MÜSLÜMAN-MÜNAFIK ve MÜ’MİN

logo5

MÜSLÜMAN-MÜNAFIK ve MÜ’MİN

“Ey göklerin ve yerin Rabbi! Bize bilgi ve gerçeği öğret ve bize yardım et! Ve muhakkak ki senin lânetin zalimlerin üzerinedir!”

Dünya, canlıların hayat bulduğu mekândır.

Her insan bir âdemdir ve her âdem dünyaya yeniden doğan iradi bir varlıktır. İlk âdemle anlatılmak istenen neyse, son doğacak insanla da aynı şey anlatılacaktır. Bu da bize hayatın karmaşık bir yapı değil, kurgulanmış bir yapı olduğunu gösterir.

Aslında hayat, tekrardan ibaret olmakla birlikte, kendiliğinden olan bir şey değildir.

İnsanoğluna verilmiş en büyük nimet “zamandır”.  Taksimi Allah’a aittir. Allah tek güç ve otoritedir.

Allah yarattığı her canlı için yerden fazladan bir nebat bitirirken, gökten fazladan bir damla su indirir. Fakat kibir, hırs ve haset duyguları, Kapitalist yapıyı büyütmekte, üretim kaynaklarını tekelleştirmekte, paylaşım alanlarını daraltmakta ve hayatı yaşanmaz kılmaktadır.

Dünyada bitkiler ve eşya belli kanunlara, hayvanlar içgüdüsel varoluşa, insanlarda iradi bir yola tabidir. Bu sebeple Allah, insana fille birlikte güç vermekte ancak “özgürlük ve tercihlerine” karışmamaktadır.

Çoğu zaman dünyada nicelik ve sayısal çoğunluk insanı aldatmaktadır. Hakikati savunmak hep küçük guruplara kalırken, büyük guruplar daima kervanın peşinden koşmuştur. Son güne kadar bu iş böyle sürecektir. Eğer insan özgürlüğünü ve tercihlerini kalite, akıl ve vahiyden yana kullanırsa ziyan etmemiş olacaktır.

Yine bilinsin ki, coğrafya kaderdir. Tarih ve sosyoloji yaşanılan ortamı daha anlaşılır kılacak bilgi kaynaklarıdır.

Alevilikte önemli olan Kâbe değil, insan gönlüdür. Yine önemli olan namaz kılmak değil, insan gönlü kazanmaktır. “Bir kez gönül kırdın ise bu kıldığın namaz, namaz değildir” denir.

Evet, günümüzde insanlık özgür tercihlerini kaliteden, akıl ve vahiyden yana kullanmaya muhtaç olduğu kadar kalp, gönül ve ruh sevgisine de muhtaçtır.

Başkasının önünde eğilen, kibirli olan, yalan söyleyen, muhteris, komşusu açken tok yatan, sevgisiz, merhametsiz, şefkatsiz olan bir Müslümanı din nasıl Müslüman olarak görür? Buna rağmen dinler, kitleleri Ritüellerin sosyolojisiyle sürüklemişlerdir…

Sünnilikte asıl olan devlet ve imparatorluk olduğu için dirlik ve düzene önem vermiştir. Namaza ve hacca aşırı derecede önem bundandır. Çünkü bunların taşıyıcı, toplayıcı ve sürükleyici gücü vardır.

Sünnilik bu ritüelleri fiziken yapayım derken ruhlarını ihmal etmiştir. Alevilikte de ritüeller fizikende buhar olmuştur…

Alevilik, dini zihniyet itibariyle kendini çek etmelidir. Sadece Sünnileri Yezidî olarak görmekten kurtulmalıdır.

Allah’ın sevgilisi der ki “Kim bir kimsenin önünde sırf zengin olduğu için eğilirse, dinin yarısı gider geri kalan yarısı da Allah’tan korksun“.

Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni kadroları Sünniliği, ritüelleri biraz daha arka plana itince, ritüelleri yok diyen bir anlayışa doğru kayınca, Alevilikte ister istemez devlete sığınmıştır. Aslında bu kurtarıcı anlayış Aleviliği bir yalnızlığa itmiştir.

Mesela bir yönetici Sünniliği kayırıp Aleviliği dışlayamaz. Dolayısıyla devlet eşit şekilde herkesin hizmetkârıdır. Sonuçta herkes maaşını devletten alır, vergilerini devlete verir.

Devlet; millet aklının ortak ürünüdür ve kimsenin tekelinde değildir!

Osmanlı Devleti içinden değil, dışarıdan gelen bir işgal sonucu yıkıldı. Yıkan yamyamların başında İngiltere gelmektedir. İngiliz devleti yıkmak için her defasında bir manivela bulmuştur.

Anarşi ve terör toplumlarda ki cehalet ortamlarından doğar. Cahil kalmış ve cahil bırakılmış milletler bu hayatı “kader” saydıkları müddetçe, anarşi ve terör tedavülden hiç kalkmayacaktır. Çünkü bu yapı, insanlıktan çıkmış yamyamlara geçim kaynağıdır.

Batı kültürünün etkisi altında kalan aydın, siyaset ve bürokrasi kesimi (Masonluk), ülkede kol gezdiği sürece, anarşi ve terör bitmeyecektir…

Aslında hepimiz aynı geminin içindeyiz. Fakat birileri birilerini ötekileştirdiği sürece, bindiğimiz gemi delinecek ve batacaktır…

Adalet, emanet, ehliyet, meşveret, maslahat” değerleri insanı adalet devletine götürür.

Eğer bir ülkede dirlik ve düzenlik sağlanmak isteniyorsa, bu siyasi değerlerden vazgeçilmemelidir. Ancak yöneticiler bu siyasi değerlerin, toplum üzerinde egemenlik kurmasına engel olmuşlardır. Bunu da “Dış Güçlerin” siyasi maske teşkilatı “Masonlukla” yapmışlardır.  

İçi boş değerlerle Müslümanlar uyutulmuştur.

Yeryüzünün en gerçekçi, en hakka, en hukuka, adalete riayet eden insanların başında Müslümanlar gelmesi gerekirken, yazık ki; yeryüzünün bu gerçeklerinden kopmuşlardır.

Ne tuhaf değil mi?

Bir yandan Kur’an’ın Allah’tan geldiğine inanacak, Müslüman olduğunu söyleyecek, diğer yandan dinin direği olan “doğruluk, dürüstlük, hak, adalet, ahlak, iyilik, güzellik, söz, vefa, sadakatten” uzaklaşacaksın.

Ne tuhaf değil mi?

Bu sebepledir ki, Müslümanlar iflah olmuyorlar!

İnsan dünyaya sahip olmak için değil, şahit olmak için gönderilmişti. İş tersine döndü…

İnsanın en büyük düşmanı kendi kötülükleridir. Bu kötülüklerin sembolik adı “şeytan” dır. Dünyada ateşkes yapılamayan tek varlık odur. Su uyur, düşman uyumaz sözü budur.

İslam, üç eksene dayanır. “adalet, mülkiyet ve velayet”.

Adalet, toplumdaki eşitsizliklerle ilgilenir. Mülkiyet, servetin kazanımı, dolaşımı, paylaşımıdır. Velayet ise dost-düşman idrakiyle alakalıdır.

Dinin bunlar hakkında bir şey demesi lazım. Demiyorsa o din ölüdür.

Mesela Irak’ı işgal edip, iki yüz bin kadına tecavüz edip, binlerce insanı öldüren ABD ve müttefik güçleri acaba bizim dostumuz mudur?

Türkiye Cumhuriyeti’nin din görüşü yanlış kurgulanmıştır. Türkiye’de Din denilince akla cenaze namazı, ölüler ve Kandil Gecesi geliyor. Çünkü Din, vicdan işidir deyip işin içinden çıkılmıştır. Bu tanım, Fransız Devrimi’nin yaptığı Hristiyanlığa karşı yapılan bir aydınlanma tanımıdır. Çünkü kilise Avrupa’yı mahvetmiştir. Bundan kurtulmak için dini, vicdanlara hapsetmek gerekir.

Halbuki İslam’da Din, vicdanla başlayan bir iştir. Eğer dine vicdan işi derseniz, yukarıda bahsettiğim üç ekseni hayatınızdan dışlamış oluruz…

Mesela Osmanlı Batıcı aydınları, düşmanın yapamadıklarını yapmış, Türk Milletini Batının peşine takmışlardır!

Allah’ın Resulü dedi ki “Kişinin namazına, üzerindeki hırkasına, alnındaki secde izine bakmayın. Onun dinar ve dirhem ile olan arkadaşlığına bakın!

Yani para, servet, güç ve iktidar insanı sürekli olarak doğru yoldan çıkartmıştır.

Şeriati’nin dediği gibi “din, bir protestodur. Ruhsuz koşullara ruhtur. Kalpsiz dünyanın kalbidir. Mazlum insanların içli çığlığıdır. Ve din halkların afyonudur.” Yani dinin iki yüzünün olduğunu söylemiştir. Afyon yüzü, vicdan yüzü…

Yani din gücün veya servetin eline geçtiği zaman din halkı uyuşturur.

Tarih Allahsızlar la, Allah’a inananların arasındaki mücadele değildir.

Zulüm ile adaletin mücadelesi, ezilen ile ezenin mücadelesidir.

Sözün özü başlıkta dır.

Kimin münafık kimin mümin olduğunu nasıl anlayacağız?

İslam, Kur’an’ın içinde  bir üst kimliktir. Müslüman kelimesi içinde iki kavram daha barındırır. Biri münafık, diğeri mümin. Kur’an ikisine de Müslüman diyor. Münafık dıştan teslim olan, mümin ise içten teslim olana denir.

Bunun için bir test lazım. O da “infak ve cihaddır”. Birincisi maldan vermek, diğeri de canı ile Cihad etmektir.

Eğer malından vermiyor, canından Cihad etmiyorsa o adam münafıktır. Malını ortaya koyuyor ve canı ile de  Cihad ediyorsa o kişi mümindir.

Bir Müslüman hem cimri ve hem de korkak olsa, bil ki o kişi münafıktır. Nerede cesur ve cömert bir Müslüman görürseniz bilin ki o kişi mümindir.

Mahmut AKYOL

Yer işareti koy permalink.

Yoruma kapalı.