İNANMAK, GÜVENMEK VE ORUÇ TUTMAK

logo5

İNANMAK, GÜVENMEK VE ORUÇ TUTMAK

Söylediklerim mutlak doğru değildir. Mutlak doğru Allah’ın şanına yakışır.

Amacım, doğru yaklaşımlarla zamanın sözünü söylemeye çalışmaktan ibarettir.

Âlicenap arkadaşlar bu yazı, bir önceki yazının tamamlayıcısıdır.

Allah, göndermiş olduğu kitaplarıyla insanlara nelere ve nasıl inanılması gerektiğini bildirmiştir.

Bir bakıma İslam, “şiarlar” dinidir.

Kur’an’da hangi konu ele alınmışsa, sonu mutlaka; ”Allah büyüktür, Allah azizdir, Ondan başka ilah yoktur, görendir, işitendir” vs. tekrarlarla bağlanmıştır.

Bahusus, Kur’an’ı anlayarak okumak bir mücadele biçimidir.

Kuran-ı idrak ederek okumak, bir zaferdir.

Kur’an’ı anlamadan okumak ise, ölü toprağına su serpmek gibidir.

Kur’an, inananlar için şifadır.

İnanmayanlar için ise Kur’an, içinden çıkılmaz, gereksiz ve lüzumsuz bir kitaptır.

Görünmez bir güç olan Allah’a inanmak ve güvenmek “iman”dır.

Allah “Anlaşmalarınızı bozmayın” der.

Günümüz Müslümanlarının en büyük sorunu; “anlaşmalarını bozmalarıdır.” Anlaşmalarını bozana dinde münafık denilir.

Nisa Suresinin 131, 132, 133 ve 134 ayetleri peşi peşine okunduğu zaman, şu hakikatle karşılaşılır:

Ey iman edenler! İman edin!”

Yağmur, su, ateş, toprak, hayvanlar, insanlar, kuşlar, maden ocakları, bitkiler, ekinler, denizler, ırmaklar, ormanlar vs. hepsi Allah’ın mülkünden bir parçadır. Ey iman edenler! Sizde iman edin!

Yine insanlar için değer ifade eden tüm üretim araçları, rızık ve rızık kaynakları Onundur. O, dileyene verendir! O halde; Ey iman edenler! İman edin!

Demek ki iman etmek, “güvenmekle” başlıyor. Bu iman insanı, şu düşünceye götürüyor:

Göklerde, yerde ve ikisi arasında olan ne varsa hepsi Allah’a aittir. Allah’ım, “Senin her şeye gücün yeter, Sana güveniyorum” Sözünü söyletiyor insana…

Yağmuru yağdıran, nebatı bitiren, güneşi doğuran, gece ve gündüzü birbiri ardınca getiren, kışı yaza, yazı kışa çeviren, canlıları üreten, ekinleri bitiren, tüm rızık ve rızık kaynaklarını tükenmeden var oluşunu sağlayan Allah’ım; sen bütün noksanlıklardan berisin, Sana güveniyorum. Sözünü söyletiyor insana…

Allah’a ait olan doğada “ey insan” dengesizliğe yol açmayın, dünya malına meyletmeyin, toplayıp yığmayın, sonra şımarırsınız, eğlenceye ve zevke düşkün hale gelirsiniz…

Ey İman ettiğim ve güvendiğim Allah’ım; bizi bu sefil durumlara düşürme!

Halihazırda dini alanda cevaplanması gereken yığınla sorular vardır. Bunlardan biriside şudur:

Din bir yaşam mıdır, yoksa bir inanç mıdır?

Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana Müslümanlara din, Fransız tipi bir inanç ve ritüel olarak anlatılmıştır. Eğer din bu ise, “İnanç ve ritüel asla yargılanamaz, sorgulanamaz ve kimse zorlanamaz!” Durum bu iken Müslümanlar hep yargılandı, sorgulandı ve hep zorlandı…

Kaldı ki, aynı ülke toprakları üstünde yaşayan insanlar bir kader birliği içindedir. Kanunlar karşısında herkes eşittir. Cumhuriyet elitleri, kendilerine layık gördükleri hakları, özellikle Müslümanlara layık görmedi.

Müslümanlar Allah demenin, Kur’an okumanın yasaklandığı günler yaşadı…

Devlete karşı herkesin sorumlulukları vardır. Askere gitmek, vergi vermek gibi… Askere gitmeyen, vergi vermeyen, kanunları yok sayan birileri ortaya çıkması durumunda bunlar devlete isyan etmiş sayılır. Bugün bu konuda bazı kıpırdamalar, devlet otoritesini yok sayanlar görülmektedir.

Tarihte bu isyancılardan bu millet, çok çekmiştir…

Din, evrensel değerleri içine alan, kedine has ritüeli olan, cezası ve sevabı, bütün bunların değerlendirileceği bir ahiret gününü bünyesinde taşıyan bir yaşamdır.

İnsan bu yaşam içinde adil, eşit ve özgür kalmalıdır.

Gelin “oruç” bahsine yeniden dönelim:

Malınızın ihtiyaçtan fazlasını vermek için orucu ve zekâtı beklemeyin!

Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki Allah bilinciyle yaşarsınız.” Bakara/183

Bununla Allah ne demek istiyor, biz inananlar bu emri nasıl anlıyor?

Gelin hep beraber buna kafa yoralım…

Ey iman edenler, Ey Allah bilinciyle yaşamak isteyenler… Nefsinize hakim olmak, kendinizi tutmayı öğrenmek, açlığın ve yoksulluğun ne demek olduğunu idrak etmek istiyorsanız oruç tutun!

Genellikle insanların başını derde sokan akıl tutulmasına, vicdan paslanmasına, kalbin kararmasına neden olan şey:

Kişi durmadan dinlenmeden iki şeyini doyurmak için koşar durur. Açlığını ve cinsel şehvetini…

İnsan, “kendi kendine” bu ikisini kontrol altında tutabilmeyi öğrenmelidir. Aksi halde başı dertten kurtulamaz suç ve günah işlemekten kendini alamaz. Bunlar erdemli, dürüst ve karakteri sağlam kalmanın olmazsa olmaz şartlarıdır.

Diğer bir açıdan bakalım:

Fiziki dünya ile maneviyat bir madalyonun iki yüzü gibidir. Vahyin sunduğu gerçekler ile aklın sunduğu gerçekler birbiriyle uyum içinde olmalıdır.

İslam, hem aklın sorgulamasına açıktır, hem de aklın katkısını talep eder. Zaten Kur’an, akletmeyi önerir. Akıl ve vahiy iki rakip değil, hakikatin keşfine giden iki yoldur.

İslam, sömürü mekanizmasını kıran bir inanç ve yaşamdır. Eğer bir yerde sömürü varsa orada İslam yoktur.

Şu bir gerçek ki mazlum, yoksul, kimsesiz, arkasız, aç/tok milyarlarca insanın hamisi olan Allah acaba;“ açlık demek olan Oruçla” bu kimselere, bizim için dikkat çekiyor olmasın?

Bence, ilk insandan bu yana Allah, “tok” insanlara bu konuyu anlatmak istemiştir.

O zaman insanlar aç bırakılmamalı, “iftar ve sahur” sofraları açık tutulmalı, fakat iftar ve sahur sofraları gösterişe ve ziyafete boğulmamalıdır.

Unutulmasın ki, bugün açlık ve tokluk dengesizliği, yeryüzünü cehenneme çeviriyor.  Dünyayı yönetenler, kendi sosyal kıyametlerini hazırlıyor!

Aslında Allah’ın bizim oruç tutarak aç kalmamıza, ihtiyacı yoktur. Mülkünden tasarruf etmek gibi bir derdi yoktur. Bununla birlikte Allah, kulunun aç kalmasından, sıkıntı çekmesinden (haşa) zevk alıyor da değildir.

Niçin derseniz anlatayım:

Sevgi ve merhameti sonsuz olan Allah’ın yaratma kuvvet ve kudreti o kadar büyüktür ki, Onun yarattığı bir yıldızın ışığı, yaratıldığı andan beri dünyaya ulaşmış değildir. Bildiğiniz gibi ışık, saniyede üçyüz milyon km bir hızla gider.

Bu kudret karşısında düşünmek istemez misiniz?

Önce bilinmeli ki Oruç, vicdanlarda tutulursa, “Açlık günleri” daha iyi anlaşılır.

Bu gerçekleri keşfeden bir Müslüman, Orucun gereğini yapar ve açlarla buluşur. Açlarla buluşmak sadece Ramazan ayı ile sınırlı değildir. Açlık, insanlığın kadim bir sorundur.

Acaba orucun farz kılınması, bu kadim sorunun sürekliliği sebebiyle olmuş olmasın?

Bundan dolayıdır ki ey insan; “ruhaniyet ve maneviyat aç ve yoksul insanların yüzündedir” Dehr (İnsan) Suresi 8,9. ayetleri okunduğunda bu rahatlıkla görülür.

Eğer yeryüzünde Allah’ın yüzünü görmek istiyorsanız, açların ve yoksulların yüzüne ve haline bakın ve onların gülümsemesine yardım edin. Yok, eğer açlık günleri demek olan orucu, bugünkü gibi tutmaya devam ederseniz bilin ki; sesinizi yükseklere duyuramayacaksınız!

Hikmetine bakıldığında Oruç infak, paylaşmak, sabır, kavgasız geçen bir vakittir. Oruç tutmak, bütün ibadetler gibi bir bilinç işidir, bir irade eğitimidir.

İnfak, kişinin kendi zenginliğini paylaşıma açmasıdır. Sadaka verin. O bir yoksulun gönlünün almaktır. “İsâr” yapın, kendi nefsinize kardeşinizi tercih edin. Yoksa siz Oruç tutmakla, İslam’ın şartı yerine geldi mi zannediyorsunuz?

Oruç “kardeşliği ve eşitliği” sağlar ve “İslam, iyilikte sınır tanımaz!”

Hz. Peygamberin şu Sünnetine bakar mısınız?

O her kıldığı namazdan sonra cemaate döner, bir derdi olan var mı diye sorardı. Derdi olan söyler, bir şeyi olan olmayana verir, bölüşür, paylaşırdı. Böylece kardeşlik tesis edilir, Müslümanlar bir birleriyle kaynaşırdı.

Her Cuma günü Nahl suresi 90. Ayeti okunur hiç aklettiniz mi? Bu nedir?

Haberiniz olsun ki Allah adaleti, iyiliği, akrabaya ve yakınlara ikramı emreder; fuhşiyatı, kötülüğü ve azgınlığı yasaklar. O düşünesiniz diye size böyle öğüt veriyor.” Ashap, Cuma günü bir araya geldiklerinde sadece namaz kılıp dağılmazlardı. Olanlar olmayanlara verir, kardeşlik tesis ederlerdi.

Şimdi hani?

Mahmut AKYOL

Yer işareti koy permalink.

Yoruma kapalı.