DİNDAR OLMAK İÇİN ADALETLİ, TAKVALI VE KEREMLİ OLMAK LAZIMDIR…

logo5

DİNDAR OLMAK İÇİN ADALETLİ, TAKVALI VE KEREMLİ OLMAK LAZIMDIR…

Söze önce, ”Mülk Allah’ındır” diyerek başlamak lazımdır…

Hiç şüphesiz ki, ”Mülk Allah’ındır” demek lazımdır…

Vereninde, alanında Allah olduğunu unutmamak lazımdır…

Söz Allah’ın, Adalet Allah’ın, takvayı veren, insanı cömert kılan, kişiyi vicdanlı yapanın Allah olduğunu bilmek lazımdır…

Bu ölçüleri, dine koyan bizzat Allah’dır…

Kibir, hırs ve haset” şeytani duygulardır. Bu duyguların içini insan doldurur. Ve insan o andan itibaren şeytana dönüşür.

Eğer bir insana “dindar” diyorsanız, siz onun adil, takva sahibi ve cömert olduğunu söylemiş olursunuz. İyi Müslüman, kötü Müslüman tarifleri de aynen böyledir.

Eğer kişi, insanlarla olan davranışlarını bu ölçüler içinde tutuyorsa, benim için kişinin başka bir dinden olması mühim değildir. Benim için kişinin “er meydanında” ne yaptığı önemlidir…

Anlaşılması açısından Kur’an’da sıkça bahsedilen “Takva, Adalet ve Kerem” kavramları üzerinde çokça durulması gerekir…

TAKVA, aklınıza gelebilecek ne kadar şey varsa, onlara zarar vermekten sakınmaktır. Kişi yaptığı şeylerden dolayı Allah’ın öfkesini çekmekten, doğaya, çevreye, insanlığa, kurda/kuşa, cenine verilebilecek zarar ve ziyandan sakınmaktır.

İnanan kişi isterse bin kez Hacca varsın fark etmez, “Allah katında en keremliniz en takvalı olanınızdır.” (Hucurat; 13)

Hz. Resul buyurdu ki; “Sizin en takvalı olanınız, insanlara zarar vermekten sakınanızdır”.

Hz. Nebiye arkadaşları dediler ki:

Ey Allah’ın Elçisi verecek bir şeyimiz yok ki verelim, nasıl kerim olalım?”

Allah’ın Elçisi de:

Tebessüm de sadakadır” söyledi.

İşte üstünlük ve işte sakınmak budur.

Takvayı, Adaleti ve Cömertliği bu sözlerden daha güzel anlatan başka bir söz daha var mıdır bilmiyorum…

Ben, üstünlüğün ölçüsü olarak takvanın içinde ”kerem ve adalet” kavramını gördüm. Şerefli, Saygın, asil ve üstün olanların keremli ve adil insanlar olduğunu gördüm. Sizlerde aklederseniz, pekâlâ görürsünüz. Yani Cennetin kapısını cömertlerin açtığını görürsünüz.

Kur’an’ın varlık gerekçesi olan “Adalet”, “Takva” ve “Kerem” sahibi yapmak için Allah insanı hayatın merkezine almıştır. Yani insan, hayatta öznedir.

Bu sebeple cömertliği kendinden menkul elçiye:

Resul’ü Ekrem”,

Onun yaşadığı şehre:

Mekke’yi Mükerreme”,

Getirdiği kitaba da:

Kur’an’ı Kerim” denilmiştir.

Bunun nasıl olacağını, cömertliğin ve adaletin nasıl olması gerektiğini Hz. Resulü Ekrem, 23 yıl süren hayatında misallerle göstermiştir.

Salat ve Selam Ona olsun…

Benim dindarlıktan anladığım da budur.

Hz. Resul buyurdu ki:

“Eğer bir kişinin dindar olduğunu görmek isterseniz, onun “dinar ve dirhemi” eline geçirdiğinde, nasıl kullandığına bakın.”

Demek ki kişi hangi dinden olursa olun fark etmez, diğer insanlara karşı yaptığı davranışlarına bakın…

Kuran’ın Mekke’den itibaren kullandığı en esaslı kavramlardan biri de Karz-ı Hasen’dir.

Karz, kredi demek.

Karz-ı Hasen, görmediğimiz fakat varlığına inandığımız Allah’a karşılıksız kredi açmak, karşılıksız Allah’a borç vermek demektir.

Nifakla infak konusu, Medine döneminde ortaya çıkmıştır.

Kur’an’ın dilinden düşürmediği sözlerin başında “infak” konusu gelir. Yani Mekke döneminde münafık yok iken, Medine döneminde münafıklar, mantar gibi bitmiştir!

Dine özgü Nüsuklar, kişinin davranışlarını güzelleştirir.

Nüsuklar vakti, zamanı ve miktarı belli olan şeylerdir. Namaz kılmak, Oruç tutmak, Hacca gitmek gibi…

Esasında bu Nüsuklar, insanları bireysel ve toplumsal iyi, güzel ve doğru davranışlara hazırlar. Yani bu davranışlar “adalet, takva ve cömertliktir.”

Eğer insan/Müslüman bu istikamette adalet, takva ve cömertliğe ulaştıracak bir Nüsukla meşgul değilse, din adına yapılan şeyleri boştur!

Bir Müslüman hacca gitmek için önce ihrama girer. Bu eşitlenmek için ilk basamaktır. Orada siyah-beyaz, Doğulu-Batılı herkes bir evin etrafında “Tavaf” eder, eşitliğe alışır. Bir gölgesi olmayan bir tepebaşında insanlara mahşer provası yaptırılır. Şeytan taşlanarak Müslüman, içindeki kötülüklere nasıl karşı duracağını öğrenir. Özetle Hacc, Haccdan sonra başlar ve böyle devam eder!..

Oruç, bir ay boyunca size açlığı öğretir. Geri kalan 11 ay boyunca, açlarla hemhal olmanız istenir. Oruç, Ramazan Ayından sonra başlar ve böyle devam eder!..

Namaz, bir eşitlik eylemidir. Allah’ın kullarının bir tarağın dişleri gibi olması istenir.

Eğer eşitlik fikri kabul edilmez, “ben ayrı bir ırka, ayrı bir cinsiyete, ayrı bir milliyete, ayrı bir insanlık kumaşına sahibim der, diğer insanlardan kendini ayırırsa, bütün namazları (salat) kabul değildir. Çünkü salatın amacı, Müslümana eşitlik fikrini aşılamaktır!

Eğer kabul olan bir namaz arıyorsanız, içinde öksüz, yoksul, toplumun zayıf kesimler olmalı, Müslümana “Adalet, takva ve cömertlik” öğütlemeli, kibirden uzaklaşmayı, güzel ahlaka sahip olmayı sağlamalıdır. Yani “Kibir, hırs ve hasetten” uzak tutmalıdır…

Namaz, tamamen bir eşitlik eylemi ve fikridir. Müslüman, bu açıda kalarak hayatını sürdürmelidir!..

Eğer bir Müslüman bunları içselleştirmiş, Kur’an’ın ruhunu anlamış ve hayata döndürmüş ve ete kemiğe büründürmüşse, iyi bir Müslüman olmuş olur.

Böyle olmadığı takdirde, kuru kuruya bir dindarlık ortaya çıkar ki, şu anda ülkemizde ki anlaşılan dindarlık, ne yazık ki budur…

Şimdi insanların kahir ekseriyetine bakın, herkes kolaycılığa kaçıyor, herkes sorumluluktan kaçıyor!.. Kutsal addedilen kavramların altına siniyor!

Din adamları bir şeyi niçin kutsarlar?

Toplum üzerinde otorite kurmak, kendilerini tartışılmaz kılmak, aklı yok saymak için… Bu sebeple kutsalı çok olan toplumların totemi de (yasağı) çok olur.

Bugün hala “Kur’an” Müslümanlar arasında kutsal sayıldığı için yüksekten asılmış, dokunulmaz kılınmıştır…

Hâlbuki ne kadar Allah Kelamı varsa, (“Levh-i Mahfuzdan” gelen) bunlar tarihin belirli bir zaman ve mekânında yeryüzünün tozuna toprağına karışmıştır. Bu itibarla Kur’an’a ancak saygı duyulur. Kutsamaksa, Kur’an’ı hayatın dışına iter!

Hâlbuki Kur’an’a dokunmak, sayfalarını açmak, okumak, anlamaya çalışmak, ayetlerinin üzerinde tefekkür etmek, hayat yolculuğunda yoldaş yapmak, iyi günde/kötü günde, hazarda/seferde, savaşta/barışta, özelde/kamuda, yaşamın akan damarlarında dolaştırmak gerekir ki, ona saygı duymuş olasınız…

Abdestsizde olsanız bile elinize alın, korkmayın, çarpılmazsınız! Göreceksiniz ki Kur’an, toplumsal hastalıklara şifa olmuş, ruhları ısıtmış/ışıtmış, sıcaklığı ve kerim hali vicdanları diriltmiştir!

Kur’an’da ki “oku” sözü, Resul-i Ekrem’e herhangi bir metni yüzüne oku denmiyor. Çünkü bu sesleniş sıradan bir sesleniş değildir.

Bu okuma “Git insanları uyandır, onları Allah’ın mesajına çağır, İslam’ın mesajını insanlara taşı, sorumluluğu yüklen” şeklinde anlaşılmalıdır.

Senin Rabbin “Ekrem’dir.” Sözü ile Cenabı Allah kendisini, kullarına Kerim (cömert) olarak tanıtıyor. Resulüne Ekrem diyor. İnsanlığın da bu örneklerden ilham alarak “CÖMERT” olmaları isteniyor…

Yani insana denmek isteniyor ki:

Şerefli olmak Allah’ın kullarına bedavadan verdiği bir nimet değildir.

Eğer sizler de cömert olursanız, üretir, meydana getirir, yapar, benim size verdiğim gibi sizde ürettiklerinizden ihtiyaç sahiplerine verir, paylaşır ve bölüşürseniz, o zaman sizler de Ekrem (cömert), şerefli ve saygın olursunuz!”

Burada Rabbimiz görüldüğü gibi şerefi ve saygın olmayı bir bedele bağlıyor.

Bu bakımdan Allah bize, Kur’an-ı okurken “Kerim” bir gözle okumamızı istiyor. Zira bütün peygamberler kendilerine verilen kitaplarını hep böyle okumuşlar, ümmetlerine de böyle okumalarını tavsiye etmişlerdir.

Mahmut AKYOL

Yer işareti koy permalink.

Yoruma kapalı.