ALLAH’IN TAKDİRİ VE İNSANIN KADERİ

logo5

ALLAH’IN TAKDİRİ VE İNSANIN KADERİ

Eskiden bilgiye ulaşmak zordu. Şimdi öyle mi? Bilgi, bir tuşun ucunda…

Zor olan şey kıymetli olur. Şimdi öyle mi? Bilgi ucuz ve kolay, onu da okuyan kalmadı…

Artık kitapların birbirine karışmış kokuları teneffüs edilmiyor…

Bir dostuma yazılarımı okuyup okumadığını sordum. Bana; “yazdıklarınız çok uzun oluyor, okumaya vaktim olmuyor” Dedi. Aslında taş çatlasa yazılar beş/altı sayfayı geçmiyor.

Fakat konuşmaya sıra gelince herkes âlim, vara da konuşuyor, yoğa da konuşuyor!

***

Kur’an-ı Kerim’de şöyle denilmiştir; “Kaderiniz kendi elinizdedir…” 36/19.

Yani; “İnsanlar kendilerini değiştirmedikçe, Allah onları değiştirecek değildir.”

Demek ki Allah’ın Takdiri kulun kaderidir.

Kader, insan için bir yol ayrımıdır. Kader, insanın cüz’i iradesiyle Allah’ın külli iradesinin birleşmesidir.

Tercihlerimiz bize aittir.

Hatalarımızı kadere bağlamak doğru değildir. Böyle yapılması bir samimiyetsizlik ve tek başına sorumsuzluktur.

Allah kimseye haksızlık edici değildir. Fiillerin ilk kaynağı, kulun kendisidir. Kader Zincirleme bir reaksiyondur. “Men dakka-dükka” da olduğu gibi…

Allah’ın takdiri “Adalet, hakkaniyet ve hikmet” ten asla ayrı değildir.

Kader hem kontrolümüzün içinde, hem de dışında olan bir olaydır. Mesela:

Hoşunuza gitmese de savaş size farz kılındı; mümkündür ki bazen hoşunuza gitmeyen bir şey sizin için iyi, hoşunuza giden bir şey de hakkınızda kötü olabilir. Allah bilir, siz bilemezsiniz.” (Bakara Suresi 216. Ayet)

İnsanlar bazen o derece azgınlaşır ki, Allah aynı anda sayısız uyarılar gönderir!

Hakka kulak vermek istemeyenler demişler ki, “Siz bizim bahtımızı kararttınız…” (Yasin suresi 18)

Elçilerde:

Bahtınız kendi elinizdedir…” (Yasin suresi 19)

Görüyor ki Elçilerin tamamı, kendilerinden önce kurulmuş olan “Tanrı Devlet Düzenlerini” tehdit etmekle işe başlamışlardır.

Allah bütün Hak Dinleri, Ümmi Peygamberler üzerinden göndermiştir. (Ümmi demek, halkın bağrından çıkan, din adamları sınıfından olmayan demektir.)

Elçilerin getirdikleri Din, kendilerinden sonra hep tersyüz edilmiştir. Bu, sosyolojik bir olaydır.

***

Kader konusunda birkaç misal verelim:

Emevi Hanedan Devleti” (Emevi Kader Doktrini):

Bu “Kader Doktrini” insanlara yoksulluk ve mutsuzluk dikte etmiştir.

Yoksul ve mutsuz insanlara “Ahirette” karşılığını alacaklarını söylemiştir.

Statükoyu değiştirmeye ve halkın durumunu iyileştirmeye kalkışmanın Allah’ın iradesine karşı çıkmak olduğu belirtilmiştir.

İslami olmayan bu düşünce anlayışından kurtulmak gerektir.

Din, halkın vicdanında bir çığlık iken, Kisra ’nın Sarayına dayandığında; “Ey Baldırı çıplaklar! Burada ne işiniz var?” diye bir soruyla karşılaştı.

Peygamberin dava arkadaşları da, “İnsanları dinlerin zulmünden kurtarmaya geldik!” dediler.

Hasan-ı Basri, Emevi Yöneticilerine şöyle dedi: “İşlediğiniz zulümler kendi ellerinizle yaptıklarınızdır.

Bunların kaderimiz olduğu görüşü batıldır. Allah zulmedenleri sevmez. Bilakis böyle durumlarda zulme uğrayanlara cihadı emreder…”

Hz. Peygamberin vefatından ve dördüncü halife döneminden itibaren, İslam’ın kerih gördüğü, İslam’ın ortadan kaldırdığı birçok şeye tekrar geri döndüler.

Kabile kavgaları, ırkçılık temayülleri, Mevali olanların merkezin dışına itilmesi, devlet malından zenginlerin çoğalması, dinden dönmelerin (Mürted) ve yalancı peygamberlerin ortaya çıkmaya başlaması vs.

Bütün bunlar, Emevi hanedan devleti boyunca sürdü ve devletin bünyesinde kemikleşti.

Hala da hızını kesmiş değildir.

***

Bu itikadî yanlışlardan biri de, inananların “aff” meselesidir. Güya inananları ümitsizlikten kurtarmak için, “Hadis” kitaplarına bir sürü mevzu hadisler koyuldu…

Her ne kadar, kötü bir niyet için yapılmadığı söylense de, dinin altının oyulduğu bir hakikattir.

Mesela:

Sabahtan öğlene kadar iki vakit arasında İşlenilen bir günah, öğle namazı kılındığı an affolunur. Bu zincirleme böyle gider. Bu günlük kurtuluştu (!),

Eğer Cuma namazına giderseniz orada kılacağınız iki rekât, haftanızı tertemiz eder… Bu haftalık kurtuluştu (!),

Eğer Hacca giderseniz, hacı olduğunuz andan itibaren o yıl boyunca işlediğin bütün günahların silinir… Bu yıllık kurtuluştu (!),

Ancak burada bir istisna vardır. “Hacca gidenin bütün günahları kul hakkı hariç silinir”.

Eğer bunların dışında, bir şeyh bulur, eteğine yapışır, ondan şefaat ister, o da şefaat ederse; Bu da ebedi kurtuluş demektir. (!)

***

Garip olan taraf, bunların sorgulanmamasıdır.

Mesela kimse şeyhine sormuyor; “Sen kendini kurtardın mı ki…?”

Hâlbuki Kıyamet Günü şefaat yalnız Allah’a aittir. Kur’an’a göre Nebilerin, Şehitlerin, Salih kimselerin şefaat yetkisi yoktur!

Yazık ki hala bu memlekette bu tür şeyler, prim yapıyor!

Bu tablolar ülke insanının, ne kadar İslamsız ve cahil bırakıldığının göstermiyor mu?

Zulme karşı iyi diren, komşunla iyi geçin, kan dökme, davranışlarında adaleti ve dürüstlüğü terk etme, o zaman kendine şahit olmuş olursun!

Kurtuluş insanın kendi yaptıklarında gizlidir. Yani insanın kendi iradesindedir!

Demek ki, çalmak, çırpmak, öldürmek, iftira atmak, yalan söylemek, zina yapmak, haram yemek, adalet/emanet/Velayet, gıybet yapmak, zulüm yapmak insanın kendi elindedir

Demek ki, bir yaraya merhem olmak, bir öksüzün başını okşamak, bir yoksulu doyurmak, bir mazluma arka çıkmak, insanın kendi elindedir

Demek ki, tüm kötülüklerin anası; mülkü kenz etmek, hırs, kibir ve haset içinde olmak insanın kendi elindedir

***

Brahman “Kast Sistemi”;

Hint toplumunda Brahmanların kurdukları Kader anlayışı tipik bir “Emevi Kader Doktrini” dir. Brahmanlar toplumu kastlara bölmüşler ve en üste kendilerini yerleştirmişler, buna da “Tanrısal yazgı” demişlerdir. En altta sürünen “parya” ya, “Eğer mutlu olmak istiyorsan, şimdiki hayatında ki bu yazgıya itaat et, uslu dur, ikinci hayatında üst kastta doğabilesin! Aksi halde ikinci hayatından bir böcek olarak bile doğamaya bilirsin.”

Bu nedenle üst kastlara çıkmanın yolu var olan düzene uymak, itaat etmek, olan bitene boyun eğmek ve bu halde ölümü beklemek, ölümden sonraki ikinci hayatta üst kastlarda yeniden doğmak için bunların şart olduğu söylenmiştir.

***

Roma’nın köleci düzeni “Stoacı kader” anlayışı: Roma’nın köleci düzeni “Stoacı kader” anlayışı gelince “Tanrısal Yazgı” düzeni aynı şekilde işlemiştir. Roma’nın hayatı, köleci bir toplumdur. Roma’da kimi insanların köle, kimi insanlarında efendi olması kaçınılmazdı. Çünkü doğanın kanunu böyleydi. Birileri efendi olurken, birilerinin köle olması gerekliydi. Buna “Stoa (mevcut durum) Felsefesi” deniliyordu. Buna karşı gelmenin cezası ölümdü.

Sonuç itibariyle her üç kader anlayışı, birbirinin içinden çıkmış ve Roma’nın köleci düzenini sürdürmüştür!

Mahmut AKYOL

Yer işareti koy permalink.

Yoruma kapalı.