TEFRİKANIN SEBEBİ CAHİLLİK, ÂLİMLERİN KİBİR VE İNADI, MÜSLÜMANLARIN MEZHEP, TARİKAT VE DİNİ GÖRÜŞ AYRILIĞIDIR…

logo5

TEFRİKANIN SEBEBİ CAHİLLİK, ÂLİMLERİN KİBİR VE İNADI, MÜSLÜMANLARIN MEZHEP, TARİKAT VE DİNİ GÖRÜŞ AYRILIĞIDIR…

İnsanlar için hesap vakti yaklaşıyor. Onlar ise hala gaflet içinde aldırmıyorlar.’ Enbiya 1

  1. Sor: Göklerde ve yerde ne varsa kimindir?” Cevap ver: “Sevgi ve merhameti kendine farz kılmış olan Allah’ındır!’ En’am 12
  2. Rabbin isteseydi bütün insanlığı bir tek ümmet yapardı. Bu yüzden birbirlerine karşı çıkıp duracaklardır. Ancak Rabbinin sevgi ve merhameti ile bağışladığı kimseler hariç, zaten Allah onları bunun için yarattı.’ Hud 119
  3. Biz seni insanlığa yalnızca sevgi ve merhameti (yayman) için gönderdik.’ Enbiya 107

Bu ayetlerin birincisi yaratanın neyi temel amaç edindiğini,

İkincisi insanoğlunun ne amaç için yaratıldığını ve

Üçüncüsü insanların içinden peygamberlerin ne amaçla seçildiğini açıklıyor ve Peygamberlerin esas amacının kalpsiz dünyanın kalbi olmak, vicdanı kurumuş insanlığın vicdanı olmak ve insanlar arasında sevgi ve merhameti yaymak olduğunu gösterir.

Hepsinde de ortak aynı kelimeler; ‘sevgi ve merhamet.’

Kur’an-ı Kerim’ de denilmiştir ki:

Rahmân, iman edip iyilik, güzellik, doğruluk için çalışanların etraflarında bir sevgi halesi oluşturur.’ (Meryem; 90)

Demek ki biz, dünyada iman ettikten sonra iyilik, güzellik, doğruluk için çalışmalı, akabinde de yaptıklarımızdan hesaba çekileceğimizi unutmamalıyız.

Biz böyle inanırız. Zira biz Müslümanız. Müslümanlar böyle inanır! Allah’ım bu noktada bizi ve içimizi sabit kıl…

İnsan başıboş bırakılacağını mı sanıyor?’ Kıyamet; 36

Demek ki biz, haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana olmak durumundayız.

Müslümanlar böyle inanır!

Eğer siz farklı düşünüyorsanız, siz işi ehline vermek, liyakati esas almak, adaletin mülkün temeli ilkesini kabul etmek istemiyorsanız ben ne yapayım…

Üzülerek açıklayalım ki bugün Müslümanlar dini, mezhebi, politik, etnik, felsefi, vicdani kanaat farklılık sebebiyle ayrışıyor, çatışıyor ve savruluyor. Hele Adalet ve merhamet konusunda ciddi şekilde zaaf yaşıyor.

Bizi birbirimize düşürmek isteyen düşmanların ortasında kaldık, onların yalanlarına kolayca kanıyoruz…

Peygamberimiz bir taraftan ‘ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim’ derken, beri yandan onun ümmeti bizler cahillik, tefrika, fitne ve ahlaksız davranışlar içinde boğuluyor, bilmediğimiz şeylerin peşine düşmekten geri durmuyoruz.

Müslümanlar kardeştir.

Bu tarikat kardeşliği değil, din kardeşliğidir. Bu çerçeveyi kimse daraltamaz. Lakin kibrimize ve hırsımıza engel olamıyoruz!

Ne yazık ki, bugünkü kendini cemaat olarak tanımlayan gruplar, başka Müslümanları Allah’a, Resulüne ve Allah’ın Kitabına çağırmıyorlar, kendi örgütlerine, kendi fikirlerine çağırıyorlar, kendileri gibi düşünmeyenleri rakip görüyor ve dışlıyorlar. Sizin musalla taşında Meyyit gibi olmanızı istiyorlar.

Cemaatler liderlerini mutlaklaştırıyor. Siyaset kurumu da buna dâhildir. Cemaatler liderlerini masum görüyorlar. Cemaat liderlerinden öyleleri de var ki; hâşâ Allah’la görüştüğünü, Resulullah’la halvet ettiğini söylüyor.

Cemaatler mezhep, parti ve tarikat önderlerini adeta Rab ediniliyor. Onun görüşü tek doğru olarak görülüyor. O görüşte olmayanları kolayca tekfir ediliyor.

Buna rağmen ey Müslüman:

Gelin hep birlikte Allah, Resul ve Allah’ın Kitabına sarılalım. Bu dünyada tartışıp durduğumuz şeylerin hakikati bir gün bize gösterilecektir. O zaman da iş işten geçecek, çok üzüleceğiz…

Bugün kendine cemaat diyen yığınla topluluk var. Hangi cemaate, partiye, vâkıfa veya gruba gitseniz, size vahdetin öneminden söz ederler.

Evet, herkes vahdet diyor ama kendi lideri, kendi örgütü ve kendi görüşü etrafında bir vahdet istiyorlar!

Burada unutulan bir şey var, İslam kardeşliği evrenseldir, Zira Müslümanların inandıkları şeyler evrenseldir.

Fakat bir hakikat ta şudur. Müslümanlar kendi içinde bile bu kardeşliği, bu mezhep, parti ya da tarikat birliğini sağlayamamıştır.

Resûlallah’ın vefatında sahabeler namaz için bile bir araya gelememiştir.

Peki, burada ne vardı? Kavmi üstünlük ve iktidar hırsı…

Bugün de böyle değil mi?

Merhum Erbakan Hoca İslam ümmetini birleştirmek istiyordu, ama vefatının yıldönümü itibariyle oğlu, kızı, gelini, damadı, kardeşi, Partideki dava arkadaşları bir araya gelemedi.

Laf ile âleme nizam vermek kolay ama gerçek ortada.

Şeytan boş durmuyor, fazla mesai yapıyor. İşin içine para iktidar ve makam hesapları girince iş zorlaşıyor!

Buna rağmen ey Müslüman:

Gelin hep birlikte vahdete doğru yürüyelim. Allah’ın ipine tutunanlardan, iman edenlerden, iyi işler işleyenlerden, sabredenler ve sabrı tavsiye edenlerden olalım…

Bakın Müslümanlar Şii ve Sünni olarak gruplara ayrıldı, daha sonra bunlarda kendi aralarında ayrılmış vaziyette. Böylece din ideolojileşiyor, ideolojiler dinleşiyor.

Bunlar felaket şeyler.

Herkes kendi mehdisini bekliyor!

Sorun da burada ya!

Âlimler, irfan ve hikmet sahibi insanlardır. Gerçeğin bilgisine de sahiptirler. Ancak bu konuda da sorun var? Bırakalım bu derin konuları da biz dünyaya dönelim!

İman etmeden cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmeden gerçekten iman etmiş sayılmazsınız.’

Acaba bugün Müslümanlar birbirini ne kadar seviyor. Ben söyleyeyim:

Nerede ise birbirine selam bile vermiyor.

Tefrika girmeden bir millete düşman giremez, toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez.

Dindarlığın namazla, oruçla olmadığını söyleyen bizzat Hz. Peygamber’in kendisidir. O buyurdu ki:

Dindarlığın ölçüsü, bir güç eline geçtiğinde onu kullanma biçimiyle alakalıdır. Hazineyi nasıl kullandığıyla alakalı bir durumdur. Dindar insanı anlamak için siz, onun dinar ve dirhemi nasıl kullandığına bakın.’

Demek ki düşüncelerinizi teste tabi tutun. ‘Ya böyle değilse’ sorusunu sorun…

Ya atalarımız yanlış yaptılarsa’ sorun…

Bunları sormaktan korkmayın, dinden çıkmazsınız.

Haykır dünyaya; ‘Ey insanlar! Gerçekten ben sizin hepinize, göklerin ve yerin sahibi olan Allah’ın Elçisiyim. Allah’tan başka tanrı yoktur. O yaşatır ve öldürür. Öyle ise Allah’a ve halkın bağrından çıkmış peygamberine -ki o da Allah’a ve O’nun sözlerine inanmaktadır,-O’na uyun ki doğru yolu bulasınız!’ Araf/158

Bu ayetin iyi okunması lazım…

Zira Oradan İslam’ın kapısı açılır ve oradan girilir.

Kur’an, ‘Allah’a ve Ahiret gününe’ imanın saf bir iman olmasını, kendisine yoldaş olacakların kendisinden ve Allah’tan şüphe duymamasını istiyor. Allah’ın dış dünyada görünen bir nesne olmadığı aklen biliniyor.

Allah’ı görüyormuşçasına, Kıyameti de sanki gidip gelmişçesine iman edilir. Her ikisi de bilginin konusu değil, imanın konusudur.

Kur’an duvarlara asılan ve ölülere okunan bir kitap değildir. Yasin/70

Kur’an, dirilerin sorunlarını çözmek üzere gönderilmiştir. Bu böyle anlaşılmıyorsa, ben ne yapayım…

Burada kimseye hakaret ve iftira etmeden, hiç bir şeyi ters yüz etmeden Kur’an’ı, hayatı, tarihi, tabiatı ve İslam’ı anlamak gerekir. Tevhit inancını parçalayan İsrailiyat kültür ve Tevrat Şerhlerine kaymamak gerekir.

Mesela Âdem’in Cennetten çıkarılması, Havva’nın Âdemin kaburgasından yaratılması gibi…

Çünkü tahrif edilmiş İsrailiyat din anlayışı mucize ağırlıklıdır. Her şeyde insanı tehdit ve korkuyla yöneltir.

Hâlbuki Kur’an ‘akledin’, ’düşünün’ derken geçmişte olan şeylerin bugünde olması gerektiğine vurgu yapar. Yani Hz. İbrahim’e parçalattırılan kuşların bu güne kadar bir tekrarı daha yapılmış değildir. Zaten Allah’ın böyle bir ikna metodu da yoktur. Bütün Peygamberler tebliğlerini söz üzerinden yapmışlardır.

İslam bu yönleriyle bilinmiyorsa, ben ne yapayım…

Mahmut AKYOL

 

Yer işareti koy permalink.

Yoruma kapalı.