ÖLÜM, AFET VE KIYAMET GERÇEĞİ

logo5

ÖLÜM, AFET VE KIYAMET GERÇEĞİ  

Doğrusu insan bildiği alanda söz söylemeli, iş yapmalı, haddini aşmamalı ve bir diğerinin hakkına tecavüz etmemelidir.

İnsan bildiklerini etki alanına taşımalı, kimseyle tartışmamalı, birisine laf yetiştirmemeli ve birisinin değirmenine su taşımamalı…

Şimdilerde aklımda kalanları, araştırmaya ve yeniliğe açık fikirlerimi “FARKLI BAKIŞ” altında “SOSYAL İSLAM” içerikli yazılara döküp siz dostlarıma http://mahmutakyol.com/ kişisel sitemden ulaştırmaya çalışıyorum.

Umarım kaybedenlerden olmam!

Bugün yine birbirini açan ve birbirini tamamlayan bir yazıyla tanışacaksınız…

İslam’ın “Nüsukları” (Ritüel) “İlmihal” kitaplarında yeterinden fazla yer verilmiştir. İslam’ın “Sosyal” yapısı üzerinde fazla durulmamıştır. Hâlbuki  “Din” ibadet amaçlıdır. Oda insanların ilişkileriyle ilgilidir. Zaman içinde insan ilişkilerinde bozulmalar olur.

Bunun için Allah Vahiy, ona dayalı Kitap ve Peygamber gönderir ki, insanlar akıllarını başlarına alsın. Hz. Peygamber başta olmak üzere bütün Peygamberler ümmetlerini “Ölüm, afet ve kıyamet” gerçeklerle uyarmışlardır.

Bu bakımdan İslam’ı insanlığa taşıyan Hz. Muhammed ve diğer Peygamberlerin yeterince anlaşılmadığı görülecektir.

Eğer Hz. Muhammed’in Mekke Site Devletine yuvalanmış haksız ve hırsız kazanç sahiplerine karşı amansız bir mücadele verdiği görülmezse, ne O, ne de elinde ki Kitap anlaşılmayacaktır.

Eğer “Bilgi, iktidar, servet” sahibi azgın muktedirlerin dünyayı ve insanlığı nasıl perişan ettikleri görmezden gelinir ve bunun için bir mücadele verilmezse, “Kur’an Bülbülleri” yarışmaları düzenlemek ve Hz. Peygamberi “Hümanist” göstererek onu Yunuslara, Mevlanalara ilham kaynağı yapmak vaziyeti kurtarmaz!

Kaldı ki Hz. Peygamber ilk tebliğ işine Hişam’lardan, Muğire’lerden, Vail’lerden, Halef’lerden ve Ebu Leheb’ lerden başlatmıştı. Bunlar Mekke’nin tefecileriydi. Bölge insanlarına zulmediyorlardı. Din, Kur’an ve Peygamber bu zulme son vermek için vardı.

Zaten Hz. Peygamberin karşısına ilk olarak “Mekke Çetesi” çıkmıştı. Korkuları Kur’an’ın Mekke’ye hâkim olmasıydı. Sonuçta korku ecele fayda vermedi, köleler özgürleşti, kadınlar satılmadı, kız çocukları diri diri gömülmedi!

Mekke Çetesi Kur’an’ı Kerimin “Hakk Kelam” olduğunu biliyorlardı. Lakin ticaret yollarını kapayacağı, kurulu düzenlerini bozacağı, hayat tarzlarını, ayrıcalıklı hallerini, makam ve mevkilerini değiştireceği endişesiyle karşı çıkıyorlardı. Köle ile kendilerini bir tutan bir dine lanet okumaları, Kur’an’ı ve Peygamberi tanımak istemeyişleri bundandı. Eğer Allah’ın dini bu “Bezirgân taifesinin” ticaretine ve statüsüne dokunmasaydı, her hangi bir itirazları olmayacaktı.

Bugünde öyle değil mi?

İnsan (Müslüman) hayatına konulan ambargolar ne zaman ki kaldırılmak istense, hemen güç sahiplerinin doymak bilmez ihtirasları devreye giriyor, sosyal krizlerin ardı arkası kesilmiyor ve hayat çekilmez oluyor.

Bugünde öyle değil mi?

Dinler “İman” ve “İnkâr” üzerine kurulmuştur. Buna “Adalet” ve “Zulüm” de denilebilir.

Din” dediğimiz olgu “doğruluk, dürüstlük, Haksızlık etmemek, öldürmemek, çalmamak, aldatmamak, zina yapmamak, yalan söylememek” gibi değerlerdir. Fanatik olmadan, bilimin namusu adına söylemek gerekirse, Din sadece bir düşüncenin kabulü değil, aynı zamanda düşüncenin eyleme dönüşmesidir. Müslümanların ataleti burada yatmaktadır. Yani düşünceyi eyleme dönüştürememesidir.

Allah insanı dünyaya “Zulüm” yapsın, dünyanın başına “Bela” olsun, “dinle, Kur’an’la, Peygamberle” alay etsin diye değil aksine; içinde bulundukları sorunları çözsünler, dünyayı “imar” etsinler, aralarında “adalet, sevgi ve barış” tesis etsinler diye göndermiştir. Fakat gelin görün ki, doğuşundan itibaren temiz olan insan, ihtiraslarına yenik düşerek kirlenmiştir. Şimdi yamyamlara taş çıkartmakta, kendi cinsini yok etmek için akıl almaz yollara başvurmaktadır…

Sadece İstanbul’da bir yıl içinde bir şehir büyüklüğünde çocuk ve insan kaybolmaktadır. Manzara insanın kanını dondurmaktadır. Bu bir vahşettir! İçgüdüsel olarak yaşayan hayvanlar bile bu kadar vahşi değilken, insanın garabetine bakar mısınız? Dünyanın herhangi mazlum bir beldesine giren kan emiciler, ölüm kusan silahlarıyla sayısı milyonları bulan insanı katletmeden çıkmıyorlar.

Şimdi; öküzün boynuzlarına tutunmuş, öküzün kuyruğuna yapışmış olanlarla bir arada yaşıyor olmak, “Liberal Kapitalist Düzenin” hâkim olduğu dünyada “zalim, ahlaksız ve vicdandan yoksun, sağır ve dilsizlerle” bir arada olmak bana acı veriyor, içimi sızlatıyor!

Benim görüşüme göre, Samir’inin “Buzağısı” neyse, Hz. Muhammed’in dünyadan ayrılmasıyla, Müslümanların “Mürtet” olmaları aynı şeydir… Kabil’in Habil’i öldürmesi neyse, Batı’nın yıllarca sürdürdüğü “Din Savaşları” altında yatan gerçek aynı şeydir… Âdemden beri süren “Mülk” paylaşım kavgası neyse, bugünkü dünyanın sancısı da gerçek aynı şeydir…

İşte sizlere bugüne kadar anlatmaya çalıştığım İslam’ın en temel sorunu budur.

Yani “Mülk” (iktidar) sorunudur!

Dünyayı cehenneme çeviren, aileleri, kavimleri ve devletleri birbirine düşüren sorun hep budur. İnsanlığı kasıp kavuran “Açlık” meselesi hep bundan ileri gelmektedir.

Allah’ın Mülkü” nün paylaşılamamasının sebebi, insanoğlunun mülke duyduğu açlığı ve hırsıdır!

Eğer insan Allah’a kalpten, içten, deruni dilden ve canı gönülden inansa, tevhid meselesini kavrasa, O’nu görüyormuşçasına iman etse ve eğer insan “Ahiret Gününe” bihakkın iman etmiş olsa, yukarıda sayılan sıkıntıların hiçbirisi yaşanmazdı!

Allah’a ve Ahiret Gününe” samimi bir şekilde inanıyorum denmesi Müslüman’ın imanıdır, samimiyetidir.

İman, insanın vahşilikten ve bedevilikten kurtulmasının sigortasıdır.

Böyle bir iman ve samimiyet Müslüman’ı “kabından taşırır, içinden coşturur ve yüreğine heyecan katar”.

Bu inanma tarzı insanı dünyada “ok” gibi düzeltir.

Buna rağmen insan hala düzelmiyorsa, o zaman onu ancak “ateş” düzeltir!

Mahmut AKYOL

Yer işareti koy permalink.

Yoruma kapalı.