HIRSLARINA YENİK DÜŞENLER ER GEÇ YENİLİR!

logo5

HIRSLARINA YENİK DÜŞENLER ER GEÇ YENİLİR!

“İyi dinleyin! Allah size adaleti, güzelliği ve yakınlardan başlayarak herkese yardım etmeyi emrediyor. Çirkinliği, başkasının hakkına tecavüzü ve zorbalığı yasaklıyor! Böyle öğüt veriyor ki üzerinde iyice düşünüp taşınasınız.” (Nahl/90)

Bu ayet, Camide sadece Müslümanlar dinlesinler, ardından da duymamış gibi gereğini yerine getirmeden yan gelip yatsınlar diye inmedi.

Allah’ın Ayetleri başlangıçta bütün insanları Amerika, Rusya, Çin, Avrupa vs. işin içindedir.

Daha sonra yerine getirmek üzer kabul edenler ve etmeyenler diye ayrılır…

Akif’ten şu mısraları da kaydedelim:

Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem;/Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem./Biri ecdadıma saldırdı mı, hatta boğarım!

-Boğamazsın ki!

-Hiç olmazsa yanımdan kovarım.”

Allah bizleri zulüm ve adaletsizlik karşısında sessiz bırakmasın!

Zira adalet, özgürlük, eşitlik, paylaşmak, zulme karşı durmak ve emek gibi değerler, İslam’ın özü kavramlardır. Bunları doğru anlamış olanlar, İslam’ı anlamış olanlardır.

İnsanlık bu vb. değerlerin kaynağından uzaklaştıkça, zulmün yayılması da o nispette hız kazanır. Zalimler, güce dayalı acımasız, gaddar, despotlar ayakta durdukça, mazlumlar için kurulacak olan oyunların ardı arkası kesilmeyecektir. Muhakkak ki, eninde sonunda tuzaklar; İlahi Adaletin bir gereği tuzak kuranların ayaklarına dolanacaktır.

Yeryüzünde vahşi güçlerin (tiran) mazlum/mağdur olanların üzerinde yakıcı etkisi sürdükçe Allah, Peygamberler eliyle ateşi söndürmüştür. Bu, Peygamberler tarihiyle başlayan bir süreçtir. Ondan öncede zaten insanın kendi içinde (Şeytani Dürtüler-Akli Melekeler arasında) sürmektedir.

Şimdi; “Küresel Güçlerin” oyuncağı olanlar, iktidar (hâkimiyet) elde etmek uğruna, efendilerinin işlediği zulme, insanların köle olmalarına ses çıkaramamaktadırlar. Hatta iktidarın azdıran gücüne sahip olmak uğruna, milletlerine bile sırtlarını dönebilmektedirler.

Vicdanları sorunlu bu olanlar, İslam’ın özünü kavramakta dirençlidirler. Öyle ki, yanı başlarında oynanan oyunları kim, niçin çıkarıyor, insanlar/Müslümanlar aç/açık niçin bırakılıyor, niçin köleliğe sürükleniyor, masumların kanının kim ve niçin döküyor bilmekten aciz ve bunlar için sağlıklı bir akı yürütemiyorlar.

Eğer bu işler bu şekilde devam ederse, kurunun yanında yaşı da yakacak olan ateşin dumanı, onları da boğacaktır!

İnsanlara zulm edenler, masum kanı dökenler, aç/açık ve yurtsuz bırakanlar, hırslarına yenik düşenler, bindikleri dalları kesmekten, ülkenin güvenliğini tehlikeye atmaktan çekinmeyenler, bu pislikleri bir ibadet aşkıyla yapmaya devam edenler; Allah’ın huzuruna çıkmak şöyle dursun, tarihin önüne utançlarından çıkamayacaklardır.

Nasıl ki Muaviye ve avanesi hırslarına yenik düşerek İslam’da telafi edilmez yaralar açtılarsa, bu bugünde bu pisliklere devam edenler, İslam’a kötülük yapmaktadırlar. Muaviye’ye ve bu cahil (münafık) kişiler, İslam’ı kötülemek istemektedirler. Ne kadar çırpınırsa çırpınsınlar Allah; Müslümanca duruşu, canı gönülden hak ve adalet için el birlik oluşu, zulme ve zalime karşı el birlik göğüs gerişi olanların eliyle nurunu korumaya devam edecektir.

Allah cümlemizi bu şereften ayrı koymasın…

İslam 14 asır önce inmiş ve tamamlanmıştır. Gökten yeni bir vahiy inmeyecek, kimseye de gelmeyecektir. Bundan sonra akıl ve akli melekeler kullanılarak İslam’ı yanlış anlayışlardan temizlemek uğruna seferber olunmalıdır. Yeni bir şey icat etmeye gerek yok, söylenecek sözler söylenmiştir. Sadece insanların ilk günkü İslam’a karşı “güvenlerini” yenilemek gerekir.

İnsanın yeryüzüne gelişinin sebebi, insan psikolojisi için çok önemlidir. İnsanı çıkmazlardan kurtarmak için, onun niçin yaratıldığını bilmesi, varoluşuna bir anlam kazandırması, ekonomik, siyasi baskı ve korkularından kurtarılması elzemdir.

İşte bu yapı düzeltilmediği içindir ki, insan hayatı anlamıyor ve yaşamını intihara kadar götürüyor.

Götürmesinin sebebi kanaatimce, yanlış kader anlayışıdır. Yani insan, “kaderine kendisi karar vermek” istiyor. “Ne yapacaksam kendim yapayım” diyor.

Hâlbuki geçmişi, hali ve geleceği belirleme “İlahi” kudretle birlikte olan şeydir. Allah’ın Kudretinin katılmadığı hiçbir iş olmaz. Daha açık dille söylersek, insanın fiilleri için kullandığı kudret, (güç-enerji) Allah’a aittir. Bunu Materyalistler görmezden gelmiş, Kaderciler de yanlış yapmışlardır.

İnsan bir de tarikat-cemaat gibi şeylere, uçtu-kaçtıya, vadedilen kolay kurtuluş yollarına düşmekten kurtulmalıdır ki, iradesini özgürce kullansın!

Yukarıda işaret edildiği gibi bütün söylenmesi gereken sözler söylenmiştir. İnsana düşen, o kadim sözlerin üzerindeki tozları silkelemek ve bugünün ışığına çıkarmaktır. Hakikatin meşalesi olan her fikir, Peygamberler tarihinden neşv ü nema bulmuştur.

Peygamberlerin gelişleri “kadınları, köleleri, yoksul ve ezilenleri” zulümden kurtarmak içindir. Bunları Hz. Muhammed’in mücadelesinde rahatlıkla görmek mümkündür.

Mesela Peygamber etrafındaki insanlara asla elini öptürmemiştir. Onlardan kedisi için eğilmelerini, daha İmtiyazlı olmayı istememiştir. Bu, bütün Peygamberlerin ortak sünnetleridir…

Hz. Muhammed’in hayatından bir kesit…

Bir gün dışarıdan birisi geliyor ve soruyor “Hanginiz Muhammed” diyor…

Diyorlar ki:

Sedire uzanmış, uzun saçlı beyaz yüzlü adamdır…

Onun yanına gidiyor “Muhammed sen misin?” diyor, “Evet benim” diyor… “Sana bazı sorularım var” diyor… “Buyur sor” diyor. “Zenginlerden alıp yoksullara vermemizi sana Allah mı söylüyor?” diyor, “Evet” diyor… “Namaz kılmamızı sana Allah mı söylüyor?” diye soruyor. “Evet” diyor… “Ben bunları yaparım, gerisine karışmam, anlaştık mı?” diyor. “Tamam” diyor.

Hz. Muhammed’i tanımayan, topluluğundan seçemiyor!

Peki, Cemaatler, tarikatlar böyle mi? Dışarıdan bakıldığı zaman şeyhin kim olduğu hemen anlaşılır. Yanında korumalar vardır. Kılık kıyafeti, davranış biçimi Hz. Muhammed’e asla benzemez.

Sonuç:

Dünyanın düzenini bozan şeyler “sahiplenme, hükmetme, paylaşmama” dürtüleridir… İnsan bu dürtülere aldandı ve zaafa düştü. Allah’ın mülküne ortak olmaya kalkıştı ve Şirk’e düştü.

Bu konuda birkaç misal verilebilir:

Mesela erkeğin kadını sahiplenmesi mülkiyettir. Aslında kimse kimseyi sahiplenemez! Burada kast edilen aralarında oluşan sözleşmedir. Yoksa ikisi ayrı şahsiyet ve ikisinin de sahibi Allah’tır. Bu sözleşmeye riayet edildiği sürece görülecektir ki, şiddet olmayacak, dayak olmayacak, aşağılama olmayacak, stres ve birbirinden şüphelenme yaşanmayacaktır.

Kuran’da kadınla erkek birlikte yaratıldığı, bir çift olarak var edildiği, dolayısıyla yaradılışta bir eşitsizliğin olmadığı söylenmiştir. Geriye kalan sadece eşitliği korumaktır.

Erkeğin kadın üzerinde üstünlüğü söz konusu değildir. Farklılık çeşitli hallerdedir. Ama bu da Allah’ın takdirini görmeyerek bundan bir imtiyaz çıkarmak doğru değildir..!

Diğer bir konu, insan psikolojik varlıktır. Bu yönünün mutlak olarak rahatlaması lazımdır. İnsan kontrol edilmemeli ve sahip olmaktan vazgeçilmelidir. Sadece aralarındaki sözleşmeye uygun hareket etmeleri için zemin hazırlanmalıdır.

Bireysellikten genele geçildiğinde ise, dünyada ki insanlar şu üç şeye uysalar; (sahiplenme, hükmetme, paylaşma) ne savaş olur, ne işgal olur, ne ortaklar birbirinden ayrılır.

İYİ DİNLEYİN!

  • Hırsa kapılmak Şeytanın okunu yemektir.
  • Gücünüze güvenerek dünyayı kontrol etmeye yeltenmeyin!
  • “Allah muhakkak ki her şeye gücü yetendir. “(Bakara/109)
  • Sınırsız güce sahip olan Allah’dır.
  • Evrendeki her şey onun gücü ve kudretiyle olmaktadır.
  • O’nun için hiçbir zorluk yoktur.
  • İnsanlara ve diğer canlılara bir şeyler yapabilme gücünü veren de Allah’tır.
  • Allah’ın bütün yıldızları, ayı, güneşi, dünyayı ve dünya üzerindeki canlı ve cansız varlıkları ve beni/seni yaratan O’dur.
  • İnsanoğlunun sınırlı bilgisi, dünyayı idare etmeye yetmez. Onu veren Allah’dır!

Mahmut AKYOL

 

 

 

 

 

 

 

Yer işareti koy permalink.

Yoruma kapalı.