ADALET VE BARIŞ YURDU

logo5

ADALET VE BARIŞ YURDU

Dünya Firavunlara kaldığı günden bu yana insanoğlu, “adalet ve barış yurduna” hasret kaldı…

Firavunların elinde ki kırbaç (zulüm), insanoğlunun dokusunu, psikolojisini ve sosyal yapısını yıktı gitti…

Öyle ki yeryüzünde iki insan, iki millet, bir araya gelemez oldu… Namaz için bile bir araya gelen Müslümanlar, birbirleriyle temas etmemek için aralarına adeta “Çin Setleri” ördü…

Bir ülke düşünün ki; yolları, sokakları her Allah’ın günü ölü ve yaralı dolu… Yaşam hakkı ucuz, uyuşturucu almış başını gitmiş, gençler yerlerde sere serpe… Kadın ölümleri, çocuk kaçırmaları, adliye ve hastane koridorlarında yaşanan cinayetler, arazi, alacak dava kavgaları ve gelir dağılımında ki makas giderek açılmış…

Bumlar gelecek için kaygı verici… Bir şeyler yanlış gidiyor ama ne?

Gençlik yıllarımda “Siz her taşın altından Yahudi çıkarıyorsunuz! Diye bizimle alay ederlerdi.” Şimdi bakıyorum da biz doğrusunu yapmışız…

Antisemit biri değilim, hiçte olmadım. Lakin mazlum milletlerin ve benim “ÖFKEM”, Siyonist zihniyete ve davranışa… Dünde böyleydi, bugünde böyle…

Bakın Kur’an’da Hz. Musa’nın halkına “ideal yurt“, “ebedi adalet ve barış yurdu” kurmak anlamında bir hedef gösterildiği doğrudur… Fakat Kur’an bu ideali, esasında tutsak edilen halkların özgürlük mücadelesi anlamında kullanır.

Buradaki halk, esas itibariyle Yahudiler değil, Mısırlılardır. Mısır, Firavunluğunun despot idaresi altında ezilen ve “İsrail oğulları” diye bilinen oymağın da içlerinde bulunduğu Mısır halkı kastedilir. Bu ideal yurt anlayışı genel olarak “İsrail oğulları” üzerinden sadece anlatılmıştır, o kadar…

Hz. Musa’dan yıllar sonra İsrail oğulları, dönemin bölge gücü Pers İmparatorluğunun himayesinde bulunduğu sırada, Yahudiler Kudüs’e getirip yerleştirildi. Bir şartla ki Yahudiler imparatorluğa sadik kalacaklardı. Bu takdirde, bölgenin kritik ticari imtiyazların kendilerine verileceği söylendi. Tarihte buna “Pers ulufesi” denmiştir.

“Ezra” (Tevrat’ı düzenleyen haham) başta olmak üzere Yahudi hahamları bunu sanki “Tanrının vaat ettiği kutsal topraklar” olarak Tevrat’a soktular. Yahudi muhayyilesi sonraki çağlarda, Tanrının Arz-ı Mukaddesi diğer milletlerden ayrı olarak kendilerine tahsis ettiği, “ilahi tapu belgeli araziler” olarak algıladılar. Sadece algılamakla kalmadılar, bütün Yahudi tarihini bu istismarın üzerine kurdular.

İşte Siyonizmin dünyanın altını üstüne getirmeye çalışmasının sebebi budur!

Esasında “Arz-ı Mukaddes” pak toprak, temiz ülke demektir.

Bu zamandan itibaren Yahudiler, “Dünyanın adalet ve barış özlemini yok ettiler.” Hâlbuki burada anlatılmak istenen, ezilen veya kendine yurt arayan her halkın gönlünde yatan mutluluk ve özgürlük ilkesi idealinden başka bir şey değildir.

Mesela, tarihin akışı içinde Türkler için arz-i mukaddes, Anadolu toprakları, Avrupa’dan kaçan halklar için arz-i mukaddes, Amerika, Hindistan’dan ayrılan Müslümanlar için arz-i mukaddes, Pakistan’dı… Bunu tutup da, sadece İsrailoğulları’na Tanrının özel muamelesi olarak anlamak abesle iştigaldir.

Kur’an metinleri unutulmamalıdır ki, Araplar ve Yahudiler ile ilgili açılmış her bahis, aynı anda diğer milletler için de açılmış birer bahistir. Araplar ve Yahudiler, Kur’an’ın evrensel mantığı açısından sadece birer Tarihsel figürdürler.

Kur’an sadece, Arz-ı Mukaddes olayını deşifre amacıyla İsrail Oğulları üzerinden anlatmıştır. Demek ki Kuran, Arz-ı Mukaddes idealini gösterirken, özgürlük mücadelesi veren her halkın hakkı olduğunu söylüyor. Sadece Yahudilerin değil,  Firavunların despot idaresi altında ezilenler tüm halkları içine alıyor. Eğer Kur’an’ı evrensel bir kitap kabul edecek olursak, bu; böyledir.

Ruhu’l-Kuds”, kirlilikten uzak hareketlilik, canlılık ve algılamayı anlatır. “Kuds” uzak olmak, pislikten uzaklaşmak, temizlik ve arılıktır. Kuds, ruh yönü itibariyle âlemin hareketi ve canlılığıdır. Ruhu’l-Kuds, insanda idrak ve algı gücünün birleşmesidir. Yani “Kuds” insanda tertemiz vicdan, ruh dinginliği, yürek temizliği dediğimiz şeydir. Keza Ruhu’l-Kuds, “Kuddüs’ün ruhu” manasındadır. Yani Kuddüs olan, pak ve temiz olan Allah’tır.

Kuds, Allah’ın peygamberlerin kalbinde doğurduğu ruh, canlılık/algı kuvveti ve vahyidir. Yoksa “Kutsal ruh” diye ayrıca bir varlıktan bahsediliyor değildir. Yani Kur’an’a, “kutsal kitap” muamelesi yapmak yanlıştı. Bu tür yanlış anlamalara tarih boyu gelen kutsi anlayışlardır.

Yahudilerin Tevrat’a “Kutsal Kitap” demeleri, Talmut’un tefsirlerin bir sonucudur. Bu anlayışa göre; “Tanrı ilk önce Tevrat’ı yarattı, âlemi de, Tevrat’ta geçtiği için Rab Yahova tarafından İsrail oğulları için yarattı.” Bu yaratılmalar (!) sebebiyle Yahudiler kendilerini diğer milletlerden üstün (kutsal) gördüler.

Burada güya Rab Yahova insanlara önce Tevrat’ı verdi, fakat İsrail oğulları dışında kimse kabul etmedi. Böylece, Rab Yahova’nın “kutsal emaneti” Tevrat, İsrailoğulları’na kaldı. Buna karşılık Rab Yahova, dünyayı onların kullanımına verdi. İsrailoğulları’na Teolojik hikâyesi bundan ibaret…

Bu sebepledir ki İsrail oğulları, tarih boyunca yeryüzünün en radikal, en kapitalist, en çıkarcı, en hırslı en ırkçı ve en şeriatçı kavmi oldu ve halen de bu karakterini sürdürmektedir.

Kutsallık meselesi aşağı/yukarı Hristiyanlarda da aynı yolu izlemektedir. Hristiyanlar, İsa’yı “logos” (söz) yerine koydular. Yani İsa, Tanrının sözüdür dediler. Bu yüzden İsa’ya, ezeli ve ebedi kutsallık atfettiler, böylece İsa, Tanrı oldu.

Aynı şeyi Müslümanlar, Kur’an için yaptılar. Ancak Kuran’ın otuza yakın ismi olmasına rağmen, birsisi bile “kutsal” değildir.

Kur’an, “Levh-i mahfuz” da yazıldı, oradan dünya göğüne gönderildi, oradan da Hz. Peygamberin kalbine ilka edildi yaklaşımı da doğru değildir. Hatta Kur’an levh-i mahfuzda Kaf Dağı kadar büyük Arapça harflerle yazıldı, içine ezelin ve ebedin bütün bilgileri, kıyamete kadar olacak olan bütün olaylar konuldu. Bu bilgilere de ancak erbabı olan kimseler “ebcet” hesapları yaparak ulaşabilir denilerek, kitap gizemli bir hale sokulmuş oldu. Bu da sonuna kadar yanlıştır.

Eğer tevhit inancını rafa kaldırılmasaydı, eğer tevhidin ne olduğu anlaşılabilseydi ve eğer tarih, tabiat ve hayata bu açıdan bakılabilseydi; Allah’ın dışında hiçbir kutsal şeyin olmadığı anlaşılmış olurdu.

Sonuç olarak Siyonizm, ABD Derin Devleti “Pentagon” ve sinsi İngiliz himayesinde “Arz-ı Mukaddes” topraklarına (!) Yahudi kökenli unsurlarla sahip olmaya çalışırken, “15Temmuz” olayından uyanarak ve bilenerek çıkan, ordusuyla kıyama kalkan Müslüman Türk milletinin kendi bekası için neler yapabileceğini hesap etmeleri gerekir diye düşünüyorum…

Mahmut AKYOL

Yer işareti koy permalink.

Yoruma kapalı.