TARİHİN AKIŞINI DEĞİŞTİREN İLK EMİR

logo5

TARİHİN AKIŞINI DEĞİŞTİREN İLK EMİR

Dinleri yaşatan faktörlerin başında Sloganlar gelir. Ezan, Kelimei Şahadet bunlardandır. Yani din tekrardır.

On Dört asırdan beri “Kur’an” tekrar edilip durmaktadır. Tekrar bir zarurettir. “Et-tekraru ahsen velev kane yüz seksen” diye boşa denmemiştir. Lakin tekrar, “Tertil” ve “Tefekkür” üzere olmalıdır.

Kıyamete kadar sürecek olan “SON ÇAĞ”,  Hz. Muhammed’e gelen “Alak” suresinin ilk beş ayetiyle başlamıştır.

Vicdani bir uyanışı başlatmak üzere “Hira” mağarasına çekilip derin düşüncelere dalan Hz. Muhammed, aslında böyle bir olayın (vahyin) geleceğinden habersizdi.

Bin aydan daha hayırlı bir gecenin şafağında vicdanının derinliklerinde yankılanan o sesleri duyunca Hz. Muhammed irkildi!

  1. “Oku! Yaratan Rabbinin adıyla…
  2. İnsanı alâkadan/sevgiden yarattı.
  3. Oku! Senin Rabbin çok cömerttir.
  4. Kalemi öğretti.
  5. İnsana bilmediği şeyleri öğretti.”

Daha sonra bu ayetler, Tarihin akışını değiştirecektir.

Aslında “Kalem” ve “İlim” kavramları her şeyi anlatıyordu. Tarihin sonuna kadar insanın elinde olacak güç bu şekilde belirleniyordu.

Kalem ve İlim”…

Hz. Muhammed, “Oku” emriyle şereflendikten hemen sonra, Mekke’nin Meydanına, sokaklarının içine inerek yüksek sesle “…Bundan böyle zulüm bitmiştir…” demeye başladı. Bu söz, Mekke Çetesini derinden sarstı. Çünkü sonlarının geldiğini daha o anda görmüşlerdi.

Öyle ki varoluşun özünden, vicdanın derinliklerinden gelen bu söz insanı, toplumu, dünyayı, yaşamı, geçmişi, geleceği, iyiyi, kötüyü, varlığı, oluşu, akışı içine alan bir sözdü ve her şey değişmeye adaydı.

Okumadan kasıt buydu. Nitekim öyle oldu. Eşyanın manasını ve yaşamın anlamını gösteren ve örnekleyen bir okuma böyle olmalıydı. Nitekim öyle oldu.

Bu okuma yazılı bir metni yüzünden okuma değil, bir eylem ve isyan çağırısıydı! İslam’ın mahiyeti “Düşünmekten, sorumluluk yüklenmekten, mesajı taşımaktan, adalete çağırmaktan, harekete geçmek ve zulme meydan okumadan” ibaretti.

Eğer Hz. Peygamberin okuduğu gibi Kur’an okunsaydı; onda yaşanan olaylar, yürüyüşler, acılar, çığlıklar, hicret, savaş, barış, sevinç gözyaşları, toz bulutları, at kişnemeleri, kılıç şakırtıları, şehit ve gazi çığlıklarını duyulacaktı!  Şayet duyulmuyorsa, Kur’an okunmuyor demektir…

Peki, bu ilk mesajlar neyi ifade ediyor?

Şunu:

Hz. Peygamber gibi önce kendimiz, geçmişimiz ve geleceğimiz üzerine düşünerek işe başlamalıyız. Tarih, hayat ve tabiat üzerine, üzerimizdeki nimetler ve o nimetleri veren Allah’ın yüceliği üzerine, şehrimiz, ülkemiz, bölgemiz ve insanlığın gidişatı üzerine tefekkür etmeli, gözümüzü yıldızların ötesine dikmeli, varoluş sancıları çekmeli, kendi Hira’mızda vicdanımızın sesini dinlemeliyiz. Bu potansiyel enerjinin içimizde yerleşik olduğunu fark etmeliyiz.

Sonra kozamızdan taşarak Hira’dan şehre inmeli, toplumsal sorumluluk yüklenmeli ve gereğini yerine getirmeliyiz. Üzerimizdeki örtüyü atmalı, kalkmalı ve başka uyanışları başlatmalıyız. Ebedi mesajları yaşayarak okumalıyız. Sözün “adalet, özgürlük, sevgi, merhamet, doğruluk, dürüstlük” olduğunu, her tür baskıya, zulme ve zorbalığa meydan okuyarak, insanoğlunun inancına, düşüncesine ve emeğine zincir vurulamayacağını bilmeliyiz.

Allah bilir Hz. Peygamber ve arkadaşları Kur’an’ı böyle okudular. Eğer böyle okumasalardı, Mekke’de okuma yazma seferberliği başlatır, kitaplar dolusu kütüphaneler inşa ederlerdi.

İgra” ile gelen beş ayetin kendi mantıksal tutarlılığı içinde, Allah’ın beş temel özelliği tanıtıldı.

  1. Rab,2. Yaratma, 3. Alak, 4. Kerem ve 5. İlim/Kalem

Bunlar, insanoğlunun zihnini meşgul eden beş temel soruya cevaptı.

Şöyle ki:

  • İçinde yaşadığımız evreni çekip çeviren, ayakta durmasını sağlayan bir “Rabb” vardır.
  • Bizi “yaratarak” varlık sahnesine çıkarmıştır.
  • Yaratmayı sonsuz “sevgi, ilgi ve alâka” ile yapmıştır.
  • Karşılıksız olarak durmadan ” Merhamet” içinde vermiştir.
  • Diğer varlıklardan ayrı olarak insanoğluna bir “ilim” öğrenme yeteneği ve “Kalemi” kullanabilmeyi, varlığı okuyabilmeyi, anlayabilmeyi, derinliklerine nüfuz edebilmeyi nasip etmiştir.

İnsan var olduğundan beri “Nasıl yaratıldım?” değil , “Neden/Niçin yaratıldım?” sorusuyla ilgilenmiştir. Vahiy, insan zihnini yoran sorulara cevap için gelmiştir.  Yani “Biyolojik” olarak hangi maddeden ve nasıl yaratıldığından ziyade, “Teolojik” olarak hangi manada ve niçin yaratıldığına bir cevap için var olmuştur.

Niçin yaratıldık?” sorusunun cevabı, Kur’an’da şöyle anlatılır:

Rabbin isteseydi bütün insanlığı bir tek ümmet yapardı. Bu yüzden birbirlerine karşı çıkıp duracaklar. Ancak Rabbinin sevgi ve merhameti ile bağışladığı kimseler hariç; zaten Allah onları bunun için yarattı… Böylece Rabbinin “Cehennemi görünür görünmez varlıklarla dolduracağım” sözü yerine gelmiş olacak.” (Hud; 11/118-119).

Yani eğer Allah layık görseydi bütün insanları tek bir ümmet yapardı. Fakat insanlar kendilerine verilen seçme yeteneğini kötü yolda kullandıkları için tek bir ümmet haline gelemediler. Allah insanı taşan sevgi ve merhametinden, varlığa duyduğu ilgi ve alakadan dolayı yarattı.

Fakat insan bu sevgi, ilgi ve alakanın gereğini yapamadı. Bu konuda insanların çoğu umursamaz bir tavır sergiledi, hatta bunu görmezden geldi. Kendisini bir şey zannetti. Sevgi, ilgi ve alakayla Allah’a karşılık vermedi. Bunun için de cehennemi hak etmiş oldular.

Demek ki yaratılışın, insanın ve bütün varlığın kökeninde sevgi, ilgi ve alâka vardır.

Demek ki Evreni saran sonsuz bir şefkat ve derin bir merhamet var!

Nitekim Allah insanları sevgi ve merhametten yarattığını söylemektedir. (Hud; 11/119).

Peygamber sevgi ve merhameti insanlıkta yaymak için gönderilmiştir (Enbiya; 21/107).

Halen Allah bilinen “Rahman” (çok seven, sevgisi taşan) ve “Rahîm” (sevgisi varlığa yayılan, merhametli) karakteriyle yaratmaya devam etmektedir.

Yoksa Allah bilinmez bir hazine idi de, bilinmek için insanı yaratmış değildir.

Her canlı yavrusu bir erkek ile dişinin birbirine olan ilgi ve alâkasının, aşk ve sevgisinin sonucu olmaktadır.

Sürekli Yaratılış” kanunu budur. İnsan, yaratılışın belirli bir zaman ve mekânında bu “oluşa” katılmaktadır. Oluş esnasında çektiği acı, varoluş sancısıdır. Çekirdeğin çatlaması da onun sancısıdır.

Meselâ erkeğin dişiye, dişinin erkeğe ilgi ve alâkası, tohumun toprağa, toprağın tohuma, ağacın suya, ateşin oduna ilgi ve alâkası bundandır. Yeni yaratılışlar birbirinin içinden yarılıp çıkması böyle olmaktadır. Bu ilgi ve alâka yumağı sayesindedir ki “oluş” her daim yenilenerek devam eder.

Kur’an’ın ilk emirleriyle birlikte Tarihin akışı böyle değişti.

Mahmut AKYOL

 

Yer işareti koy permalink.

Yoruma kapalı.