EY İNSAN; RABBİNİ VE ÖLÜMÜ SAKIN UNUTMA!

logo5

EY İNSAN; RABBİNİ VE ÖLÜMÜ SAKIN UNUTMA!

Şayet unutursan  sevgiden, merhametten, şefkatten yoksun kalırsın!

Korku ve ölüm insanı dünyada yalnızlaştırır.

Yalnızlık çekmemek ve ölümü öldürmek için, ölümsüz olanla birlikte olmak gerekir.

Yalnızlık ve ölüm korkusunu giderecek olan ‘Din ve ahlaktır’. Dinin ve ahlakın kaynağı, Kur’an’dır.

İnsana gönderilen ilk ayet, “oku” dur. Tefekküren okumak; insanı sıkıntıdan kurtarır.

Şehvete, şöhrete, servete ve siyasete dalmak, insanları birbirine düşürdü…

Mezarlıklarda binlerce yıldır değişmeyen derin din, bugün hala yaşamaktadır. Hâlbuki ölen birinin geri gelmesi Dinen mümkün değildir.

Allah; Ahiret Gününde insanların soyuna, kariyer ve konforuna bakmaz! Üsttekilere farklı, alttakilere farklı muamele yapmaz! Adaleti gereği herkese ‘kulum’ der ve eşit davranır!

Allah; Peygamberleri güce dayalı değil, söze dayalı tebliğ için göndermiştir. Yine Allah, korkutarak hiçbir kulunu inanmaya çağırmamıştır!

İnananlar İslam’dan uzaklaşınca, sorumluluktan da uzaklaştılar. Uzaklaştıkça da sorumluluğu Allah’a, Peygambere, Evliyaya, söze dayalı duaya havale ettiler…

***

Bu sebeple insanlar itibarsızlaştı. Ancak insan, fıtratına uygun yaşarsa itibarlı olur.

Müslüman’ın kaybolan itibarını geri getirmek için ‘Ümmet Birliği’ şarttır. Bu birlik din ve mezhep birliği değil, ekonomik ve siyasal bir yapıdır.

Daha önce bu birlik, Medine’de “adalet, doğruluk, dürüstlük” esası üzerinde kurulmuştur.

Müslümanlar, ‘Hilafetten’ sonra ‘Saltanat’ devrine geçince, itibarsızlık başladı. Ortalığı zulüm kapladı. Hırsızlık, ölüm, haksızlık arttı. Müslümanları kendi aralarında kibir ve bencillik sardı.

Bugün de öyle

Herkes her şeyi bildiği halde, gerçeği kabul etmiyor

Kibirli halleri insanlığı esir etti

Kur’an’ın beyanına göre Allah, dağları/taşları, yeryüzünü, denizleri, içindekilerini, ırmakları, ağaçları, üstünde biten meyveleri, topraktaki ayak izlerini, duvarları, dile getirip konuşturacaktır

Buna rağmen Emeviler, ‘ameli imandan’ ayrı saydılar. Hâlbuki Allah, iman ile amel arasında sıkı bir ilişki kurmuştur. Kur’an hep, ‘iman edenlerle Salih amel işleyenleri’ birlikte zikretti.

Şimdi nerede adalete dayalı bir iş, bir eylem varsa, nerede bir cömertlik, mertlik, yiğitlik, doğruluk, dürüstlük varsa ve nerede yalan söylenmiyor, iftira atılmıyor, komşusuna iyi davranılıyorsa ve yoldaki bir taş kaldırılıyorsa; bilinsin ki orada Kur’an yaşıyordur. İşte o zaman İnsanlar itibara kavuşmuştur.

***

Kur’an’ı Kerimde, değişik zamanları anlatan olaylar vardır ki bunlara kıssa denir.

İlk kıssa Âdem’in kıssasıdır.

Cinayetler genel olarak ‘para, mal/mülk, tarla, namus’ vs. meselelerden çıkar.

Âdem kıssasında cinayet işlendiği açık, fakat niçin işlendiğini anlamak için Kur’an’ın başka bir kıssasına bakmak gerekir. Bu kıssa ‘Kalem’ suresinde anlatılan ‘Bahçe Sahipleri’ kıssasıdır.

Bahçe Sahipleri’ kıssası, Âdem kıssasındaki cinayeti, kendiliğinden ortaya çıkarıyor.

Âdem’in iki oğlu arasında bir bahçe tartışması yaşanıyor. Kur’an lisanına göre Kabil bahçe sahibi ve hırsa düşmüş biridir. Kabil azgın, sapkın ve zalimdir.

Şeytan; insana ‘Kabil’ dört yoldan ve yandan yaklaşır. Bu yaklaşımlar sebebiyledir ki ‘Kabil’ şeytana uyar ve İnsanoğlunun bu yüzden yeryüzünde ayağı hep kaymıştır…

Şeytan; insana şöyle vesvese vermiştir:

Mülk sahibi olacaksın, yıkılmayacak bir mülke kavuşacak ve ölümsüz olacaksın’ İşte insanı yardan uçuran bu vesvesedir…

Demek ki, Âdem kıssasındaki ‘ilk günah’, mülkiyet hırsından çıkmıştır. Şöyle ki:

Kabil’in Allah’a sunduğu kurban, Allah’a ‘yakınlaşma isteği’ Allah tarafından kabul edilmez. Sebebi, bahçesinden getirdiği ürünler; kendi çabasıyla değil, başkasının hakkından kendi mülkiyetine geçirdiği malların olmasıdır.

Kabil’in mal edinme biçimi ve mallarının hırsızlık ve gasp yoluyla elde edilmiş olması, kardeşi Habil’e ‘Bu bahçe benim, vermem’ demesindendir.

Hâlbuki Allah, mülkün nasıl elde edileceğinin yolunu belirlemiştir. “İnsan için emeğinden başka hakkı yoktur” (Necm; 39)

Habil, Kabil’in bu kazanç biçimine karşı çıkar ve burada herkesin, özellikle de yoksulların hakkı olduğunu söyler.

Habil, yerlerin ve göklerin mülkiyetinin Allah’a ait olduğunu, topraktan, sudan, ateşten, ağaçların meyvelerinden, tüm insanların eşit yararlanma hakkı bulunduğunu, bunların kendisine ait olamayacağını söyler.

Habil, sadece emeğinin karşılığıyla yetinir, elde ettiği mallardan başkasına ait bir hak olduğu kabul eder. Yaptığı nüsuklar, hayırlar ve iyilikler Allah tarafından kabul edilir. Böylece Allah’a yaklaşmış olur.

Buradan da anlaşılıyor ki, ‘mutlak mülkiyet’ diye bir şey yoktur. Kişi maddeye şekil verebilir ama maddenin sahibi değildir. Maddeye şekil vermek emektir, emeğini bir karşılığı vardır ama madde, Allah’ındır.

Böylece ilk günah zina etmek değil, başkasına ait olan haklara ‘yasak ağaç’ tecavüz etmek oluyor.

***

Hâsılı:

Dinin, hayatın içinde olması gerekir, değilse o din ölüdür. Mesele bu kadar basit, ama anlayan yok.

Eğer bir din, tapınak veya mezarlıklarda yaşıyorsa ölü, hayata can suyu katıyorsa diridir.

Eğer bir din, devlet tarafından yönlendiriliyor, formatı ve kapsamı devletçe belirleniyorsa ölü, dinin sahibi tarafından kullarına kurtuluş için teklif ediyorsa diridir.

Eğer bir din, ‘Egemen Güçlerin’ kontrolündeyse ölü, insanlığa barış, huzur ve adalet sunuyorsa diridir.

Maun Suresinde, “Vay o namaz kılanların haline” denilirken, masal anlatılmıyor.

Namaz, Oruç, Zikir gibi nüsuklar, Allah ile kul arasında olur. Bunları yapmanız, elbette size bir şeyler kazandırır ve elbette sizi iyilik, güzellik ve doğruluk yapmaya yöneltir.

Doğru olanda budur.

Demek ki Dinin özü, baştan da söylendiği gibi adalet, dürüstlük, haksızlıklarla mücadele, ezilenin yanında olmak, yetimi hor görmeme ve açı doyurmaktır.

Önemli olan husus, burada zamanın sözünü bulup söylemektir. Çünkü her dönemin bir Ebu Cehil’i vardır. Bu bize dünyanın hep aynı yörüngede döndüğünü gösterir. Bu hal kıyamete kadar böyle devam edecektir.

Hz. Peygamberin yürüttüğü mücadele gençler, zayıflar, köleler ve fakirler arasında yankı bulmuştur.

Lakin Hz. Peygamber’den sonra; Arap kültürünün bir gereği olarak eski alışkanlıklarına dönmüşlerdir.

Hatta Hz. Ömer’i, Hz. Ali’yi kendileri için bir engel olarak görmüşler ve onları katletmekten çekinmemişlerdir.

Mahmut AKYOL

Yer işareti koy permalink.

Yoruma kapalı.