KÜRTSÜZ, ALEVİSİZ VE İSLAMSIZ BİR TÜRKİYE DÜŞÜNÜLEMEZ!

logo5

KÜRTSÜZ, ALEVİSİZ VE İSLAMSIZ BİR TÜRKİYE DÜŞÜNÜLEMEZ!

Eğer Allah’ın ebedi mesajını yaşayacak okursak, kendimizi adalet, özgürlük, sevgi, merhamet, doğruluk içinde buluruz. Yine Allah’ın mesajını yaşayacak okursak, kendimizi her tür baskı, zulm ve zorbanın karşısında buluruz.

Siyasal Sistemimizin önünde aşılması zor meseleler duruyor. Bu meselelerin başında Türk-Kürt, Alevi-Sünni, Laik-Anti Laik, Asker-Sivil vs. gelir.

Kürtsüz ve Alevisiz bir Osmanlı, bir Çanakkale, bir İstiklal Mücadelesi nasıl düşünülemezse, Bunlar olmadan bir Türkiye’de düşünülemez! Hoca Ahmet Yesevi’den bu yana, Türkmen ve Kürt gerçeği inkâr edilemez bir gerçektir.

Eğer Allah layık görseydi, bütün insanları tek bir ümmet yapardı. Fakat yapmadı. Çünkü Allah, çok şeyi görmezden gelen ve kendini bir şey zanneden insanları birbirinden ayırt edeceği bir günü (Ahiret Günü)  mutlaka yaratacak ve o gün bu insanları (kibir, hırs ve hasedinden…) hesaba çekecektir.

Ahiret Günü İnsanlık tarih, tabiat ve hayat üzerinden yürüyecektir. Bu yürüyüş sırasında insanoğlu hayatı boşuna geçirmemelidir. Varoluşunun sancılarını çekmeli, vicdanının sesini dinlemeli, Allah’ın verdiği nimetler üzerinde düşünmeli, nimetlerini “temerküz” etmemelidir.  Ölü toprağını üzerine atarcasına bencil olmamalı, kendini ayağa kaldıracak Allah’ın ebedi mesajını yaşamaya çalışmalıdır. Yoksa şeytanın, düşmanın gönüllü askeri olmaktan asla kurtulamaz!

Bu girişten sonra bir konuya bir paragraf açalım.

Müslüman odur ki, İslam Dininin iç içe geçmiş meseleleri üzerinde zaman harcamaz. Mesela “Kaza ve Kader” meselesi gibi… İnkârı küfürdür, fakat imanın olmazsa olmazı değildir. Şart değil, bir gerektir.

Kaza ve Kaderle uğraşmak esas itibariyle, “iktidar uğruna yapılan işleri meşrulaştırmak veya insanın kendi akılsızlığına zemin hazırlamaktır.” Nitekim öyle de olmuştur.

İslam “Kelam” tarihinde İmam Maturidi’den sonra ekol içinde ikinci adam durumda olan kişi, Ebu Muin en-Nesefi ’dir. “Tabsıratu’l-Edille” de:

“…inançlara gelince, din âlimlerine göre bunlar beş esasa ayrılır; Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve ahiret gününe iman. İbadetler de onlara göre beşe ayrılmış olur. Salât, savm, hacc, zekât ve cihad…” Demiştir.

Müslümanlara kolaylık olsun diye beş şart şeklinde söylenmiştir. Aslında Allah’ın bütün emirleri İslam’ın şartı, yasakları da uzak durulması gerekenleridir.

İkinci başlık:

Türkiye’de yıllarca yok sayılan, yeni yeni görülmeye başlayan, en ciddi meselelerinden biride Aleviliktir.

Alevilik iki anlama geliyor.

  • Bunlardan birisi Alev’e mensup olanlar. Eski Şaman kültürü ile Anadolu kültürü ve İslam kültürünün birbirine karışarak oluştuğu bir anlayıştır. Alev’e mensup olanlar ise dinler tarihinin bir parçasıdır. İslamiyet ile bir alakası yoktur.
  • İkincisi de Ali’ye mensup olanlardır. Bunlar İslam’ın bir parçası olanladır.

Bu bakımdan kendilerini İslam’ın dışında tutan Alevi çocukların zorunlu olarak Sünniliği öğretmek doğru değildir. Bir kere her hangi bir devletin, her hangi bir inanca müdahale etmesi doğru değildir.

Devletin işi caminin, cemevinin, kilisenin ve havranın güvenliğini sağlamaktır.”

Anayasa’da yazılı olmasa da Türkiye Cumhuriyeti’nin bir dini vardır. Devlet halkını ona uydurmaktadır. Altını çizmemiz gereken şu ki, Türkiye kendince “Diyanet Dini” dediğimiz bir dini inancı sürdürüyor!

Eğer siz cemevi ibadethane değildir derseniz yanlış yapmış olursunuz. Cemevinde ki ibadetler kendi ibadethanenize uymadığı için onu yok sayamazsınız.

Bu meseleyi devleti dışlamadan aydınlar ele almalıdır.

Son bahis:

İbadet; iş ve değer üretmektir. Türkiye’de unutulan bu kavramın içi boştur. İbadet denilince sadece “nüsuk” akla gelmektedir. Kur’an’da nüsuk diye bir kavram vardır ve bunu Müslüman yeterince bilmiyor.

Nüsuk; “yapılacak ibadete giriş anlamına gelir.” Bugün camiler ve Cem evlerinde yapılanlar ritüellerdir. (tekrarlanan hareketlerdir.)

İbadet ise insan davranışları ile ilgilidir. İbadet sizinle, benim aramda bir davranışın adıdır. İşte bu davranışı yerine getirmek amacıyla iş ve değer üretmemiz lazım.

Allah Resulü der ki, “sizin en hayırlınız insanlara en çok faydalı olanınızdır.” Güzel ahlakta bir ibadettir.

Ancak Namaz bir nüsuktur. Nüsuk, tekrarlanan harekettir.

Bütün dinlerde “ritüel”, “sembol” vardır. Nüsuklar “imgeler” , “simgeler” üzerinden akarlar.

Bir Nüsuku, bir hareketi sembolik olarak yerine getirirsiniz ama onun da belli bir anlamı vardır. Mesela bu hacda daha çok görülür.

Hacda ne vardır? Bir ev vardır, evin etrafında yedi defa dönersiniz. Saf ile Merve arasında gidip gelirsiniz. Bir direk vardır, insanlar oraya gidip şeytan taşlarlar. Elbiselerini çıkarıp ihrama girerler, Arafat’ta beklerler. Bunların hepsi semboldür.

Nihayetinde oralar Allah’ın dağı taşıdır. Mekke olmasından dolayı bir kutsallığı yoktur. Orada verilen mücadelelerden dolayı, oradaki anılardan dolayı Müslümanlar oraya değer verirler.

Demek ki Hac da bir nüsuktur. Oruç ta ibadet değil, nüsuktur.

Yukarıda da değindiğim gibi “bunların hepsi ibadete giriştir.” Yani bir Müslüman camiden çıktıktan sonra ve Hacdan döndükten sonra ibadete başlar.

Mesela camide secde veya rükû edilir, ikisi de eğilmektir. Bu bir hareket ve nüsuktur. Bu hareketin kimseye bir faydası olmadığı gibi kimseye de bir zararı yoktur. Bunları Allah önünde yapmanızdan Allah, zevk alıyor değil. Biz onu kendimiz için yaparız.

Şimdi bu nüsuk işlerini bitirip camiden çıkan bir Müslüman, şunu öğrenmiş olarak çıkmış olursunuz. Allah’dan başka kimsenin önünde eğilme, kibirlenme! İşte bu davranış ibadettir! Demek ki rükû işin ritüeli, kimsenin önünde eğilmemek ise işin ibadeti oluyor. Secde işin ritüeli, insanın mütevazı olması ibadeti…

Ramazanın ritüeli, otuz gün aç kalmaktır.  Ramazan bittikten sonra yeryüzünde ki açları bulmak, onları açlıktan kurtarmaya çalışmak ibadet olur.

Hacda Kabe’nin etrafında dönmek işin ritüel kısmı, döndüğünüzde aile değerlerine, komşuluk ilişkilerine değer vermek ve yüceltmek ibadettir. Kâbe aynı zamanda Allah’ın evidir. Onun etrafında dönmek işin ritüel kısmı, Allah’a ait her şeyi, Onun yarattığı suyu, toprağı, hayvanı ve her canlıyı yüceltmek işin ibadet kısmı oluyor. Sonuç olarak ibadet bunları yaptıktan sonra başlıyor diyebiliriz.

Demek ki cami ve cemevi ibadethane değildir. Salatgâh, salât edilen yer demektir. “Salât ise destek olmak, yardımlaşmak ve dayanışma anlamına geliyor.”

Bunu için Salâtı sırf namaz kılmak olarak anlamamalıdır… Kur’an’da yüz otuz yerde “salât” kavramı geçer. Bunun yüz yirmiye yakını yardımlaşma ve dayanışma demektir. Geri kalan on kadarı ise Allah’tan destek istemek yani namaz kılmak anlamına gelir.

Salat’ın yardımlaşma ve dayanışma yönü tamamen unutulmuştur. Bunun yerine sadece namaz kılmak anlamı kalmış. Camiye gittiğiniz zaman namaz kılmak dışında başka bir şey yapılmıyor. Camiler, devletin halkı bir arada tutmak ve itaat ettirmek için açtığı tapınaklardır.

Özetle, ibadet hayatın içinde yapılır. Cemevi, cami, kilise ve havra toplanma yerleri demektir. Buralarda Nüsuklar yapılır.

İnsanların ibadet tanımları ve anlayışları kendilerine bırakılması gerekir.

Devletin bu hususta resmi olarak ibadet tanımlaması olmasa gerekir. Eğer ibadeti tanımladığınızda elinizde kamu gücü varsa veya jandarma, polis, mahkeme sizin elinizde ise o zaman bu tehlikelidir.

Mahmut AKYOL

(Devam edecek)

 

 

 

 

Yer işareti koy permalink.

Yoruma kapalı.