FATIR SURESİNİN 18-19-20-21-22-23 VE 24 AYETLERİYLE GÜNÜ OKUMAK

logo5

FATIR SURESİNİN 18-19-20-21-22-23 VE 24 AYETLERİYLE GÜNÜ OKUMAK  

Hz. Muhammed bizzat “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.” Dedi.

Onun peşinden gittiğini sananlar, Allah’ın kulu ve Nebisi Hz. Muhammed’in niçin geldiğini bilmediler. O, iyilik, güzellik, doğruluk, hak ve adalet ateşini tutuşturmak için gönderildi de,  Onu körü körüne takip edenler, resulün ateşini söndürmeye çalıştılar!

Şimdi Müslümanlar, yeryüzünde muhakkak olması gereken Hz. Muhammedin, cismiyle göğe çekildiğine inanılan (!) İsa Nebi gibi, doğum günü kutluyor!

Bir yandan Allah’ın Nebisi bizim en büyük rehberimizdir diyorlar, diğer yandan rehber yeryüzünde olur ilkesini unutuyorlar. Yani bulutların üzerinde dolaşan bir peygamberin rehber olamayacağını bilmiyorlar.

Allah’ın Nebisini bulutların üzerine çıkaracak kadar kutsayan Müslümanlar mahir bir iş yapıyorlar. Aslında yaptıkları iş, kendilerinden uzaklaştırmaktır.

Ne kadar mükemmel iş yaparsak yapalım, Allah’ın Nebisini aşamayız…

Bu hüküm doğrudur!  

Yalnız bu hedefe ulaşmak için çaba gösterilmeli, onunla aynı havayı teneffüs etmelidir.

Allah’ın Nebisi Kur’an’ı Kerimde O, yaşayan Kur’an’dır denilmiştir. Yine Allah; Hz. Muhammed için şöyle demiştir:

Şüphesiz sen yüce bir ahlak üzeresin.” (Kalem Suresi 4)

Hz. Muhammed İslam’ı insanlığı karanlıktan aydınlığa kendi çağına, mekânına ve zamanına taşıyan, yaşayan ve yaşatandır…

Bu hüküm doğrudur!  

Resulüm biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya Suresi 107)

Salat ve İbadet, ateşe odun atmak gibidir. Ateşin sönmemesi için ateşe odun atmak ne ise, “Salat ve İbadet” de onun gibidir. Ama iman ateşini harlayacak Müslümanın ne Salatı ve ne de İbadeti vardır…

Gelelim mevzuya…

Kur’an’ın hedef kitlesi inanan insanlar, geniş manada da tüm insanlıktır. Kur’an’ı biz akıl oranında anlayabiliriz. Mükâfatımız da bu oranda olacaktır. Kur’an, metni tektir, meali sonsuzdur. İnsanın sorumluluğu da aklı nispetindedir…

18- “Kimse kimsenin yükünü çekecek değildir. Yükü çok olan, onu başkasına yüklemek istese de yakını bile olsa sorumluluğu başkasına yüklenmeyecektir. Şu halde ancak görmedikleri halde Rablerine karşı içlerinde korku ve titremesi olanları ve namazı canı gönülden kılanları uyandırabilirsin. Arınıp temizlenen sadece kendisi için arınıp temizlenmiş olur. Dönüş Allah’adır.” (Fatır Suresi)

Demek ki Âdem’in cennetten işlediği suç sebebiyle yeryüzüne sürgüne gönderildiği, bütün insanlığın bu ilk günahın cezasını çektiği, İsa’nın tüm insanlığın günahına kefaret olsun diye kendisini feda ettiği vs. inançları birer hurafedir.

Kur’an ısrarla suç ve günahın şahsiliğini vurgular. Kimse kimsenin yükünü çekmeyecektir. Herkes kendi yükünün hesabı verecektir. Bu ilke de gösteriyor ki, din adamları, azizler, veliler, hatta peygamberler bile çaresizdir.

19- “Ne kör ile gören.”

20- “Ne karanlıklar ile aydınlık.”

21- “Ne gölge ile sıcaklık.”

22- “Ne de diriler ile ölüler bir olmaz. Allah, layık gördüğüne işittirir; bundan hiç şüphen olmasın. Yoksa sen kabirdekilere duyuramazsın.”

Dikkat edilirse bir önceki “bireysel sorumluluk” anlayışından hemen sonra görmeye, aydınlığa, sıcaklığa ve yaşayana vurgu yapılıyor. Bunların körlükle, karanlıkla gölgeyle, ölmüşlerle bir olamayacağının altı çiziliyor. Bu ne demektir? Öyle görülüyor ki bu Allah’ın “Hayy” sıfatının tecelli ettiği varlık mertebelerinin esas alınması çağrısıdır. Çünkü ”yaşayan canlılık” ve ”sürekli yeniden yaratma” oralarda tecelli etmektedir.

Demek ki Müslüman o tek kişilik varlığı ile öne çıkmalıdır. Sorumluluğunu kuşanmalı ve kişisel aydınlanmasını gerçekleştirerek körü körüne taklitten bir an önce kurtulmalıdır. Ay gibi başkasının gölgesinde yaşayıp duracağına güneş gibi parlamalı, etrafını aydınlatmalıdır. Kimsenin ömür boyu gölgesinde yaşayıp durmamalıdır. Zamanı geldiğinde kendisi de bir güneş olmalı ve sorumluluğuna kuşanarak kendi ayakları üzerinde yürümesini bilmelidir. Bütün eğitim ocaklarının, bütün cemaat oluşumlarının, bütün toplumsal yaşamların nihai amacı böylesi insanlar yetiştirmek olmalıdır…

Demek ki kendi gözünü, kendi kulağını, kendi kalbini bizzat kendisi kullanan, bunları başkasına kiraya vermeyen, aydınlık yüzlü güneş karakterli, hayat dolu insanlar Kur’an’ın öngördüğü insan tipi olmaktadır.

Görmek için yaratılmış gözü körelmiş, duymak için yaratılmış kulağı sağırlaşmış, sızlamak için yaratılmış vicdanı kurumuş, sevmek için yaratılmış kalbi bomboş, hep başkasının gölgesine sığınan, karanlıkta el yordamıyla yolunu bulmaya çalışan, yaşayandan değil ölmüşten medet uman insanlar Kur’an’ın görmek bile istemediği tipler olmaktadır…

Şu bir gerçek ki nicedir İslam dünyası yaşayanları bırakmış ölmüşlerden medet umuyor. Bin yıldır neden yeni bir Ebu Hanife, Gazali, İbni Rüşd çıkmıyor? Beş yüz yıldır neden yeni bir Süleyman Çelebi çıkıp mevlid yazmıyor da hep onun yazdığı okunup duruyor?

Onlar kendi zamanlarında sorumluluklarını kuşanmışlar ve çağlarına tanıklık etmişler. Yaşayan, diri bir performans ortaya koymuşlar. Kur’an ”yaşayanla ölmüş bir olmaz” diyor.

Biz ölmüşü yaşayanla bırakın bir tutmayı üstün görüyoruz. Bin sene önce ölmüş olanlara fetva soruyoruz.

Halbuki ölen ölmüştür. Onlar öldükten sonra yaptıklarıyla, yazdıklarıyla artık sonrakiler için sadece birer zenginliktir.

Eğer bugün bir Ebu Hanife, bir Gazali, bir İbn Rüşd yaşayacaksa, bugünün, bu çağın âliminin zihninde yeniden yorumlanarak ancak yaşayabilir. Ölmüşe değil yaşayana soru sorulur. Ölmüşten değil yaşayandan fetva istenir. Bu nedenle ölmüş âlim taklit edilemez.

23- “Sen sadece bir uyarmaya çağıransın!”

Kur’an lisanında inzâr üç şeyi ifade eder.

  • Mevt(ölüm)
  • Afet(deprem, sel, tufan, çöl fırtınası, volkanik patlama, yıldırım vs)
  • Kıyamet 

O günler gelmeden evvel gaflet uykularından uyanın, kendinize gelin aksi halde tövbe etmeye vakit bile olmayabilir denmek istenir.

24- “Biz seni hem müjdeler veresin, hem de uyarmaya çağırasın diye gerçeğin ta kendisi ile gönderdik. Hiçbir toplum yoktur ki içlerinden kendilerini uyarmaya çalışan birisi gelip geçmemiş olsun.”

Demek ki bütün ümmetlere, milletlere, topluluklara, içlerinden uyarmaya çağıran birisi gelmiştir. Bu nedenle peygamberliği Yahudi kültüründeki gibi sadece bir ırka, bir sınıfa, bir bölgeye, bir çağa ait görmemek gerekir.

Çin’den Kızılderililere, Afrika’dan Asya’ya, Rusya’dan Hindistan’a dünya uyarıcılarla, uyanışa çağıranlarla doludur.

Bunların hepsi en geniş anlamıyla ”Risalet” kavramının içine girer ve bir yerinde durur. Çünkü Allah yaratmadan yorulmadığı gibi peygamber göndermekten, uyanış başlatmaktan da yorulmuş emekliye ayrılmış değildir.

Allah, insanlıkla, hayat ve tabiatla dinamik bir ilişki içindedir ve tarih boyunca kıyamete kadar “yürür”. Bu sebeple Allah, hiçbir şeyi “başıboş bırakmış” değildir.

İşte Hz. Muhammedin doğum gününü bu anlamda kutlamak gerekir…

Rabbime emanetsiniz…

Mahmut AKYOL

 

 

Yer işareti koy permalink.

Yoruma kapalı.