MANKURT NESİLLERLE TÜRKİYE BÜYÜYEMEZ!

logo5

MANKURT NESİLLERLE TÜRKİYE BÜYÜYEMEZ!

Grahem Fuller, ‘İslâm’ın yenilenmesi dünyada bir sorundur. Bu sorun, Müslümanlara bırakılmayacak kadar önemlidir. Bu meseleye el atmalı ve yönlendirmeliyiz. Aksi halde olay istemediğimiz yöne evrilir ve kontrolümüzden çıkar…’ Der.

Bu bana zamanın Ankara valisi Nevzat Tandoğan’ın sözünü hatırlattı. …‘komünizm gelecekse onu da biz getiririz’…

Fuller’in demek istediği şeylerin gerçekleşmemesi için bu toprakların yerli güçleri, meseleye el atmalı, topluma yeni bir heyecan kazandırmalıdır.

Uyuşturulmuş toplumlar ancak, mankurt insanlar yani Fuller’in ve Tandoğan’ın istediği insan tipi üretirler.

İbn-i Haldun sosyolojik bir gerçekten bahsederken: ‘Toplumlar ekseriyetle içerden çürür ve yok olurlar, refah ve dış müdahaleler sadece bu iç çürümeyi kolaylaştır.’ Der.

Demek ki bir millet, ortak bir akıl ve tecrübeyle kendi küllerinden yeniden doğabilir. Fakat bu işler, başkalarının yönlendirmesi ile değil, hele bir Soros, bir Fuller ve bir Tandoğan’ın aklı ile olması hiç mümkün olmaz…

İşleri karma/karışık bir hale getirmemek lazımdır. Çünkü Mankurtlaşmış nesiller Türkiye’yi asla büyütemez! Türkiye ancak kendi zekâsı, kendi dehasıyla büyümelidir…

Elbette ki milletlerarası ilişkilerde karşılıklı çıkar ilişkileri olur, toplumların birbirlerinden etkilenmeleri normaldir ama ne kadar etkilerse etkilensin, bundan sonrada söz, benim ilmi-siyaset sahibi aydınıma düşer!

Düşünen, kafa yoran aydın, yaşadığı ülke toprağından ayağını kaldırmayan aydın, ülkesinin sorunlarıyla yüzleşen aydın, çözümler üreten, ne pahasına olursa olsun doğruluktan ayrılmayan aydın, insan olarak toplumunun çile ve yok oluş sancılarının yanında olan bir aydın mutlaka olmalıdır.

O aydınlar kim bilir, şu an İslam’ın çiğnenmiş hangi diyarında, hangi yıkık beldesinde kozasını örüyor, bilmiyorum…

Bu bakımdan Türk aydını, ulusalcı, tefeci ve küreselcilerin sofrasına oturmamalıdır.

Çünkü Türk aydını aklını özgür bir şekilde kullanmalı, bu ülkenin küllerinden yeni mucizeler inşa etmelidir.

Aydınlar, bir milletin hafızalarıdır.

Yeter ki bu hafızayı birileri silmesin, kör/topal, sağır ve dilsiz bırakmasın!

Son iki asırdan bu tarafa görülen hakikat şudur:

Toplumun güven duygusu kaybolmuş, asabiyeti çözülmüş, herkes birbirinden endişe eder olmuş, ülkede reform kapıları kapatılmıştır. Hatta teşebbüs edilen her reform hareketi budanmıştır. 

Bunun hesabının altından kalkmak zor olsa gerek…

Günümüz aydınlarının yapacakları iş, uyuyan devi uyandırmak, kuşkuları,  korkuları ve belirsizlikleri ortadan kaldırmaktır. Anti-emperyalist, yerli ve yenilikçi çizgiye dönmektir.

Dahası Filibeli Ahmet Hilmi’lerin, Seyyid Bey’lerin, Mehmet Akif’lerin, ‘üçüncü yol’ dedikleri yolu canlandırmaktır.

Bu yol, ‘adalet’ yoludur.

Gelenekçi düşünceden çıkıp yenilikçi bir yola girmenin, ön şartı, birbirimizi sevmekten ve saygı duymaktan geçer.

Saygı duymanın, sevgi beslemenin ve birbirimizi anlamanın önündeki en büyük engel; din ve siyaset dilinin korku ve tehdide dayalı olmasıdır.

Hâlbuki farklılıklarımız zenginliğimizdir. Ondan desenli, yüzüne bakmaya doyulamaz kilimler çıkar.

Fakat Ülkemizde siyaset, dini yapı, itici ve nefret dolu…

Bunlar insanda korku uyandırıyor.

Aslında korkularımız ümitlerimizi bitirir.

Dünyanın bütün sorunları ve insanoğlunun bütün sıkıntılarının çözümü bu korkularda saklıdır.

Tersinden bakacak olursak, insanın mutluluğu sevmek, saymak ve kardeş olmakta gizlidir.

Bir dünya iki hükümdara azdır’ zihniyeti, hala geçerliliğini korumaktadır.

Demem o ki insanlar, toplama kamplarında üst üste yaşamanın ne demek olduğunu bilmiyorlar!

Çünkü yaşamış değiller!

Aynı vatan toprağı üzerinde yaşayan ve aynı toprağın kaderini paylaşanlar, hala birbirinde farklılıklar arıyor! ‘Ben mükemmel, sen sapık, ben hidayette, sen delalette, ben mümin sen müşrik…’ Sözleri ortalığı toz/dumana katıyor.

Eğer herkes, İslami ve evrensel değerler etrafında toplansa, sorunlarının çözümünü ‘adalet ve yansızlıkta’ görse; o zaman ne zulüm olur, ne mazlumun kanı akar, ne açlık boy gösterir, ne hırsızlık olur ve ne de hiçbir şey çalanın yanına kar kalır.

Bu yüzden insanın gözlerini, kulaklarını ve vicdanını hakikate kapatması, kendine karşı işlediği en büyük zulümdür…

Farklılıklarımızı iktidara taşımak için ırkçılık yapmaya, kin beslemeye,  ötekini  tasfiye etmeye ve meseleyi bir mezhep savaşına dönüştürmeye gerek yoktur.

Bakınız Hz. Ali’nin ve Muaviye’nin haklı/haksız oldukları tartışmasını bir kenara bırakalım da, önümüze bakalım. Zira bunun sonucu, Müslümanlara ağır gelmiştir. Halen de yanan ateş söndürülememiştir.

Zamanımızda yaşanan olayların fitilini ateşleyen güçlerin, dış kaynaklı olduğunu görmek zorundayız.

Zira yol üstünde bağı olanın başından dert eksik olmuyor. Abdullah İbni Sebe iş başında, o fitneci hala şeytanın işini yapıyor…

Osmanlının çöküşünde ve yıkılışında, Birinci Dünya Savaşında, milletlerin perişanlığında hep bu ideolojinin kirli ve kanlı yüzü görülür.

İsrail oğullarının beş bin yıldan beri kedilerini hep üstün ırk ve diğer milletleri de köle olarak görmeleri, insanlığın ufkunu karartmıştır.

Arzı- Mev’ut uğruna Amerika bile, milli çıkarlarından vazgeçmiştir.

Dünya milletleri ‘Kapitalist Düzeninin’ etkisi altında tutulmuştur. İki Müslüman yardımda bir araya gelmiyor…

ABD ‘Kapitalist Düzeni’ bir projedir. Kızılderililer üzerinden Yahudi film şirketleri, insanlıktan intikamlarını almışlardır.

Katılıyorum bu görüşe

Yol yapmak güzel de, o yolda senin ürettiğin bir araban yoksa, arabaların benzini keşke ithal olmasa, şehirleri rengârenk ışıklarla donatılması güzel de, keşke o ampulün ışığı ithal olmasa

Mahmut AKYOL

Yer işareti koy permalink.

Yoruma kapalı.