ONUR VE İTİBARI ELDE ETMEK

logo5

ONUR VE İTİBARI ELDE ETMEK                                                                         

Sor: “Göklerde ve yerde ne varsa kimindir?” Cevap ver: “Sevgi ve merhameti kendine farz kılmış olan Allah’ındır.” (En’am; 6/12).

Rabbin isteseydi bütün insanlığı tek bir ümmet yapardı. Bu yüzden birbirlerine karşı çıkıp duracaklardır. Ancak Rabbinin sevgi ve merhameti ile bağışladığı kimse hariç; zaten onları da bunun için yarattı.” (Hud; 11/119)

Biz seni tüm insanlığa yalnızca sevgi ve merhamet için gönderdik.” (Enbiya; 21/107)

Bu ayetlerin birincisi; Yaratanın neyi temel amaç edindiğini,

Bu ayetlerin ikincisi; insanoğlunun ne amaçla yaratıldığını,

Bu ayetlerin üçüncüsü; peygamberlerin ne amaçla gönderildiğini açıklamak içindir.

Burada her üç ayette söylenen iki kelime dikkati çeker. “Sevgi ve Merhamet”!

İnsan her işe, sevgi ve merhamet ile başlamalıdır! Çünkü her buzu eriten sevgidir… Her katıyı yumuşatan merhamettir… Her kapıyı aralayan sevgidir… Her düşmanlığı yok eden merhamettir…

Fakat insanlık vicdanını bugün sevgi ve merhamete kapatmıştır! İnsanlık adeta çıldırmış derecede azmıştır! İnsanlık kibir, gurur, hırs ve haset küpüne düşmüş boğulmaktadır! Herkes birbirinin kurdu olmuş, doğayı kemirmektedir! İnsanoğlu bir kıymıkta olsa, Allah’ın mülkünden vermekte cimrileşmiştir!

Zenginlerin mallarında yoksulların Hakk’ı vardır’. (Mearic: 23)

Ama insanoğlu yarın ne olacağım endişesine kapılmış, helal-haram demeden biriktirmektedir. Sonra günü gelince küt diye ölüyor ve hiç birini de mezara götüremiyor. O biriktirdiği mallarda kine, nefrete, çatışmaya, çekişmeye yol açıyor.

Allah’a güvenmek, biriktirmeye manidir, yarın ne olacağım endişesi asla taşımaz…

Kur’an, insanın “Allah’a ve Ahiret gününe” saf bir iman içinde olduğunu söyler. Allah, dış dünyada görünen bir nesne değildir. Kıyamet de henüz kopmadı. Dolayısıyla her ikisi de bilginin konusu dışındadır. Allah’ı görüyormuşçasına (ihsan), kıyamete de sanki gidip gelmişçesine (yakın) iman edilmelidir.

İnsan ve Toplumun hayatı içinde; din ve adaletin, onur ve itibarın, mülkiyet, para, servet ve iktidarın oldukça önemli bir yeri vardır. Bu kavramlar insan hayatının yapı taşlarıdır. Taşlar yerinden oynadığında, insanda bozulur, toplumda bozulur, insan ve toplum itibarı yerle yeksan olur. İnsan insanlıktan çıkar, suç makinesine döner, keyfi olsa da bir canlıyı öldürmekten, açlığa terk etmekten haz alır.

Aslında dünyada insanın çabası, helal bir lokma ekmek yemek değil mi? Öyle de; esefle söylemeliyiz ki, Türkiye nüfusunun yarısından fazlası sayıları birkaç bini geçmeyen aile için çalışıyor, biz onlar için koştururken, onlar yan gelip yatıyor… Onlar kazanırken, çalışan bizler bir ömür boyu başımızı sokacak bir dam bile yapamıyoruz…

Hıristiyan menkıbe kitaplarında geçen şöyle bir rivayet vardır:

İsa’ya birisi gelir der ki; “Ben senin yoluna girmek istiyorum ne yapmam lazım?” O da der ki; “Üzerinde ne var ne yok hepsini sat, bir kesenin içerisine koy, ırmağa bırak geri gel.” Adam gider üzerinde ne var ne yok hepsini satar, bir keseye koyar, ırmağın kenarına oturur, ama içinden bir türlü keseyi ırmağa bırakmak gelmez. Der ki; “Bu bana böyle söyledi ama iyi gün var, kötü gün var, ben bunu bıraksam ne yapacağım?” Şüpheler içerisinde bunu düşünürken gözüne bir çalı ilişir ve “En iyisi bunu şu çalıya bağlayayım.” der. Döner gelir, bıraktığını söyler. İsa da gözlerinin içine bakar der ki; “Sende teslimiyet gösteren bir göz yok.” Ve adam gider bir daha da gelmez.

İtibar saygı görme, değerli ve güvenilir olmak olsa bile, gerçek anlamda; varlık içindeyken ona değer vermeden halkın içinde onun gibi yaşamaktır.

İtibar şan, şöhret, kariyer, konfor içinde kalarak yaşanmaz!

Yani Müslümanların güçlü ve itibarlı olması için, topyekûn olarak perişanlıktan kurtulmasıyla, fıtratına uygun yaşamasıyla, Müslümanın kaybolan itibarını geri getirmek, “ümmet” bilincini ayağa kaldırmasıyla mümkündür.

Ümmet; ekonomik ve siyasal bir yapının adıdır.

Demem o ki Ümmet Birliği, lafla kurulabilecek bir birlik değil, itibarı sağlam bir gücün çalışmalarıyla ortaya konacak bir birliktir.

Bu birlik bir zamanlar Medine’de kurulmuştur. Birliğin içinde Yahudiler, Hristiyanlar, Dürziler, Ateistler, Müşrikler vs vardır.

Birlik, “adalet, doğruluk, dürüstlük” esası üzerinde kurulmuştur.

Şimdi acaba bugün insan ilişkilerinde adalet, doğruluk, dürüstlük var mı? Olmasa bile Müslümanların mütevazı biçimde çalışması gerekmez mi?

Şu hususları yeniden düşünmekte fayda var:

İslam’ın tebliği, Hz. Peygamber’in ölümüyle birlikte, cenaze namazı bir avuç insan tarafından kılındığı gün bitmiştir! Daha sonra İslam Dini, Hicri 61 de doğduğu topraklara yeniden gömülmüştür!

O zamandan beri Müslümanların arasında itibarsızlık kol geziyor… Dünyayı zulüm, hırsızlık, ölüm, haksızlık istila etti, tüm kötülükler insanlığın benliğini sardı. Şimdi bu kötüklere hangi ümmet gücü engel olur dersiniz?

Vicdanları bunların doğruluğunu kabul ettiği halde sırf zalimlikleri ve kibirlerinden dolayı inkâr ettiler.’ Neml/14

Demek ki kibir ve zulüm, Allah’ın apaçık ayetlerinin inkârıyla meydana gelir.

Ashabın ileri gelenlerinden Ebu Zer, bu ayeti Emevi kalabalıklarının yüzüne okuduğunda, kimsenin sesi çıkmaz ve suçluluktan başlarını yerden kaldıramazlardı. Fakat Emevi vicdanı, bu hakikatleri bildikleri halde zulümlerini sürdürdüler.

Bugün de öyle değil mi? Herkes her şeyi bildiği halde, gerçeği kabul etmeme hastalığı yaşıyor! Hem de kibirli hallerinin esiri olarak

Kur’an’ın beyanına göre Allah; dağları/taşları, yeryüzünü/denizlerin içindekilerini, ırmakları, ağaçları/üstünde biten meyvelerini, topraktaki ayak izlerini, duvarları, dile getirip konuşturacağını söylemiyor mu?

Evet!

Peki, Müslümanlar “itibar” kaybederken Allah, onları hesaba çekmeyecek mi? Size itibarınızı kaybettiren şeyler neydi…

Evet!

Peki, Kıyamet Günü onlar kaçacak bir yer bulacaklar mı?

Hayır!

Peki, Müslümanlara itibarlarını kaybettiren iktidarlar, bu hesaptan kurtulur mu?

Hayır!

Müslümanlara kan kusturan, İmamı Azam gibi Âlimlere işkence yapan Emeviler, indirilen dini doğduğu topraklara gömenler, uydurulan dini zorla yürürlüğe sokanlar, Kıyamette hesaptan kurtulur mu?

Hayır!

Namazı, orucu, haccı, kurbanı, başı örtmeyi, ikindi namazını vaktinde kılmayı, Arafat’ta beklemeyi, “İNANÇ” dünyasında öne çıkaranlar, kalbinde hardal tanesi kadar imanı ve denizköpüğü kadar günah olanı, bir kere; “La İlahe İllallah” demekle günahlarından sıyrılarak Cennete gideceğine inandıranlar…

Diğer yandan adam öldürmeyi, iftira atmayı, faizle insanları sömürmeyi, yetim malı ve kul hakkı yemeyi, Peygamber’in torunlarını, çoluk çocuğunu Kerbela’da öldürmeyi günahtan hiç saymadılar…

Hâlbuki iman ile amel arasında sıkı sıkıya bir ilişki vardır. Kur’an’da hep, “iman edenlerle Salih amel işleyenler” birlikte zikredildi.

Şimdi nerede adalete dayalı bir iş, oluş, eylem varsa, nerede bir cömertlik, mertlik, yiğitlik, doğruluk, dürüstlük varsa ve nerede yalan söylenmeyen, iftira atılmayan, komşusuyla iyi geçinen ve yoldaki bir taşı kaldıran Müslüman toplulukları yeryüzünde geziyorsa; bilin ki Kur’an’ı yaşıyordur…

Müslümanlar/insanlar itibarlarına kavuşuyordur…

Nerede sadece bir inançtan bahsediliyor ve övülüyorsa bilin ki, uydurulan Emevi dinini yaşıyor ve Müslümanların itibarı kan kaybediyordur…

Ezcümle Kur’an bütün zamanların reçetesidir. Bu sebeple Kur’an’ı dilden dile değil,  çağdan çağa okumak gerekir. Kur’an bana ne diyor diye okumak icap eder. Kur’an zayıfın ve ezilenin dili ve gözüyle okunduğunda daha iyi anlaşılır.

Mahmut AKYOL

Yer işareti koy permalink.

Yoruma kapalı.