; Müslümanlar İncil ve Tevrat gibi, Kur’an’ı kutsallaştırdıkça, Kur’an’dan uzaklaştılar. Bize bu anlayış, Tevrat’ı ve İncili tahrif eden Yahudilerden geçmiştir. İslam’da ise, Allah’tan başka kutsal hiçbir şey yoktur.
Hz. Resul ve arkadaşları, ‘Alak’ suresinde ki ‘Oku’ emrini bizim gibi ne anlamış ve ‘Asr’ Suresini bizim gibi ne de okumuşlardır.
Cenab-ı Hak, Resulüne ‘Kitabı oku’ dediğinde, Allah’u Âlem O, hayatı okumayı, meydan okumayı, eyleme geçmeyi, sorumluluğu yüklenmeyi, onu taşımayı ve insanları iyiliği, güzelliğe ve doğruluğa çağırmayı anlamış ve böyle de anlatmıştır.
Hz. Resul, ‘Oku’ emriyle memur olduktan sonra, O’nun yaptığı işlere bakın,
Hz. Resulün, Mekke’nin tefeci Bezirgânlarına karşı, yoksulun, yetimin, kölenin, kadınların ve çocukların yanında olduğu görülecektir.
Diğer yandan Kur’an’ı Kerim, Kıyamet Gününe kadar akıp giden zaman içindeki çağları, güneşi, ayı, yıldızları, yeri, gökleri, dağları, tarihi, zamanı, mekânı, harap olmuş şehirleri, viran olmuş uygarlıkları, insanoğlunun ellerini, gözlerini, kulaklarını Allah dile getirerek konuşturacaktır.
Allah, her şeyi her şeye şahit kılacak, asırları insanlardan, insanları da asırlardan soracaktır. Bu sorgulama mahal yeri, ‘Ahiret Günü’ dür.
Allah, Asr Suresiyle kullarına şöyle diyor:
- Ey bütün çağlar, her biriniz dile gelin söyleyin; kendi çağını yaşamayanlar hüsrandadır!
- Kendi çağı zulümle, kötülükle doluyken önceki veya sonraki çağlardan medet umanlar hüsrandadır!
- Kendi çağında, zamanında ve ortamında iyilik, güzellik ve doğruluk için çalışmayanlar hüsrandadır!
- Çağının zulümlerine karşı çıkmayanlar, hak ve adalet için bir araya gelmeyenler, zulüm ve kötülüklere direnmeyenler, dayanışma ve yardımlaşma içinde olmayanlar hüsrandadır!
- Onun için çağınıza müdrik olun, derdi olanın yardımına koşun, bihaber yaşamayın, ömrünüzü boşa geçirmeyin. Sonra hüsranda kalırsınız!
- Çünkü yüz yıl sonra bugün yaşanılanların hiçbiri olmayacaktır. İnsanlık her yüzyılda bir yenilenecektir.
Maalesef Müslümanlar Asr suresini bu şekliyle anlamamış veya anlamış olsalar dahi işlerine gelmemiştir.
Hz. Resul ve arkadaşları bir araya geldikleri zaman iyilik, güzellik ve doğruluk için neler yapılabileceklerini, hak ve adalet için nasıl mücadele edeceklerini korkularının esiri olmamak için nasıl çözümler üreteceklerini, birbirlerinin acılarını ve dertlerini nasıl paylaşacaklarını düşünürlerdi.
Sahabeler nerede bir araya gelseler, hemen orada bir sevgi ve merhamet yumağı oluştururlar, birbirlerine canlı, diri bir ruh katarlardı. Yüzlerindeki parıltıdan, gözlerindeki ışıltıdan, dudaklarındaki tebessümden, kalplerindeki atışla bir birlerine sevgi ve merhamet yayarlardı.
İşte onlar Asr Suresini böyle okudular, anladılar ve anlattılar…
Peki, ya siz?
Mahmut AKYOL