ÜMMETİN KIZIL ELMASI BARIŞ, ADALET VE GÜVENLİK YURDU DÂRU’S SELAMA HOŞGELDİNİZ…

logo5

ÜMMETİN KIZIL ELMASI BARIŞ, ADALET VE GÜVENLİK YURDU DÂRU’S SELAMA HOŞGELDİNİZ…

Allah (insanları) dâru’s-selâm’a çağırıyor. Allah kimi layık görürse onu doğruluk ve dürüstlük yolunda yürütür.” (Yunus Suresi 25 Ayet)

Klasik tefsirciler buna “cennet” dediler. Yani Cennet inananlar için öbür dünyada içinde ebedi kalacakları bir yurttur.

Halbuki Ayette geçen kısmıyla Dâru’s-selam (Siyasi Birliktelik) yani barış, esenlik, huzur, adalet, güvenlik yurdu bu dünyada yaşanmak için vardır. Allah doğruluk ve dürüstlük yolunda yürümek için kullarını “adalet ve barış yurdunu” bu dünyada kurmaya çağırmıştır!

Bu çerçevede “selâm” kavramı “esenlik, huzur, güvenlik, adalet, barış, sulh” gibi oldukça geniş bir anlam çerçevesine sahiptir.

Yani burada denmek istedi ki:

  • Kimse kimsenin hakkını yemesin!
  • Savaşlara, katliamlara, kıyımlara, işgallere sebep olmasın!
  • Baskı, zulüm ve zorbalığın ortağı olmasın!
  • Dinde sakın farklılığa sapılmasın!
  • Nimetlerinizi bölüşün, eşitlik, adalet, dürüstlükten, doğruluktan ayrılmayın!

Bu cümlelerin yaşam alanı bu dünyadır. Bu yaşam alanını Allah Peygamberleri vasıtasıyla vahiy etti.

  • Ey insanlar dünyada birbirinize örnek olun…
  • Bu örnekliğin bir kısmı taraftar bulmuş…
  • Bazıları itibar görmüş…
  • Bazıları da unutulup gitmiştir.
  • Allah unutulup giden kullarından eylemesin…

Vahyin sebebinin birisi de insanın vicdanıdır…

Hazreti Ömer’den başlayıp Aliya Izzetbegoviç’e kadar uzanıp gelen İslam’ın yenilikçi damarı bu yolu kullandılar. Bugün bu yola şiddetle ihtiyacımız vardır. Çünkü İslam’ın en dinamik, yapıcı ve inşacı damarı burada yatmaktadır.

Dâru’s-selam bir Kur’an kavramıdır. Yani bu Kur’an-ı Kerim’in, cennet idealidir.

  • Dâru’s-Selam, eşitliğin ve adaletin olmadığı bir yerde kurulamaz!
  • Zulmün, hırsızlığın, fitne ve fesadın olduğu yerde kurulamaz.
  • Tahakkümün, zorbalığın ve hegemonyanın olduğu bir yerde kurulamaz.

Çünkü eşitlik ve adalet, “sınırsız, sınıfsız, saldırısız, sömürüsüz ve savaşsız” bir hayat kurmanın adıdır.

Hali/hazırda yeryüzünde bu ideale en yakın olanlar, “Sosyal Adalete” en yakın olanlardır.

Esasında bu gayri insani ve gayri İslami canavarı üreten Batı olmuştur. Şimdi İslam, IŞİD sebebiyle insanlara ürkütücü geliyor. Batıda şu an bırakın “Şeriat” demeyi, Müslüman demek bile insanlara ürkütücüdür. Batı, ne kadar şeytani işler varsa, hepsinin faturasını İslam’a kesmek istiyor.

İslam, insanların zenginliğine karışmaz ama biri zengin iken diğerinin yoksul olmasını da istemez! Çünkü toplumdaki bütün sorunlar, insanların birinde olup diğerinde olmamasından kaynaklanıyor. Bu Da Dâru’s-Selam anlayışına ters bir durumdur.

Yani “Ümmet”, din birliği demek değil, dinler ve kabileler arası siyasi bir birlikteliktir.

Nitekim Hz. Peygamber Medine’ye geldiğinde, 18 kabileyi bir araya getirmişti.

Bunların içinde Yahudi ve Hıristiyan kabileler olduğu gibi, başkaları da vardı. İşte bu birlikteliğe “Ümmetin” birlikteliği denilmiştir. Medine sözleşmesinin birinci maddesi de böyle yazılmıştır. Demek ki ümmet sosyo-politik bir birlikteliktir.

Bu devasa coğrafyaya neresinden girerseniz aynı esenlik, barış ve adalet dileğiyle karşılaşırsınız:

“Dâru’s-Selâm’a hoş geldiniz…”

Burası, dinler tarihi açısından insanlığın dimağına kazınmış dinlerin rahmidir…

Burası, “millet” ve “ümmet” olarak kendimizi var kıldığımız, büyük bütünler ve asabiyetler oluşturduğumuz, ortak zaman, mekân, tarih, coğrafya, aidiyet, dil ve kültür evreni ile “biz” idraki yarattığımız kültürel coğrafyamızdır.

Daha dar çerçevede burası, “üç kıtada büyük hilal” hattıdır. Afrika, Avrupa ve Asya kıtalarını menteşe gibi birbirine bağlayan bu büyük hilal, Osmanlı’nın dağılma sürecinde düvel-i muazzama ile savaştığımız dokuz cepheyi birbirine bağlayan savunma hattımızdır.

Büyük hilal Avrupa kıtasına doğru açılmış olup hilalin bir ucu Kuzey Afrika’dan başlar, sırtını Asya’ya yaslar, diğer ucu Kafkaslar ve Balkanlar üzerinden Orta Avrupa’ya (Bosna) kadar iner. Bu hat bizi “millet” ve “ümmet” olarak tarih sahnesine çıkaran varoluş coğrafyamızdır. Evimiz, ocağımız, aidiyetimiz, asabiyemiz, büyük vatanımızdır. İnsanlığın ortak yürüyüşüne katıldığımız yerimiz, zamanı kuşandığımız mekanizmadır. “Millet” ve “ümmet” morfolojilerinin genetiğidir.

Anadolu bu büyük vatanın iç kalesidir. Dağılma sürecinde milletin Anadolu’ya çekilişi gerçekte toparlanmak içindi. Büyük vatanın iç kalesine geri çekilişti. Bu anlamda yurdumuz, İstiklal Marşı’nda geçtiği gibi üzerinde ebediyen ezan okunan her yerdir.

Gel gör ki:

  • Bu ortam, Salih’in devesi gibi sahipsiz yerde serilmiş yatıyor…
  • Halkları İbrahim’in kuşları gibi parça parça ayrı tepelerde…
  • Şehirleri boynuzdan taç takmış kralların egemenliği altında…
  • Yurtları Yecüc ve Me’cüc ordularının istilası altında…
  • Kalbura dönmüş bir dünya, delik deşik edilmiş bir coğrafya…
  • Evrensel Adalet ve Barış Yurdu manasında Dâru’s-Selâm…
  • Bu benim hayalim, siz başka bir şey diyebilirsiniz.
  • Ama unutmayalım ki hayal ile gerçek arasında daima ince bir zar vardır.

Vatanı başı küre-i arzın bir kıtasına yaslanmış, vucudu bir başka kıtasına sarılmış, ayakları diğer bir kıtasına uzanmış” şeklinde tarif eden Namık Kemal’in vefat ettiği yıllarda (1880), Dünya Siyonist Kongresi toplanma hazırlıkları yapıyordu. Bir türlü toplanamayan dünya Yahudi kongresi niyahet Namık Kemal’in bu sözleri söylediği yıllardan kısa bir süre sora (1898) toplandı.

Kongrenin sonuç bildirgesinde “arz-ı mukaddes” veya “İsrail” diye bir tabir geçmiyordu. Tehedor Herzl bu durumu şöyle açıklamaktaydı; “Beyler, dünyayı kendimize güldürmeyelim!

Hz. Peygamber, Hendek’te taşa vururken saçılan kıvılcımlara bakıp “Kisra’nın ve Bizans’ın hazinelerini görüyorum” diyerek çevresindekilere bu hedefi göstermemiş miydi?

Bölgeyi, binlerce yıldır süren İran-Roma rekabetinden kurtarıp evrensel adalet ve barış yurduna dönüştürme hedefi… Kur’an’ın Rum suresinin girişinde yine bu hedef gösterilmemiş miydi?

Bütün bunlar Daru’s-Selâm’ın binlerce yıldır bu coğrafyanın tabiri caizse büyük ülküsü ve kızıl elması olduğunu göstermiyor mu?

  • Şimdi hangi gerekçeyle bundan vazgeçilebilir?
  • Herkes birleşirken biz niye dağılıyoruz?
  • Dünyanın orta yerinde koskocaman bir boşluk, sahipsizlik, dağılmışlık neden var?
  • Kimdir bizi parça parça bölenler? Kimdir hayallerimizle bile alay edenler? Yıkalım şu duvarları! Önce hayallerimizde, zihinlerimizde yıkalım, arkası gelecektir.

Öyle gelecek ki, bir gün üç kıtanın hangi kapısından girseniz aynı levhayla karşılaşacaksınız:

Dâru’s-Selâmâ hoş geldiniz…

Göklerinde İbrahim’in kuşlarının uçtuğunu, bozkırlarında Süleyman’ın atlarının koştuğunu, vadilerinde Salih’in develerinin gezindiğini, nehir kenarlarında Hz. Ömer’in koyunlarının özgürce otlandığını göreceksiniz…

Şu gök kubbe bunu görecek, görmeli! Türkün, Kürdün, Arabın ve Acem’in görkemli geleceği buradadır. Ortak kaderi ve yeni uygarlığı buradadır. Haysiyeti, şerefi ve onuru buradadır!

Gerisi Amerikan dipçiğini öpmek, İngiliz postalı altında ezilmek, kendi doğduğu yere onların pasoportuyla girebilmek, zillet ve meskenet damgası yemek ve ayakaltında sürünmektir.

Bölünmek, parçalanmak ve yutulmaktır. Daha da bölünmek, daha da parçalanmak, daha da kolay lokma haline gelmektir…

Mahmut AKYOL 

 

 

Yer işareti koy permalink.

Yoruma kapalı.