İSLAM TAPINAK BİR DİN MİDİR?

logo5

İSLAM TAPINAK BİR DİN MİDİR?

Kesinlikle hayır! İslam, hayat dinidir.

Cenab-ı Hakk tarafından seçilmiş, yaşanmak üzere insanlığa gönderilmiş bir dindir. Dinin gönderilme sebebi, meydana gelen problemlerinizi çözün diyedir.

Ha keza Kur’an, mezar başında ölülere, özel gün ve gecelerde okunsun diye gönderilmemiştir.

Hülasa din ve kitap mitolojik birer olgu değil, inanmak isteyenler için tekliftir.

Kişi isterse dine girer, kitaba inanır, dinin ve kitabın ilkelerini hayatın içine taşır, isterse hiçbirini yapmaz.

Din, gönüllülüğe dayanır. Kimse Müslüman olmaya, dine girdikten sonra Nüsuklarını yapmaya zorlanamaz.

Dinde serbestlik ve özgürlük vardır.

Din, vicdanla başlayan bir olgudur. Son Resul dâhil, bütün elçilerin vicdanı üzerinden insanlığa duyurulmuştur.

Bu sebeple ilk gelişinden itibaren Din, “Hakk/Batıl” diye ayrılmıştır.

İyilik, güzellik, doğruluk, adalet, eşitlik, özgürlük, sevgi, merhamet, dürüstlük” vb. evrensel değerler dinin Hakk tarafı, her türlü kötülükte dinin batıl tarafıdır.

Cenab-ı Allah, insanın halini, potansiyelini, iç ve dış dünyasını sembolik olarak insana göstermiş ve anlatmıştır. Bu anlatışın başında da “Yaratılışı ve Şeytan” gelir.

İblis, Şeytan (kötülük) uzaklaştırmak demektir. Yani Şeytan kişiyi Allah’tan uzaklaştıran her şeydir.

Bu bakımdan zamanın eylemi, kötülüğe karşı isyan etmektir.

Kötülük insanın içinde (Hırs, Kibir, Haset, Öfke), dışında (Öldürmek, Çalmak, İftira atmak, Taciz/Tecavüz etmek) olarak tezahür eder. Bunlar, büyük günahlardır. Büyük günahların cezası da büyüktür.

Bu sekiz kavramda insanı “çekişmeye ve toplamaya” götürür. Eğer insanlık toplamak ve çekişmekten vazgeçecek olursa, dünyada hiçbir sorun kalmaz!?.

İşte insanoğlunun iradesi buradadır. Allah insanı bu andan itibaren imtihana tabi tutar.

Fakat Şeytan insana çekişme ve toplama yollarını göstermek için “vesvese” verir ve insan bundan kurtulamaz. Bu vesveseden kurtulmak için İslam’ı Kur’an’ı anlamaya çalışmak lazım gelir…

Demek ki İslam, bir kişinin yahut bir grubun tekelinde değildir. Herkesin eşit şekilde payı, hakkı ve sorumluluğu vardır.

Allah Resulünün vefatından sonra İslamiyet, imparatorluk dinine dönüşmüştür. Bu dönüşün en tehlikeli tarafı da “kader” anlayışıdır. Din, “Hint ve Selefi” kaderciliğinin derin kuyularına atılmak suretiyle doğduğu topraklara gömülmüştür.

İslam politik,  metafizik, sosyal ve ekonomik duruşlarına bir şeyler söylemesi lazımken, bu konulara iyiden iyiye yabancılaştırılmıştır. Kur’an, sadece tapınaklarda, mezarlıklarda, önemli gün ve gecelerde hatırlanır olmuştur. Özellikle “Mülk” konusunda İslam’ın sinirleri alınmıştır. Kuran-ı Kerim, suya/sabuna dokunmaz bir metne dönüştürülmüştür.

Kur’an’ın hayat içinde görülebilmesi için adalet, doğruluk, dürüstlük, hak, özgürlük, eşitlik, kardeşlik gibi kavramların yaşanır olduklarını, insanlığın mülkün kölesi olmadığını görmekle olacaktır.

Bu cümleden hareketle bir Müslüman’ın kendisine zenginim demesi bir nezaketsizlik ve edepsizliktir. Hem insan ne kadar az mülke sahip olursa, o kadar “özgür” olacaktır.

Cenab-ı Allah;

Ey İnsanlar! Allah’a muhtaç olan sizsiniz, ama O, hiçbir şeye muhtaç değildir ve hamd O’na mahsustur.” Demekle adeta insana Allah “Gem” vurmak ister. (FATIR Suresi 15. Ayet)

Şu hükmü yeniden hatırlatmak isterim:

Her kim adalete, sevgiye, merhamete ve dürüstlüğe içtenlikle sahip çıkar, yaşamı içine taşır ve ikiyüzlü davranmazsa, Allah o insanları kendi yanında, diğer insanlara göre daha üstün ve zengin kılacaktır.”

Bütün dini, sosyal, politik ve ekonomik hareketlerin kaderi de budur. Bugün insanlık bu evrensel değerlere her zamandan daha çok muhtaçtır!

Şu katiyetle bilinmelidir ki, Hz. Muhammed, Haham, Papaz, gibi din adamı, din üzerinden nemalanan birsi değildir. O açlığın, yoksulluğun, ırkçılığın, cehaletin ve tefeci bezirgânların elinde tutsak olmuş insanları özgürlüklerine kavuşturmak ve ayrıca onların sorunlarını din ve kitap ilkeleriyle çözüme kavuşturmaya çalışan içimizden biridir!

Hz. Muhammed insanlığın kadim değerlerine içtenlikle sahip çıkan, kendisini sorgulatan, sorgulamayı dinin dinamiği olduğunu hayatında gösteren “Arkadaş bir Peygamber” dir…

Şimdi bu dinin ve bu Peygamberin yerinde yeller esiyor!

İslam Dini Arap, Fars, Türk ve Bizans kültürlerinin etkisinde kalmıştır. Bu kültürler hala, İslam’ı kendilerine benzetmeyi sürdürmektedirler.

Mesela İranlılar İslam’ı kabul etmelerine rağmen “Zerdüştlüğü ve Mecusiliği” terk etmemişlerdir.

Araplar; “Cahiliye” kültürünü İslam’a karıştırmışlardır.

Türkler İslam’a, “Şamanizm’i” katmışlardır.

Bizans’ta İslam’ı Ortodokslaştırmıştır.

Türkler İslamiyet’e girdiklerinde, külliyen Şamanizm’i terk etmediler. “Gök tengri, Şamanlar, mezar kültürü, kutsal gün ve geceler, kurban ve domuz eti yeme yasağı” inancı hala devam etmektedir.

Türbeler, mezar kültürü, ruhlarla bağlantı, çok etkili şekilde yaşanmaktadır. Şaman kültürü kalıntılarına mani olmak neredeyse mümkün olmamaktadır. Kutsadıkları bir yerden çıkan suyu şifalı, türbeyi himmetli görmüş olmaları hala bir inanç olarak yaşamaktadır.

Oysa Kuran’da anlatılan din; bu değildir.

Kur’an, “Putlara tapma! Öldürme! Çalma! İftira atma! Faiz yeme! Zina etme! Sihir yapma! Komşuna iyi davran…” Der!..

Diğer bir deyişle:

Doğru ol! Adil ol! İyilikten, güzellikten ayrılma! Köleleri özgürleştir! Eşitliği bozma…” Der!..

Böylece Din, hep insanlığın vicdanı olmuştur.

Din başlangıçta saftır, ama onu iktidara çekenler, bozulmasını sağladılar. Böylece dinin ve Kur’an’ın içini boşalttılar.

Bu bozulmaya mani olmak oldukça zordur. Bu sebeple dinin ve Kur’an’ın istismardan uzak tutulması ve evrensel ilkeleriyle insanlığa yol gösterilmesi lazım gelir.

Hz. Osman döneminde Müslümanlar arasında zenginleşme başlayınca, Ebu Zer bunun karşısına dikildi. Osman da onu susturmak için “Rebeze” çölüne sürgüne gönderdi.

Şimdi İslam; Allah’ın dinini istismar edenlerin karşısında duracak Ebu Zer’ler bekliyor!?

Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Ali, Ebu Zeri Gıffari gibi sahabeler, Allah Resulünün ideallerine çok bağlı kimselerdi!.. Biz onları görseydik onlara “deli” derdik, onlar bizi görselerdi, bunlar “Müslüman değil” derlerdi!..

Buradan kanaatimce çıkartılması gereken öğüt şu olmalıdır:

  1. İktidarda olanları, “Hakk ve Adalete” çağırmak Ebu Zer’lerin görevi olmalı ve bu asla unutulmamalıdır. Değilse zulmün önü alınamaz olur!
  2. İktidar “zengin” olmanın aracı olmamalı, iktidara gelenler “Allah bizi iktidarla/zenginlikle imtihan ediyor” dememelidirler.

UNUTULMASIN Kİ,

  1. İmtihan Adalet, Ehliyet, Liyakat, Meşveret ve Maslahatla olacaktır.

Mahmut AKYOL

 

Yer işareti koy permalink.

Yoruma kapalı.