ALLAH’TAN BAŞKA KİMSE GAYBI BİLMEZ!

logo5

ALLAH’TAN BAŞKA KİMSE GAYBI BİLMEZ!

İnsanoğlu Gaybı bilebilir mi?

Hemen söyleyelim hayır!

Peki, bu insan; “ben bilirim, bana yazdırılıyor, ben bilgi alıyorum, bana Gayıptan bilgi geliyor ” derse?

Hemen söyleyelim!

Bu eşyanın tabiatına aykırıdır. Çünkü insanın kazandıkları kesbidir.

Aklıma şu sorular geliyor:

  • Acaba kendilerini kutup, gavs, gavsı azam ve bilgelik makamlarında görenler görevlerini niçin yapmıyor ve niçin tasarruflarını kullanmıyorlar da, ümmeti acılar içinde ve açlığın pençesinde inletiyorlar?
  • Yoksa bu kimseler Yahudilerde olduğu gibi kendilerini seçilmişler sınıfında mı görüyorlar?
  • Yoksa bu kimseler Hintliler de olduğu gibi kendilerini kast sisteminde mi görüyorlar?
  • Yoksa bu kimseler Allah’a yardım mı (!) ediyorlar?
  • Yoksa bunlar Ümmete yardım için ahireti mi(!) bekliyorlar?
  • Kaldı ki Allah’ın böyle seçilmiş bir sınıfı, tayfası ve kişisi yoktur.
  • Şayet olmuş olsaydı bu tevhide aykırı olur, İslam’a ters düşer, bu dinin afyon yüzü olurdu. Kaldı ki Allah Peygamberlerine apaçık uyarıcı olmaktan başka bir iş vermemişken, bu kimseler; bu görevi kimden ve ne adına almışlardır?
  • Peygamberlerin ölmeleriyle birlikte görevleri son buluyorken, acaba bu kimseler öldükleri halde hala görevleri neden bitmiyor, tekrar tekrar dünyaya geri geliyorlar?
  • Aslında bunlar Şamanizm’den kalan bir alışkanlıktan başka bir şey değildir.
  • Gördüğüm o ki, atalar ruhuna sığınma hala devam ediyor!

Gayb, Kuran’da geçen bir kavramdır. Ve şöyle denilir:

Söyle onlara: Göklerde ve yerde Gaybı Allah’tan başka kimse bilmez.  Ne zaman dirileceklerini de bilmezler.” Neml 65

Hal böyle olmasına rağmen insanlar, diğer insanlar üzerinde neden bir otorite ve bir hegemonya kurmak isterler!

Geçmişe dönecek olursak, sorunun cevabı karşımıza çıkar.

Firavunlar güçlerini kâhinlerden, falcılardan ve cincilerden alırdı. Onlar Firavunlara yalan söyledikçe, Firavunlar onlara emsalsiz hediyeler verirlerdi. Çünkü onlar Firavun’un siyasi otoritesini güçlü kılmak uğruna ellerinden geleni yaparlardı.

Kâhinlik, cincilik ve falcılık bugün de aynı güncelliklerini korumaktadırlar. Bu yol hala birileri için geçim kaynağı olmaya devam ediyor.

Hayrete şayandır ki bu kavramların kaynağı İsrail oğullarına dayanır. Hz. Peygambere de büyü yapmaya çalışanlar ve bu yolla O’nu öldürmek isteyenler yine Yahudi kökenli kimselerdir.

Aslında kimse sonunun nereye varacağını bilemezken ve Allah; “Gaybı benden başka kimse bilemez” derken; kâhinler, falcılar ve cinciler “biz biliriz” demeleri, Kâfirlikten başka bir şey değildir.

Yazık ki, Müslümanlar arasında bu yapılar hala revaçtadır…

De ki: Gaybı bilmek Allah’a mahsustur.” Yunus 20

Göklerin ve yerin sırlarını Allah bilir. Bütün iş ve oluş O’nun ile olup biter. Yalnız O’na ibadet et ve O’na dayan. Rabbin yapıp ettiklerinizden asla habersiz değildir.” Hud 123

Gaybı Peygamberler dahi bilmezler:

Ben size “Allah’ın hazineleri benim yanımdadır” demiyorum. Ne Gaybı bilirim, ne de “Ben bir meleğim” diyorum. O sizin aşağıladıklarınıza, ”Allah onlara hiçbir hayır vermemiş” diye hele hiç diyemem. Çünkü içlerindekini en iyi bilen Allah’tır. Aksi halde haksızlık etmiş olurum” dedi.” Hud 31

Gaybın anahtarları Allah’ın yanındadır.” Enam 59

De ki: Eğer ben Gaybı bilseydim elbette daha çok hayır yapmak isterdim ve bana hiçbir fenalık dokunmazdı. Ben sadece inanacak bir halk için uyarıcı ve müjdeleyiciyim” Araf 188

Gaybı cinler de bilmez!

Cinler Gaybı bilselerdi, zelil edici azap içinde kalmazlardı.” Sebe 14

Ayet şöyle açılanabilir:

Süleyman’ın dayandığı asa onun devlet ve saltanatıydı. Asayı kemiren kurtta oğlunun idaresizliği ve zaafıydı. Cinler de Süleyman’ın egemenliği altına aldığı isyancı kabilelerdi. (Ömer Rıza Doğrul)

Süleyman’ın ölümünden sonra oğlu zevke ve sefahate dalarak imparatorluğu içten içe çürüttü.

Sonunda egemenlik altına aldığı Babil(cin), Sebe(Karınca), Mısır(İnek), Hitit(kuş) ve Fenikeliler (rüzgâr) bir bir isyan etti. İmparatorluk böylece dağılıp gitti…

Demek ki bir devlet veya uygarlık kendi “içerisinden” çökmedikçe, dışarıdan çökertilemez! Dış darbe sadece içten çürümüş bastona sadece bir dokunuştur.

Başka bir açıdan Gayb şöyle okunmalıdır:

  • Hakkında bilgi sahibi olunsa bile künhüne vakıf olunamayan, insan için daima Gayb olarak kalacak olan konulardır. “Allah ve Ahiret günü, haşr, mahşer, cennet, cehennem, kıyametin vakti” gibi konular…

Yani Gayb, Allah’a ve Ahiret Gününe kalpten, içten, derûni dilden ve canı gönülden iman etmek olarak anlaşılmalıdır. İman, hasbiliktir ve yalnız başına yapılan şeydir. İman, özgürlüğün adıdır. İman, yaşam biçimidir.

İman ve ibadetin her ikisi de hayatın içinde olan şeylerdir. Onları mabetlerde ararsanız, bulamazsınız. Bulduklarınız da dinin ve ibadetin afyon yüzüdür.

Allah’a ve Ahiret gününe iman konuları, dünya ile ilişkisi kesilmiş şeyler değildir. Yakınlaştırmak için yapılan tasvirlerin hemen hepsi, dünyadaki bilinenlerden seçilmiş olan şeylerdir.

Mesela, Allah’ın nurunun misali; bir kovuğun içinden yayılan ışığa benzetilir. Allah’a kavuşmak isteyenlerin iyilik, güzellik, doğruluk için çalışmalarından söz edilir.

Mesela altlarından ırmaklar akan, serin gölgelikler ve pınar başlarındaki cennetlerden, alev alev yanan, çalı çırpı gibi her yana kıvılcımlar saçan, kıpkırmızı kesilmiş cehennem gibi tasvirler yapılarak anlatılanların hepsi dünyadaki bilinenlerdir.

Bunlar bize dünya ve Ahiret’ in birbirinden ayrı bambaşka iki âlem olduğu değil, biri diğerinin devamı ve zorunlu sonucu olduğunu gösterir. Geceden sonra gündüzün, kıştan sonra baharın gelmesi gibi dünya ve ahiret de birbirinin içinden çıkarak gelecektir.

  • Hakkında bilgi sahibi oldukça Gayb olmaktan çıkan “Kıssalar, melek, şeytan, cin ve ruh” gibi konulardır. Bunlar bilimsel metotlarla açıklanmaları mümkün olup bilginin konusu olan şeylerdir.

Kuran’da çok sık kullanılan göklerin ve yerin Gaybı, yeryüzünde ve göklerde olup biten bilinmezlikleri, yerin derinliklerinde, suların altında, ormanların içinde, uzayın derinliklerinde vs. olup bitenler ne ise, onları o şekilde bilen Allah’tır. Amenna…

Fakat bunları bir de Allah’ın razı olduğu, kendilerine ilim verilenler, bu konuların uzmanı olanlar, derinine dalanlar, bilgi ve belge sahibi olanlar bilir denilmektedir.

Kuran’da Elçi (resul) her yerde peygamber anlamında kullanılmaz. Kur’an’da ulema sanıldığının aksine dinî ilimlerle uğraşanlar demek değil, esasında tarih, hayat, tabiat ve insan ilimleriyle uğraşanlardır.

Din, bu ilim sahiplerinin konusu olduğu sürece ilim olur. Aksi halde bunlardan koparak yapılan dini ilimler cincilik, falcılık, kehanet olur.

Yeryüzünü gezin, eski kavimlerin kalıntıları hala yol kenarlarında duruyor, onlara bakın, onlar size çok şey söyleyecektir.

Tabii ki onları görecek göz, duyacak kulak lazım. Arkeoloji, antropoloji bilmek gerekir.

Sonuç:

İnsanoğlu daima toprak olup gitmekten, yalnızlıktan, aç kalmaktan ve ölmekten her zaman korkmuştur.

Ayrıca İnsanoğlu hayatı boyunca geleceğinden endişe duyar. Çünkü bu konular, insanoğlu için Gaybı konulardır. Fıtratı gereği insanoğlu görünmez şeylerden, karanlık işlerden her zaman korkmuştur.

Eğer insanoğlu, Allah’a ve Ahiret Günü’ne gerçekten iman etmiş olursa, bu derece korkmasına ve endişe duymasına gerek olmaz.

Mesela Sümeyye Hatun ve eşi Habbab şehit edilirlerken, Hz. Peygamber’e: “Üzülme Ey Muhammet, biz cenneti görüyoruz” demişlerdi…

Eğer insanın gözünde bir şeyler küçülür, bastığı toprak titrer ve üstündeki arş sallanırsa bu, insanın Allah’a tam olarak inanmasından ve güvenmesindendir.

Mahmut AKYOL                     

Yer işareti koy permalink.

Yoruma kapalı.