DİNİN SAHİBİ ALLAH, DİNİ TEBLİĞ EDEN HZ. MUHAMMED VE KORKU KÜLTÜRÜNDEN ÇIKIŞ!

mbas5

logo5

DİNİN SAHİBİ ALLAH,  DİNİ TEBLİĞ EDEN HZ. MUHAMMED VE KORKU KÜLTÜRÜNDEN ÇIKIŞ!  

Dinin Sahibi Allah’tır. Dini Müjdeleyen Hz. Muhammet’tir.

Hz. Muhammed’in dini tebliğ metodu şudur: “Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz; kolaylaştırınız, güçleştirmeyiniz

Bu uyarıya rağmen, dini söylemde korku hiç eksik olmamıştır. İnsan, günah korkusunu ve suçluluk duygusunu hep yaşamıştır.

Gerçi İslam; korkuyu bütünüyle göz ardı etmez!

Yeterki her şeyin sahibi olan Allah’ın rahmetine kişi iman etmiş olsun!

Allah, “Rahman” dır.

Merhamet O’nun en belirgin niteliğidir.

Yeterki Allah’ın özündeki “merhamet” doğru anlaşılmış olsun.

Allah “Rahim dir.

Allah’ın bütün işleri, yaratması ve ilgili her şeyi, O’nun sonsuz merhametiyle açığa çıkar ve öylede hüküm sürer.

Allah, Hz. Muhammed’i “âlemlere rahmet” olarak göndermiştir. Bu bakımdan Hz. Muhammed’i yeryüzünde ve davranışlarımızın arasında aramak farzdır. (Enbiya Suresi 107. Ayet)

İçinde  bulunduğumuz toplum, son iki asırdır sosyal, dini ve siyasi korkular içinde yaşamıştır. Osmanlı’nın toprak kaybı bu korkunun en belirgin göstergesidir.

Hala bu panik havasından kurtulamadık. Hala birbirimizle uğraşmaktan, birbirimizi suçlamaktan vazgeçmedik.

Kanaatimce buna sebep; Hz. Muhammed’i yeryüzünde davranışlarımız arasında aramayı terk etmiş olmamızdır… Osmanlı’nın son dönemlerine damgasını vuran Batıcı, Türkçü, İslamcı tartışmalar hep bundandır.

Yani Hz. Muhammed’i vicdanımızda kaybettik. Yeryüzünde aramayı bıraktık. Bulutların üstünde, “İsrailiyat” kehanetleri arasında boğulmuş Nebiyi aramaya koyulduk.

Çatışmanın en temel dinamiği, herkesin birbirini suçlamaya çalışması, hala kimsenin kimseyi anlamaması…

Oysa bu millet ve biz, yedi düvele karşı muazzam bir mücadele vermiştir. Bu vatanı bu millet dişiyle, tırnağıyla, kanıyla, canıyla yeniden inşa ettiğinde; “kuvve-i manevi” yle beraberdik… Biz, mağlup medeniyetimizin yasını son iki asırdır kendimizle beraber tarihimizle, devletimizle, değerlerimizle çekerek bugünlere geldik.

Lakin son iki asırdır Mülkün Sahibi olan Allah ve dini müjdeleyen Hz. Peygamberi vicdanlarımızda bulamadık. Adeta vicdanlarımız kurudu ve biz göremedik. Tutunacak dal ararken, tarihin bataklıklarında kaybolduk…

Nitekim İslam’ın dinamik boyutunu öne çıkartmak yerine, korkuyu kurumsallaştırarak “içtihat” kapısını kapattık. Dinin önceki asırlardaki anlaşılma biçimini bugüne taşımaya kalkıştık ve kendimizi maziye mahkum ettik. Sonunda din alanında, günah korkusu ve dinden çıkma korkusu temel belirleyici oldu. Başka bir ifadeyle “korku egemen” bir din anlayışının içine sürüklendik.

Din alanındaki korku, hayatımızda içselleşti. Maalesef mevcut din anlayışımız, korkularımızı besler oldu.

Şimdi öyle zamandayız ki korkular, insanların dürüst olmasını zorlaştırdı. Korkak insanlar, kendilerini sembollerle ifade etmeyi tercih etmeye başladı. Çünkü semboller, korkuları gizler ve insanı “takiyyeci” yapar.

Korku, aklın ve akılcılığın en büyük düşmanıdır. Çünkü korku akıldışı alanda serpilip gelişir. Korkak insanlar, korkularından kurtulmak için, doğru bilgiden, gerçeklerle yüzleşmekten de korkarlar.

Bu durum, insanın varoluşsal tek korkusu, “ölüm korkusu” dur. Buda insanın hiç aklından çıkmaz… Ölüm korkusunun dışındaki bütün korkuların öğrenilmiş korkular olduğunu söylemek pek de yanlış değildir.

Korku ile ilgili algı ve iletişim daima “güç” üzerinden gerçekleşir. Korku kültürünün en kötü tarafı, korkunun içselleştirilmesidir. Korkak insanların ne yapacağı kestirilemez; öğrenilen korkular aklın sağlıklı işlemesini engeller.

Din dilinin ve siyaset dilinin korku merkezli olması, çok ciddi sorunları beraberinde getirmektedir. Siyasetin ürettiği birtakım olumsuzluklar, korku egemen din dili sayesinde toplumda kalıcı hale gelmeye bir başlarsa, daha açık bir ifadeyle korku kültürü, dini istismar  etmeye başlar!

Toplum adeta, korku üretim merkezleri olur. Herkes, sesini duyurabilmenin tek yolu bu bağırmadır. Bağırmak, başkalarını dinlemek gibi bir niyetin olmadığını gösterir. Bağıran insanların “anlaşılmak” gibi bir dertleri yoktur… Eğer korkularımızın içinde boğulup kalmak istemiyorsak, onlarla bir şekilde yüzleşmeliyiz.

Korkularla yaşamak, insanın tabiatına uygun değildir. Uygun olan taraf hayatımızın  merkezine yeniden dinin Sahibi Allah’ı ve Dini Müjdeleyen Hz. Muhammed’i koymaktır.

Lakin son zamanlarda yorgunluğumuza sünger çektik derken karşımıza yeni isimler altında “Şeytan’ın Orduları” yeniden karşımıza çıkmaya başladı.

ABD’nin Irak’ı parçalama çalışması kesintisiz sürüyor. Mezhep ve ırkçılık temeline dayalı parçalama işinde ABD yalnız değil, İngiltere başta olmak üzere Batı ve İsrail’de var… Amerika, Irak’ı üçe bölmek için uygun koşullar meydana getirmeye çalışıyor…

ABD’nin Irak’ta Kürt devleti kurmaya çalışması bununla sınırlı kalmayacaktır…

Değil mi ki yukarıda sayılan devletler ve korsan devletler varlıklarını “zulüm” ve geçimlerini “haram” üzerine kurmuşlardır. Bu durum gösteriyor ki, kan içmeye devam edeceklerdir.

Barzani’nin arkasında duran ABD, İngiltere ve İsrail’dir.

Sonuçta; “Siyon Yıldızı”, Hristiyan “Haçı” ve İslam’ın “Hilali” arasında “Din Savaşı” durmayacaktır. Burada Hak galip gelecek, Batıl yenilecektir.

NATO, ülkelerin kendi içinden milis kuvvetler hazırlayarak çeşitli isimler altında gayeleri aynı olan ( FETO- DAİŞ- PYD- PKK-gibi terörist örgütler ) bu örgütlerle ihanetlerini sürdürecekler…

Yeter ki Mülkün Sahibi olan Allah ve dini müjdeleyen Hz. Peygamberi vicdanlarımızda bulunsun!

Yeter ki Ümmetin bünyesini Müslümanlar güçlensin!

Yeter ki Müslümanlar “Adalet Devleti” ilkesinden vaz geçmesin!

Yeter ki İslam dünyası Emperyalistlerin çatışma sahası haline gelmesin!

Yeter ki Müslüman uyansın, ekmeğini paylaşsın, insanlığın kanayan yarasını el birlik sarsın!

Yeter ki “Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılsın!”

Yeter ki Müminler kardeş olsun ve cahiliye ölümüyle ölmüş olmasın!

Mahmut AKYOL

 

 

 

 

 

Yer işareti koy permalink.

Yoruma kapalı.