MÜSLÜMAN ALLAH’A GÜVENİRSE, ÇOK ŞEYİ DEĞİŞTİREBİLİR!

logo5

MÜSLÜMAN ALLAH’A GÜVENİRSE, ÇOK ŞEYİ DEĞİŞTİREBİLİR!

Allah insanı adaleti kaim, zulmü zail etsin diye var etti. İşte hayatın başı da sonu da bundan ibarettir.

Bu cümleyi yazının sonuna ve hayatımızın nihayetine kadar unutmayalım.

Rotschıld, Soros gibi Uluslararası Şirketlerce, mazlumların kanı üzerine kurulmuş ABD, İngiltere, İsrail gibi Devletlerce kurulan terör örgütlerinin tek amacı, Müslümanları öldürmek, suikast yapmak ve yok etmektir.

Adları ve kökleri “İslam” olan bu örgütlerin hiçbirinden gariptir ki, İsrail’e saldırıları vaki olmamıştır.

Bir şehir düşünün, peygamberlerin çoğu tevhid mücadelesine burada başladı.

Bu şehir Kudüs’tür. Diğer adıyla Beytü’l-Makdis’… Binlerce yıl birçok medeniyete beşiklik yapmıştır. Halife Ömer’in fethi ve Osmanlı Devletinin adaletliyle halkı ayrım gözetilmeden huzur, can, mal ve din özgürlüğü içinde yaşamıştır.

Şimdi Kudüs mahzun… Mescid-i Aksâ yaralı… Huzura hasret…

Müslümanların ilk kıblesinde, Müslümanlar 1967 den beri ilk kez Cuma namazını kılamadılar… Varsın olsun denilemez. Çünkü Cuma Namazını kılmak özgürlüktür, bağımsızlık sembolüdür!

Görülüyor ki Siyonist Teröristler, Müslümanların namaz kılmalarına bile tahammül etmiyorlar. Her türlü tecavüzü yapmaktan geri durmuyorlar.

Bunun için bir an önce Müslümanlar “Ümmet” bilinciyle iman kardeşliğini pekiştirmeli, Kudüs ve Mescidi Aksâ ile gönül bağlarını koparmamalıdır!

Dünyanın ruh dengesini bozan, savaşları “yık/yeniden inşa et” mantığıyla sürdüren İsrail merkezli Terörist Siyonistlere ve Neo-Conlara lanet okumak mazlumların hakkı olsa gerektir!

Allah’ın mescitlerinde Allah’ın adının anılmasını yasak eden ve onların yıkılması için çalışandan daha zalim kim olabilir? Aslında bu zalimlerin, oralara ancak korkarak girmeleri gerekir. Onları dünyada alçaklık, ahirette de büyük azap bekliyor.” 2/114.

İşte Müslümanların düşünce ve hareket metodu budur! Lakin Müslümanların aklı yanlış çalışıyor. “Düşmanın silahıyla silahlanın.” Mantığıyla hareket etme külliyen yanlıştır. Eğer bir din, kendisini koruyacak bir silaha sahip değilse, (yukarıdaki ayette olduğu gibi) o din eksik demektir. Düşman yakıyor, yıkıyor, zulmediyor. Adalet bunun neresinde ki, buna itibar edilsin!

Önceki yazımda İslam Dininin en temel kavramları üzerinde durmuştum. Şimdi de konuya ”güven” kavramını ilave etmek istiyorum.

Müslüman olmak isteyen bir insan laf kalabalığıyla değil önce Allah’a kalpten, içten, deruni dilden ve canı gönülden iman etmeli ki iman, kalpte güvene dönüşsün. Allah’a iman güvene dönüşmediği sürece; hiçbir işe yaramaz! Böylece Müslümanların hiçbir sıkıntısı da bitmez!

Güven nedir?

Allah’a güven duymak, O’na görüyormuşçasına iman etmektir. O’nun güç ve kudretini görüyormuşçasına kabul etmektir. Beşeri hiçbir güçle mukayese etmemektir. Zira O’nun güç ve kudretine güvenen Müslüman yenilmez olur. Değilse, yerlerde sürünmekten kurtulmaz! İşte günümüzün Müslümanlarının çıkmaz sokağı burasıdır!

Düşman düşmandır, düşmanlığını yapacaktır. Önemli olan bizim ne yapıyor olmamızdır. Müslümanlar olarak İslam Dini yerine “Materyalizmi, Deizmi, Ateizmi ve Natüralizmi” tercih etmemek, Yahudi gibi düşünen, Hristiyan gibi yaşayan ve sadece “his” itibariyle Müslüman olmamaktır!

Diyorlar ki Allah niye Müslümanlara yardım etmiyor? Allah adildir, layık olana yardım eder. Allah’ın yardımına layık olan davranışlar içinde olmak lazımdır.

Allah Müslümandan sormasını, sorgulamasını, bulup/yapmasını ister. Çünkü Allah bir kulunu inanmadan önce düşünmeye, sormaya, sorgulamaya çağırır. Akıl melekesiyle dünya sorularını çözmesini ister. Eğer bunları yapmıyorsa, başı beladan kurtulmaz.

Bu şekilde Müslümanın başı belada iken Allah ne diye işimizi görsün. Hazinelerini ayaklarımızın altına sersin. Silahtarımız, hudut bekçimiz olsun. Hastamıza baksın, şifa hazinesinden şifa akıtsın, ırgatımız, lalamız, dadımız, kâhyamız olsun. Bunları önce biz yapmalıyız, gücümüz yetmediği zaman Ondan istemeliyiz.

  • Unutulmasın ki hayatı var eden, karanlık gecede kara mermer üzerinde kara karıncanın ayak seslerini duyan, O’dur. Dünyaya gelen her şeyin sayısını bilen, yazdan sonra kışı getiren, yağmurla kuru toprağı yeşerten, bitkileri bitiren, dünya hayatını sonlandıran, ölüleri dirilten, ahiret gerçeğiyle buluşturan O’dur.
  • En küçük canlıya kalp veren, kan dolaşım sistemini o kalbe bağlayan, sinir sistemi takarak onun hareket etmesini sağlayan Allah’ın şanı ne yücedir.
  • Kuluna verdiği iradeyi özgürce kullanmasını isteyen, insanın kaderini boynuna asan(eline veren), dilediği şekilde inanmasını, dilediği şekilde inkâr etmesini, dilediği şekilde günah işlemesini, dilediği şekilde sevap kazanmasını ve bu yapılanların hesabını soracak olan O’dur.
  • Hayatı ve ölümü ahenk içinde ve adalet üzere var eden, rızık ve rızık kaynaklarını eşit şekilde yaratan, aydınlığı karanlıktan çıkaran, gökleri direksiz tutan, olan ve olmakta olan şeyleri var eden, insan havsalasının anlamakta aciz kaldığı şeylerin hesabını yapan O’dur.
  • Tarih, tabiat ve hayat O’nun yeryüzündeki ayetleridir. O, olmadan bu gerçeklerin olması mümkün değildir. Çünkü O, yaşamın kaynağı, enerjisi ve nurudur.

Sizce bunları beşeri hangi güç yapabilir? Onun dışında hiçbir güç yapamaz. O halde bu güce inanmanın yanında ve ötesinde Ona “GÜVEN” duymak gerektir.

Bu konuda insanlara örnek olması bakımından Kur’an’da Allah’a en aykırı sorular sorulmuştur.

Mesela Melekler: “Ey Rabbimiz, biz seni övüp yüceltiyorken, orada kan dökecek ve fesat çıkaracak birisini mi yaratacaksın?” (Bakara; 30).

Meleklerin bu sorularına İzzet Begoviç, gökteki “PROLOG” diyor. Yani bu, Allah’ın kendisiyle konuşmasıdır, çünkü dünya hayatının kuruluşu böyle başlamıştır. Ben de aynı düşüncedeyim.

İbrahim: “Ey Rabbim! Bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster.”  (Bakara; 260)

Musa: “Rabbim! Bana kendini göster; seni göreyim.” (A’raf; 143)

Meryem oğlu İsa: “Allah’ım! Ey bizim yegâne Rabbimiz! Bize gökten bir sofra indir.” ( Maide; 114)

Bu sorularda murat, Allah’a iman etmenin ötesinde Ona “GÜVEN” duymak içindir. Eğer Müslümanlar, inanmak istediklerini bu şekilde önceden sorgulasalardı, yeryüzünün en gerçekçi, en hakka ve hukuka riayet eden insanları olurlardı. Ne hazin ki olamadılar. Müslümanlar sormadan inanmayı, taklitçiliği ve tembelliği seçtiler. Atalarından tevarüs eden yola saptılar.

Demem o ki din, “Selefi” anlayışa terk edilmemeli, dinin direği “Doğruluk, dürüstlük, hak, adalet, vicdan, merhamet, bölüşüp/paylamak” olarak anlaşılmalı, sokağa, meydana ve toplulukların arasına dikilmelidir. Zira bu kavramlar insanlara büyük sorumluluk yüklemektedir.

Hiçbir şey için geç kalınmış değildir. Yeter ki; Allah’a inanmanın ötesinde, Allah’a güven duyulsun!

Yeter ki Allah’ın gücü sokakta, işte, çarşıda, pazarda, alışverişte, evde, her yerde yaşansın!

O zaman çok şeylerin değiştiği görülecektir!

Mahmut AKYOL

Yer işareti koy permalink.

Yoruma kapalı.