İNSAN ÇOK ZALİM (NANKÖR) VE CAHİLDİR, KESİNLİKLE!

logo5

İNSAN ÇOK ZALİM (NANKÖR) VE CAHİLDİR, KESİNLİKLE!

Ey iman edenler! Allah bilinciyle yaşayın ve sözün namusunu koruyun.” (Ahzab 70) (Yani sözü yalnızca söz olarak söylemeyin. Sözü yalan, dolan, iftira, uydurma, saptırma gibi hallerden koruyun. Sözün içine bunların girmesine mani olun…)

“Böyle yaparsanız işlerinizi iyileştirip güzelleştirip ve günahlarınızı bağışlarız. Her kim Allah’a ve peygamberine itaat ederse gerçekten o büyük bir zafer elde etmiştir.” (Ahzab 71)

“Biz emaneti göklere yere ve dağlara sunduk da onlar onu üstlenmeye yanaşmadılar. Onlar korktular da emaneti insan üstlendi. Çünkü insan çok nankör ve cahildir, kesinlikle!” (Ahzab 72)

SİZİ RAHATSIZ ETMEYE GELDİM…”

Bu cümleden rahatsız olanlar olmuş mudur bilmiyorum ama Şeriati doğru söylemiştir. Çünkü gerçek ve büyük zaferi elde etmenin başka yolu yoktur.

Ben de bu yolu takip ederek bazı okuyucuların sorumluluğuna ışık tutmak, ezberlerini bozmak, rahatsız etmek ve doğru bildiğimiz yanlışları düzeltmeye çalışmak istiyorum. Yine de doğruyu bilen Allah’tır!

Kur’an’da Âdem ile ilgili kıssa, (Bakara; 30–38, A’raf; 11–24, Hicr; 21–44, İsra; 61–65, Kehf; 50–51, Taha; 115–127) Ayetlerde geçer.

Önemine binaen kıssa tekrar tekrar edilir. Tefsirciler bu kıssayı “Kıssaların anası” saymışlardır.

Şimdi birçok kimsenin anlamadan okuyup geçtiği kıssa üzerinde yazının kapasitesi oranında durmaya çalışalım.

Bu Kıssayla Allah, insanlık tarihini başlatmıştır. Kıssa her doğan çocukla birlikte yeniden başlatılmıştır.  Çünkü kıssa insan içinde devam eden bir “savaşı” anlatır. Kıssa, Ahir Zamana kadar canlılığını koruyarak evrilip gidecektir. Tıpkı her gençle birlikte Yusuf kıssasının evrilip yenilendiği gibi…

Dikkat edilirse bu kıssalar beni, seni, tüm insanlığı anlatır.

Âdem kıssası ve Kur’an’ın diğer “Müteşabih” ayetlerinin anlaşılması için mecaz, kinaye, sembol, teşhis (kişileştirme) ve intak (konuşturma) edebi sanatların kullanılması gerekir. Değilse; Kur’an anlaşılması müşkül olur ki, işin içinden çıkılamaz.

Mesela Allah/Melek diyalogunu anlamak için, İzzet Begoviç’ in okuduğu gibi okumak gerekir. O, kıssayı “gökteki prolog” (gökteki ilk konuşma) olarak okumuştur.

Yani, kıssada diyalogu başlatan, konuşan ve konuşturan bizzat Allah’ın kendisidir.

Burada Allah/insan, insan/eşya, insan/şeytan, insan/nefs ve insan/akıl ilişkisinden bahsetmek gerekir.

İnsan, diğer varlıklara göre bir adım öndedir. Çünkü Allah, insana bilgiyi alabilmesi için akıl vermiştir. İnsan bu şekilde diğer her şeye aklı sayesinde üstün olmuş ve sorumlu tutulmuştur.

Fakat insan çoğu zaman bu sorumluluğun farkında değildir. Bakıldığında insanın “zalim, küstah ve cahil” olduğu görülür. Mesela Şeytan, “beni ateşten, onu (Âdemi) topraktan yarattın, ben ondan üstünüm” sözü kibir olarak insana hemen geçmiştir.

Şeytan, Âdem’i ve eşini yıkılmayacak bir mülk vaadi ile kandırmış, insan onu almış ve hemen gurura kapılmıştır.

Şeytanın “üstünlük iddiası”, Firavun ve Nemrut’u “tanrılaştırmış”, insanda hemen bu yoldan gitmiştir. “Yasak ağaçtan yeme hırsı” insanı hemen harama, haksızlığa ve zulme sürüklemiştir.

İnsanoğlu nefsinin girdabından kurtulduğu zaman hayatı düzelmiştir. Açlık korkusu ve tatminsizlik hırsına yenildiğinde iki dünyası da kararmıştır.

Ne zaman ki; Âdem’in başına gelenler ve Yusuf’un karşı karşıya kaldığı şartlar unutulmuş ise, Allah’ın mülküne sınırlar çekilmiş, o günden beri, toprağın kanı kurumamıştır.

Kıssaların amacı bireysel ve toplumsal kurtuluşun yolları göstermek içindir. Değilse, Âdem’in ve diğer canlıların “Biyolojik” yaratılması değildir. Amaç insanın “niçin” yaratıldığıdır.

Cin ve şeytan topraktan yaratılmadı, onların ana maddesi “dumansız” ateştir. Yani bildiğimiz ateş değildir. (Hicr; 27)

Cin ve şeytan insanın içinde dolaşan hırs, ihtiras, şehvet gibi dürtülerin sembolik anlatımlarıdır. Ateş dini anlatımda, insanın içindeki kötülük dürtüleridir. Kırmızı renk, öfkenin ve şehvetin sembolüdür. Ateş hem tabiattaki, hem de insandaki “enerji” dir.

Kıssada İblis “ateş” ve Âdem “toprak” kıyaslaması yapılmış hayata da, “Senlik-benlik” kavgası olarak yansımıştır.

İnsanın bir tarafı ateştir. Yani kıskançlık, bencillik, çekememezlik, kendini beğenme, kibir, üstünlük taslama, öfke, hırs, şer saçma, acı verme, yakıcılık gibi dürtülerdir.  Diğer tarafı da topraktır. Yani sükûnet, bağışlama, tevazu, hayır üretme, ayıp örtme, kanaatkârlık, vb. dürtülerdir.  Bu iki dürtü de insan içinde çatışma halindedir.

Ateşin ve toprağın temsil ettiği insani özellikler, kadim dini metinlerde hep böyle anlatılır. Ateş hırs, toprak tevazu ve kanaatkârlıktır.

Halk kültürüne yerleşmiş şekliyle melek, sürekli namazda ve niyazda olan varlıklar değil, evrendeki her şeydir. Güneş, ay, yıldızlar, yağmur, bulut, rüzgâr, gök gürültüsü, soğuk, sıcak ağaç, çimen vs. Bunlar Allah’ın doğaya serpiştirdiği güçleridir.

Bunlar inananları “Tevhid” inancına götürür.

Yani denilir ki:

Evrendeki her şeyi edip eyleyen Allah’tır!

Bu yaratılışta, yaratılışın devamında ve yaratılışı sona erdirme de Allah’ın hiçbir ortağı yoktur ve kendisi adına bu işleri yapacak başka bir kuvvet yoktur. Allah, kendi adına hiçbir şeyi görevlendirmemiştir. Gücü ve kudreti itibariyle: “O, bölünmez bir bütündür!”

Teşekküre ve secdeye layık olan sadece O’dur!

Secde, saygı göstermek amacıyla selâmlama, selâm durma, tazim için ayağa kalkma, ayakta durmaktır. Bu figür insanlar arasında da kullanılmıştır. Yani yere kapanmak, eteğine yüz sürmek, ayaklarına kapanmak olarak kullanılmıştır. Her ikisi de saygı ve tazim için yapılır.

Allah’a yapılan tazim doğru olanıdır. Fakat insan için yapılan tazim oldukça tehlikelidir.

Bir rivayette Muaz bin Cebel Yemen dönüşü, Hz. Peygamber’e saygı maksadıyla secdeye kapanır. Hz. Peygamber bu yaptığının ne olduğunu sorması üzerine “Yahudi ve Hristiyanların büyüklerine böyle yaptığını gördüm, bu peygamberlerin selâmlanmasıymış” der. Hz. Peygamber’de “Onlar peygamberlere iftira etmişler” karşılığını verir.

Yine Hz. Ali huzuruna giren birisinin secdeye kapanması üzerine onu doğrultarak “Bana değil Allah’a secde et” der.

Görüldüğü gibi insana yapılan secde “şehvet, şöhret, servet ve siyasetin” doğmasına sebep olmuştur. Bu sebeple yeryüzü tağuttan, puttan, Firavun ve Nemrut’tan geçilmez oldu.

Demek ki şeytanın yeryüzünü süslü göstermesi bu oluyor.

Şeytan, bize sağımızdan (siyaset), solumuzdan (servet), arkamızdan (şöhret), önümüzden (şehvet) dürtüleriyle sokulmaktadır. Bunlar, içimizde azgın birer domuz gibi saldırmayı beklemektedirler.  İblis bunlara dair hırsı, harekete geçirerek bizi yoldan çıkaracağını söylemektedir.

Başka bir tabirle, bizi, içimizdeki bu “negatif enerjiler” yoldan çıkarır.

Sonuç:

İnsanoğlunu yoldan saptıran insanın yine kendisidir..!

İnsanoğlunun iradesini aklını kullanarak Allah’a gitmesinden başka yolu yoktur..!

Müslümanların duruşları doğru oldukça, canı gönülden hak ve adalet üzere el birlik oldukça, zulme ve zalime karşı el birlik göğüs gerdikçe, şanı yüce Allah, güçlüklerini kolay kılacak ve umduğu o büyük zafere ulaştıracaktır..!

Mahmut AKYOL

 

Yer işareti koy permalink.

Yoruma kapalı.