KUR’AN’I KERİM ve HZ. PEYGAMBERİ ANLAMAK

logo5

KUR’AN’I KERİM ve HZ. PEYGAMBERİ ANLAMAK

Kur’an’ı Kerime canı gönülden inanılırsa gereksiz, lüzumsuz ve anlamsız bir kitap olmadığı görülecektir.

Dinin ve Kur’an’ın daha iyi anlaşılması için, her iki kaynağın ortaya çıktığı demografik, psikolojik ve tarihi şartların iyi bilinmesi gerekir.

Bunun için dil bilgisine ihtiyaç vardır.

Dil canlıdır ve değişkendir. Bugün söylenen bir söz yarın işlevsiz olabilir. Kanunlara bakın… Anayasalara bakın… Beş on yıl içinde anlaşılmaz ve ihtiyaçlara cevap veremez hale geliyor. Allah’ın Kelamı da böyledir demek büyük bir yalandır… Sadece zamanın diline ihtiyaç vardır. Kur’an metin olarak bir tane fakat yorumu sonsuzdur.

Mesela Türkiye Türkçesini ele alalım. Asırlar boyu Etimolojik yapı, kim bilir Türk Diline ne kökler kazandırmıştır.

Şimdi ki Türkçede kullanılan bir kelime, belki kardeş bir ülkenin kullandığı Türkçede (sosyal ve coğrafik şartlar sebebiyle), başka bir anlama gelebilir.

Bizi yakından ilgilendiren husus, Arapça dilinin Tefsir ve yorum yapmaya oldukça müsait olmasıdır. Yani bizce Kur’an’ın anlaşılması önemlidir. Hangi dilin olması değildir…

Kur’an Arapçası, başlı başına edebi bir dildir. En fasih Arapça bilen bile, Kur’an’ın bir cümlesine benzer bir cümleyi bu güne kadar kurabilmiş ve içini doldurabilmiş değildir.

Dinin teorik kaynağı olan Kur’an, evrensel mesajlar içerir. “Ey iman edenler” diye hitap etse de O, “Hüden lilmuttagındır” (2/2)

Yani “Bu Kitap; haksızlık yapmaktan korkanlara, suç ve günah işlemekten sakınanlara, Allah’ın öfkesini çekmek istemeyenlere yoldaş olacak bir kitaptır.

Ey iman edenler” kavramı umuma aittir. Araplar farklı, Türkler farklı, Acemler farklı düşünemezler!

Arap Dünyası üzgünüm ki, Kur’an-ı Kerimi yeterince anlamış değildir. Eğer anlamış olsalardı, Hz. Peygamberin ölümüyle birlikte daha cenazesi ortada iken saltanat peşine düşmezlerdi. Kaldı ki Hz. Peygamber, “Veda Hutbesi” sırasında kendisini binlerce Müslüman gözyaşları içinde dinlemişlerdi.

Eğer anlamış olsalardı, Peygamberin peşi sıra tefrikaya düşmez, kardeşlik hukukunu ifsat etmez, vurgunları başlatmaz, Mürtetlik yarışına girmez, hilafet makamı için şiddet kullanmaz, yalancı peygamberlerin peşine takılmazlardı.

İslam’ı anlamak ve Kuran-ı anlayarak okumak bir mücadele biçimidir. Bu ister Arap, ister Türk, ister Acem olsun fark etmez! Kuran-ı anlamak ve üzerinde düşünmek farzdır. Yoksa hatim yaparak Kur’an’ı anlamak mümkün değildir.

Müslüman için Kur’an’ı anlamak bir “Dava ” işidir. Dava dilde kalan bir dua değil, bir davranış çabasıdır.

Peygamberler ve arkadaşları gönüllerde yaptıkları fetihleri, hiç bir zaman oturdukları yerden, tesbih çekerek, salavat getirerek elde etmiş değillerdir. Bu yolun yolcuları bizzat mallarını ve canlarını ortaya koymuşlardır.

  • İşte Müslümanların bugün eksik olan tarafı burasıdır.

Peygamber ve Arkadaşları Mekke’de, Bedir’de, Hendek’te hep ayakta durdular. Elbette ki duayı ihmal etmediler, ama önce kıyam ettiler.

Musa, Firavuna karşı durduğu için Kızıldeniz ona yol oldu. Fatih, İstanbul surlarını yıkan toplara sahip olduktan sonra fetih gerçekleşti. Peygamberler halkasının sonuncusunun kişilikli, doğru, dürüst, çalışkan, ahlaklı, adaletiyle temayüz etmiş olmasıdır ki, Allah kendisini “Hulk’ul Azim” diye onurlandırdı.

Allah kulu Muhammed’e:  “Kalk, ilan et, haykır, söyle, Mülk Allah’ındır de, artık okumayı kendine değil, topluma ilan et, Mekke’nin sokaklarına in, Tefecilerin zulmünü yüzlerine çarp” dedi, O da bunu yaptı. İşte, “İgra” budur. Allah adına okumak budur.

  • Acaba hangimiz böyle bir okuma içinde olduk?
  • Acaba, içimizde bu sancıyı çekenimiz var mı?
  • Vicdanında kendi toplumunun ve zulme uğramakta olan mazlumların acısını çekenimiz var mı?
  • Acaba, hiç kendi mağaramızda “İgra” hitabının muhatabı ben miyim diyenimiz var mı?
  • Acaba, ortada okunacak bir kitap olmadığı halde, Peygamberden neyi okuması istenmişti, hiç düşündük mü?
  • Hira Dağından Mekke’ye gelen Peygambere ilk tepki Mekke’nin tefecilerinden geldi. Bugünde öyle olmuyor mu? Hak için ayağa kalkan her kişinin karşısına “muktedirler” çıkmıyor mu?
  • Bu kazanç yollarınız meşru değil, yaptıklarınız insanlara bir zulümdür” diyen Muhammed’in karşısına çıkıldığı gibi acımasız bir muhalefetle hiç karşılaştık mı?

Muhammed, Mekke sokaklarında Peygamber olarak dolaşmaya başladığı andan itibaren Allah’ın adını anarak, toplumun kanayan her yarasına, usta bir cerrah gibi, 23 yıl boyunca neşter vurdu.

Hangi peygamberin işi kolay olmuştur ki? Çokları linç edildi, çokları kavmi tarafından öldürüldü, çokları kendi ülkesini terk etmek zorunda bırakıldı.

  • Acaba bu muameleye tabi olmuş kaç kişi varız?
  • Acaba kendi kavmimiz arasında bulunan Ebu Cehil tiplerinin zulmüne son vermek, düşmüş olan adalet sancağını insanlığın burçlarına dikmek için kim ne yaptı/yapıyor?  
  • Acaba kendi kavmimiz arasında bulunan öksüzü hor gören, yoksulu doyurmayan, gösteriş budalası, köle ile kör ve fakirle eşit olmayı kabul etmeyen, kendini müstağni gören tiplerin zulmüne son vermek için kim ne yaptı/yapıyor?

Yanlış anlayanlar olsa da, söylemeye devam edeceğim.

Hz. Peygamberin hareketi müstağni zenginlere, servet sahiplerine karşı bir isyan olarak doğdu. Çünkü onlar bölüşüp paylaşmıyorlar ve kendilerinin dışında herkesi hakir görüyorlardı. Yoksa bu hareket inananla inanmayan, dinlilerle dinsizlerin tasnifi değildi. İslam’ı ve Kur’an’ı böyle okumazsak eğer, din mahiyeti itibariyle anlaşılmayacaktır.

Bu bakımdan Hz. Peygamber’e şu kadar salavat getirilmesi, şu kadar Yasin, Tebareke okunması hatta hatimler indirilmesi şeklinde kampanyalar düzenlenmesi onu anlamak değildir. Zaten Onun bunlara ihtiyacı yoktur.

İyi niyetle de olsa, bu tür gayretler, bizleri yanlış bir din anlayışına sürükler.

Allah’a ve Resulüne olan sevgimiz, İslam davasına sahip çıkmamız, bu tür gayretlerle değil, Allah’ın emrine, Kur’an’ın ve Peygamberin ahlakına uymakla gerçekleşir.

Mahmut Akyol

 

 

Yer işareti koy permalink.

Yoruma kapalı.