ALLAH’IN KUDRETİ, KUR’AN’I AZİM VE HZ. PEYGAMBERİN AHLAKI

logo5

ALLAH’IN KUDRETİ, KUR’AN’I AZİM VE HZ. PEYGAMBERİN AHLAKI

Fetö”yü ortadan kaldırmanın birinci ve tek yolu, sapık inanç ve düşüncelerine son vermektir. Bunun için Yurdumun insanları üşenmeden, tembelliğe düşmeden İslam’ı Kur’an’dan ve Sünnetten öğrenmelidir.

Dediler ki: “Yerden bir pınar fışkırtmadıkça, Hurmalıklardan ve üzümlüklerden bir bahçe yapıp aralarından çaylar akıtmadıkça yahut iddia ettiğin gibi göğü üzerimize parça parça düşürmedikçe veya Allah’ı ve melekleri karşımıza açıkça getirmedikçe, altından bir evin olmadıkça ya da gökyüzüne çıkıp oradan bize özel bir mektup getirmedikçe sana inanmayacağız.” Sen de ki: “Rabbimin şanı yücedir. Ben sadece bir beşer, sadece bir elçiyim.” (Isra; 90–93).

Kur’an’da buna benzer onlarca ayet vardır. İslâm, bu tür rivayetlerde bahsi geçen insan tiplerinden temizlenmedikçe, inkişaf ettirmek ve çağın idrakine söyletmek zor görünüyor.

Kur’an-ı Kerim’de mucize kelimesi yerine Ayet kullanılır. Ayet, apaçık ortada olan, olmakta olan demektir.

Yeryüzünde bulunan ağaçlar kalem olsa, deniz(ler) de (mürekkep olsa), arkasından yedi deniz (daha gelip) ona yardım etse de (Allah’ın kelimeleri yazılsa), yine (bunlar tükenir), Allah’ın kelimeleri tükenmez. Allah öyle üstündür, öyle hikmet sâhibidir.” (Lokman 31/27)

Gecenin gündüze, gündüzün geceye çevrilmesinde, ayın dünyayı, dünyanın güneşi takip etmesinde, tüm yıldızların bir emre itaat etmesinde, her birinin bir menzile doğru akıp gitmesinde, gemilerin denizlerde yüzmesinde düşünenler için elbette ki ibretler vardır. İşte Allah’ın ayetleri bunlardır.

Allah, yeryüzünde her defasında bozulan sosyal dengeyi düzeltmek için elçiler ve Kitaplar göndermiştir. Hz. Muhammed’in gelişiyle birlikte Peygamberlik yolu kapanmıştır.

Fakat insanın sorunları bitmiş değildir. “Adaletin zayii, Eşitsizlik, Aşağılanma, Öldürme, Çalma, Yalan söyleme, Zina Yapma, Faiz Yeme, İktidar Hırsı” sorunların başında geliyor. Tarih boyu tüm iktidar savaşlarına bunlar sebep olmuştur denilebilir.

Allah’ın Kelamı kulları üzerine emanettir. Lakin emanetten zaman zaman uzaklaşılmıştır. Mesela; “Kur’an’ı kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız” (Hicr, 15/9). Ayetin ikinci bölümü, meal farklılığı sebebiyle olsa gerek ki koruma, emanet ve sorumluluk yeniden Allah’a yüklenmiştir.

Aslında Arap Toplumu edebi sanatları en üst düzeyde kullanırdı. Kur’an’da Allah, bu edebi sanatı (Teşbih, Mecaz, Kinaye, İstiare, Terviye, Tasvir, Mesel, Kıssa) gibi kavramları çok kullanmıştır. Ayetlere bu şekilde yaklaşılmadığı takdirde manalara isabet etmek zordur. O bakımdan hangi kelimenin ne anlamda kullanıldığını bilmek erbap işidir.

Yine bunun gibi böyle bir durum Müddessir Suresinin 42-43 ayetlerinde görülür. “Sizi cehenneme sürükleyen sebep nedir? Derler ki: Biz namaz kılanlardan değildik.”

Aslında “cehenneme sürükleyen sebepler” 47 ye kadar okunursa daha açık şekilde anlaşılır. Tek sebebin “namaz kılmamak” olmadığı, “yoksulu doyurmayanlarında, günahkârlarla birlikte günaha dalanlarında, hesap gününe inanmayanlarında” olduğu görülecektir.

Fazla söze gerek yok, Kur’an’ı yaşamdan koparmamalı, “ölü bir metin, hikâye, masal, mucize, keramet, kehanet, şifre” olmaktan kurtarılmalıdır.

Âdem’in Cennetten kovulmadığı, Havva’nın Âdem’in kaburga kemiğinden yaratılmadığı, Nuh’un bin yıl yaşamadığı, İbrahim için ateşin sönüp gül bahçesine döndürülmediği, ölüm gerçeğini göstermek için kuşların kesilmediğini, Salih’in şapkadan tavşan çıkartır gibi kayanın içinden deve çıkarmadığı, Musa’nın denizi yarmadığı, İsa’nın ölüleri diriltmediği, Yunus’un balığın karnında günlerce kalmadığı, Süleyman’ın kuşlar ve karıncalarla konuşmadığı anlatılmalıdır.

Hz. Peygamberin kalbi yarılıp zemzemle yıkanmadığı, parmaklarıyla ayı yarmadığı, gelecekten haberler vermediği, kehanette bulunmadığı, cinlerle konuşmadığı, bir kap hurmaya dokununca binlerce askerin doymadığı, çağırınca ağaç yanına gelmediği… Bütün bunların uydurma olduğu ısrarla tekrarlanmalıdır.

Nasıl bir Kur’an’a dönmeliyiz ki, içinde bunlar olmasın da, insanlığın vicdanı (basâiru li’nnâs), aklı, şeref ve haysiyeti, iyilik, güzellik ve doğruluğu, sevgi ve merhameti olsun!

Kötülük öyle melanet bir şeydir ki, insana (çıkar/menfaat) uğruna her şeyi yaptırır.

Allah ile insan arasında bir (ecir) ilişkisi vardır. Bu interaktif dinamik bir ilişkidir. Bundan dolayı insan, Allah katında değerinin ne olduğunu anlamak ister. Fakat insan önce kendi yanında Allah’ın değerine bakmalıdır. Çünkü O neyse, öteki de odur.

Hz. Muhammed, Allah’ın kulu ve elçisidir. Kuru ekmek yiyen bir kadının oğludur. Yiyen, içen, acıkınca karnına taş bağlayan, uyuyan, evlenen, ticaret yapan fakat içimizde Allah‘tan en çok korkanımızdır.

Söylediklerine en önce kendisi uymuş, kendisi Müslümanlara örnek ve öncülük etmiştir. Ne kâhinlik ve ne de sihirbazlık yapmıştır. Allah’ın isteği doğrultusunda haber getirmiş, tebşir etmiştir. Kötüleri uyarmış, iyileri müjdelemiştir. Olmamış olanı, olağandışı olanı söylememiş, sadece olmakta olanı (ölüm, afet) ve olacak olanı (kıyameti) haber vermiştir.

Hz. Peygamber bu interaktif ilişkiyi, sahip olduğu azim ahlak ve vicdanında yankılanan Kur’an-ı azîm ile başarmıştır. Onun ahlakı Kuran’dır. O bir yürüyen ve yaşayan Kuran’dır. Peygamberin en büyük gücü budur.

O lekesiz, günaha bulaşmamış bir hayat sahibidir. Yaşamı boyunca hiçbir şeyi eğip bükmemiş, emr olunduğu gibi doğru yaşayarak ümmetine örnek olmuştur. O azim ahlakta “sevgi, merhamet, doğruluk, dürüstlük, erdem, yiğitlik, mertlik, hayâ, güven, sadakat, asalet, vefa, dostluk, kardeşlik” vardır.

Bizimde O’ndan almamız gereken taraf burasıdır… Rabbimizin bizden istediği hayat, böyle bir hayattır. Bu hayatın önünde kimse duramaz. Zaten de kimse duramamıştır.

Allah’ın birliği (tevhid), bölünmez bütünlüğü (Samet), sevgi ve merhameti(rahmet), iyilik, güzellik, doğruluğu (salihat), dürüstlük yolu (sırat-ı müstakim), korku ve titreme (huşu), saf bir yürek temizliği lâs), sağduyudan şaşmayan bilgelik (Hanif) den ibarettir. Kur’an’ın özü  ve Müslümanın imanı budur.

Kur’an’da, ezilenlerin (mustazafîn) yeryüzünün önderleri olacağı, zalimlerin, despotların, tiranların, büyüklük taslayanların (müstekbir) kaybedeceği eninde sonunda sözün namusunun (sıdk), iyiliğin ve adaletin galip geleceği vaadi vardır.

Hz. Peygamberin mücadelesi, bu içi dolu kavramları hayata taşıyarak Dünya sulhunu sağlamak olmuştur.

Onun ahlak yapısı insanlığı acze düşürmüştür. Öyle ki kendisine suikast planlayanlar bile, onu hem öldürmek istemişler hem de mallarını ondan başka emanet edecek bir kimse bulamamışlardır.

Selam O’na ve O’nun yolundan gidenlere olsun…

Mahmut AKYOL

Yer işareti koy permalink.

Yoruma kapalı.