MÜSLÜMANIN MÜLK İLİŞKİSİ VE EŞİTLİK ANLAYIŞI

logo5

MÜSLÜMANIN MÜLK İLİŞKİSİ VE EŞİTLİK ANLAYIŞI

İslam’da ‘temerküz’ haramdır. Haram devam ettiği müddetçe ‘sosyal felaketler’ kapıları kıra kıra gelir!

Dinin afyon yüzü insanı boğar! Çünkü dinin afyon yüzünün merhameti yoktur, zulmü çağıran bir illettir. Eninde sonunda insanı dinsiz, ‘ateist’ yapar.

Esasında insanın dindar olup olmadığı güç ve servet sahibi olduğunda belli olur.

Varlığa sahip olmak, onu istif etmek değildir.

Başkasına ait olanı toplamanın hiç bir haklı tarafı yoktur.

Mülkü kullanmanın en mantıklı yolu, infaktır. Müslüman aklı infak etmeyi maalesef terk etmiştir.

“-EY İMAN EDENLER! Şu hahamların ve rahiplerin birçoğu, insanların mallarını hem haksızlıkla yiyor, hem de onları Allah yolundan alıkoyuyorlar. Altını ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanları acı bir azabın beklediğini haber ver!” Tevbe: 34

En helal lokma, ‘İnsan için emeğinden başkası değildir.’ Necm/34

Çalmak’, ‘hırsızlık yapmak’ insanı doğrudan doğruya Cehenneme götürür.

O gün o biriktirip yığdıkları cehennem ateşinde kızartılacak ve alınları, böğürleri ve sırtları onlarla dağlanacak.  “İşte bu bencilce biriktirip yığdıklarınız; haydi, tadın bakalım” denilecek.” Tevbe:35

Dünyaya değişim sokaktan gelir. Hz. Muhammed’e değişim, ‘IGRA  diye geldi. Onunda ilk sözünden birisi, ‘Kölelere özgürlük’  oldu.

Anlaşılan o ki, Hz. Muhammed’e gönderilen vahiy tapınak dışıdır, sokağa hâkim olmak içindir. Yani ‘din,  ibadet ve ‘güzel ahlak’ hayattın dışında değil, içinde olan şeylerdir.

Tarih boyunca Peygamberler, ezilenlerin ve yoksulların ve hayatın sesi olmuşlardır.

***

Din ‘bir vicdan işi’ sözü, Fransız İhtilâli’ni yapanlara aittir. Bu tanım onlar için doğrudur. Çünkü bu tanım halkı kilisenin tahakkümünden kurtarmanın bir yolu olarak görülmüştür.

Hâlbuki din, vicdanla başlayan bir iştir.

Osmanlı Aydınları, Fransız İhtilâli’nden ciddi şekilde etkilemiştir. Siyasal yapı şöyle dursun, İslam’ı Roma Katolik Kilisesi’nin üzerinde yapılan reformlara gitmeye zorlamışlardır.

Denilebilir ki Fransız İhtilâli’nin İslam’a yaptığı en büyük kötülük buradan geldi. Yani 1789’dan itibaren İslam Dini hayattan/sokaktan çekildi. Kur’an Nusukların, ibadete giriş anlamına geldiğini haber veriyordu. Müslüman davranışları sokaktan çekilince sokaklar, ‘din,  ibadet ve ‘güzel ahlak’sız kaldı.

Yani, ‘laiklik’ kisvesine bürünen Müslümanlar; ‘din, ibadet ve ‘güzel ahlakı’ gizler oldular…

Kaldı ki din, ritüeller, semboller, imgeler üzerinden yeryüzünde insanlar arasında akar. Eğer bir din sadece cenaze namazlarıyla, kandil geceleriyle, cami kubbeleriyle ihya ediliyorsa, o din mutlaka sorgulanmalıdır.

Mesela Haccı ele alalım. Hacda bir ev var, evin etrafında dönersiniz, safa ile Merve arasında gider gelirsiniz, dikilmiş olan bir direk var, orada şeytan taşlarsınız. Elbiselerinizi çıkarır, ihrama girersiniz. Arafat’ta beklersiniz. Bunların hepsi semboldür.

Nihayetinde oralar, Allah’ın dağıdır/taşıdır. Oraların kutsallığı filan yoktur. Oralarda verilen mücadelelerin ve oralarda yaşanılan anıların bir değer ve anlam vardır.

Müslümanlar için Haccın değerli oluşu bundandır. Yani ailenize, insan ilişkilerine buralara geldikten sonra daha değer verirsiniz. İşte bunları size yaptıran haccınızdır. Bu yaptıklarınız sizin için bir ibadet olur. Bir ömür boyu böyle sürüp gider. Bütün bunları size nüsuklarınız kazandırır.

Eğer Allah’ı yüceltmek istiyorsanız, önce O’nun yarattıklarını yüceltin. Allah’ın suyunu, toprağını, havasını, canlılarını koruyup kollayın. Bu tavır sizi takvaya ulaştırır.

Mesela Namaz insana Allah’tan başkasına eğilmeme eğitimidir. Yoksa Allah’ın sizin ona eğilip kalkmanızdan, aç durmanızdan zevk aldığı filan yoktur.

Bütün bunları biz; kendimiz için yaparız. Bunlar bizi iyi, güzel ve doğruluğa götürmesi içindir. Sevgi ve merhamet sahibi olmamız içindir. Vermek ve paylaşmak içindir. Nifaktan kurtulmamız, infak etmemiz içindir. Yaptığımız nüsuk eğer bize bunları yaptırmıyorsa, o zaman biz bunları boşu boşuna yapıyoruz demektir.

Salât; sadece namaz değildir. Salât; destek istemek, yardımlaşmak/dayanışmak demektir. Namaz, oruç, hac, zekât, cihat, ölüm ve mezar kavramları İslam Dininin eşitliğine vurgu yaparlar. En sonunda da eşitlik yürüyüşü ve anlayışı, cennette yahut cehennemde son bulur.

***

İslami çevrelerde ‘eşitlik’ kavramı, daima itici oluşmuştur. Buna sebep İslam’da ‘eşitlik’ yok, ‘adalet’ var denilmiştir. Hâlbuki ‘eşitlik’ bir Kur’an kavramıdır.

İslam; inkılap, devrim ve dinamik bir harekettir. Lakin muhafazakâr anlayış hala bu mukayeseyi yapamamış ve anlayamamıştır. Kur’an’ı Kerim eşitlik kavramını yaratılışta, rızık ve rızık kaynaklarında, fizikî ve tabii farklar sebebiyle eşitliğin bozulmaması noktalarında kullanmıştır.

Kör ile gören eşit olur mu? Karanlık ile aydınlık eşit olur mu? Hacılara su verme ve Mescidi Haram’ı onarma ile Allah yolunda cihad eşit olur mu?” Teybe; 19,

Oturanlar ile malları ve canlarıyla cihad edenler eşit olur mu?” Nisa; 95,

Kendine bile sahip olmayan zavallı bir kul ile verdiğimiz rızıklardan gizli açık infak eden eşit olur mu?” Nahl; 75

İnsanın yaratılmasında Kur’an’da ‘sevâ/tesviye’ kelimesi kullanılmıştır. ‘Biçim verdi, düzenledi, tam yaptı’ sözler ‘sevâ’ kelimesinden türemiştir.

Bu sebeple insanın yaratılışı, rızık ve rızık kaynaklarının kullanılması, fizikî ve tabii farklılıkların ‘eşitliği bozmayacağı hususları üzerinde Kur’an titizlikle durmuştur.

Bizim buradan çıkarmamız gereken husus şudur:

Kuran’ın eşitsizliğe tahammülü yoktur. Öyle ki, yoksulluk boyutundaki eşitsizlik “Allah’ın nimetini inkâr”, açlık boyutundaki eşitsizlikse “Allah’a ortak koşmak” olmuştur.

Yani Kur’an’ı Kerim; ‘üstteki/alttaki, ezen/ezilen, zengin/yoksul, yöneten/yönetilen, doğulu/batılı, zenci/beyaz, kadın/erkek, asker/sivil, Alevî/Sünnî, Türk/Kürt, Arap/Acem, vs. eşitsizlikleri ve farklılıkları’ reddetmiştir.

Allah, bu eşitliği muhafaza etmeyenleri çok çarpıcı bir örnekle uyarmıştır:

EN BÜYÜK EŞİTLEYİCİ ÖLÜMDÜR!”

Kur’an Müminlere der ki:

Allah’ın zatını aramadan önce, mülkünü görün, anlayın, insanlığın başına ne belalar açtığı üzerinde düşünün. Çünkü bizi ilgilendiren taraf burası

Çünkü “Şirke” düşmek hep Mülk üzerinden olur. İnsanların Allah’ın mülküne ortak olmak hastalığı hep buradan başlar.

Malum olduğu üzere, insanlık tarihinin en temel sorunu; “Mülkün Allah’a ait olduğunun” reddi konusudur.

Buradan iki kavram ortaya çıkıyor:

Küfür/Kâfir, Şirk/Müşrik

Özetle söyleyecek olursak Müşrik, Mülke ortak olmak, Kâfirlik ise, Mülkün sahibini örtmek/tanımamak demek oluyor.

Mülkün Allah’a ait olduğunu kabul etmeme hali, Âdemden beri vardır ve kıyamete kadar da sürecektir.  Kur’an, Kâfirleri şöyle tanımlar: “Yeri ve Gökleri kim yarattı diye sorsanız, Allah derler.” Böyle demelerine rağmen bunu gizlerler.

Bir Mümin için Cennet, dünyevi bir ütopya, Ahiret ise; sonradan olacak olan bir iman ilkesidir. Yani “Cennet”, Müslümanlar için dünyada bir mekân olmayıp, bir haldir. Bu hal üzere dünyasını geçirenlerin Ahirette bu mekâna kavuşacakları söylenmiştir.

İşte bu bilgileri haber veren Kur’an, kaynağı bakımından Allah’ın sözü, insanlara seslenme ve ulaştırma bakımından kerim elçinin sözü olmuştur. Neden böyledir? Çünkü insanlar karşılarında Allah’ı değil; Elçiyi görmüşlerdir.

O elçide de bir kâhin, ruhban, sihirbaz, şair, filozof, bilim adamı ve felsefeci değildir. O emin, güvenilir, dürüst, içli bir kalbe, temiz bir vicdana, berrak bir ruha sahip biridir ve bu yönleriyle bize örnektir.

Kur’an’a iyi bakıldığında görülecektir ki Allah kendini bazen yoksulun, ezilenin, mağdurun, mazlumun yerine koyarak konuşur. Bu “Mecaz, Teşbih, Kinaye” dili anlamayanların tarihe düşeceği bir notu olmayacaktır!

Mahmut AKYOL

Yer işareti koy permalink.

Yoruma kapalı.