LEHÜL MÜLK, LA İLAHE İLLALLAH!

logo5

LEHÜL MÜLK, LA İLAHE İLLALLAH!

Hz. Âdem’den beri yeryüzü mabetsiz ve mabutsuz bir an yaşanmadı.

Bu sevgi ve merhameti sonsuz Allah’ın kullarını terk etmediğini ve başıboş bırakmadığını gösterir.

Her toplum kedine göre bir mabede ve mabuda ihtiyaç duymuştur. Kıyamete kadar da bu duymaya devam edecektir.

***

Allah kullarına iki yol göstermiştir.

Bu yollardan birisi iyi, güzel ve doğru olan yoldur. Bu yol insana tavsiye edilmiş, diğeri de edilmemiştir.

Çünkü bizim inandığımız Allah, kullarına sıkıntı çektirmekten zevk almaz! Zevk alma yöntemi Yunan mitolojisinin ve Yahudi kültürünün bir ürünüdür.

Allah, her şeyden önce kulunun iyi bir Müslüman olmasını ister. İnsana bu istek bir teklifidir.

Allah, iyi bir Müslüman olmanın yollarını Kerim Kitabında detaylı bir şekilde açıklamıştır.

Bu yol, Sırat-ı Müstakimdir.

***

Allah kullarını Müslüman kimliğiyle şereflendirmiştir.

Yani Allah, mümin kullarını saf bir yürek temizliği içinde olmasını, her türlü kötülüğe karşı aktif bir mücadele etmesini ister ve bundan ziyadesiyle razı olur.

Bu yolun nasıl olması gerektiğini Allah, elçilerinin hayatlarından örnekler göstererek yapar.

Yani dinin özünün nelerden ibaret olduğunu gösterir.

Allah, Müslüman’ın sosyal çevreye ve tabiata karşı duyarlı olmasını ister.

Eğer Allah’ın yanında ki değerini bilmek istiyorsan, önce sizin yanınızda O’nun değerine bakacaksın!

***

Bakın hiçbir devlet gücü olmadan yeryüzünde, insanlar arasında yayılan tek din, İslam’dır.

İslam’ın sahibi Allah’tır. Yine Allah İslam’ı, insan için fıtrat yapmıştır. Bu bakımdan Allah nurunu inanan kulları üzerinden tamamlar.

***

Hz. Peygamber’in en azılı düşmanı, Mekke’deki rahip Ebu Amir’dir. Ebu Amir, Kâbe çetesini Hz. Peygambere karşı suikasta kışkırtan kişidir.

Burada dine karşı din faktörü karşımıza çıkar…

Yani Ebu Amir, ‘Mescid-i Nebevi’ karşısına ‘Mescid-i Dırar’ı’ yaptırandır. Dahası Bizans’ı, ülkesini işgal etmeye davet edecek kadar gözü dönmüş birisidir.

Tarih boyunca ‘Hamanlar’ mülk, siyaset ve iktidar sahipleriyle birlikte hareket etmişlerdir. Aslında bu bir çelişkidir.

Yani hem dindar olmak ve hem de Allah’ın mülküne çöreklenmiş olanların yanında yer almak…

***

Allah meleklere, kitaplara, peygamberlere ve ahiret gününe inanmasının ne demek olduğunu anlatmak için; insanı namaza, zekâta, oruca, hacca, cihada yakınlaştırır.

Yani:

  • Müslüman, yaşayan bir din anlayışına sahip olmasını, teoride kalmış ve tapınağa sokulmuş bir din anlayışından uzaklaşmasını ister…
  • Dahası Müslümanın, Hz. Peygamber’in hayatına bakmasını ister…
  • Özgürlüğünü kaybetmiş köle ruhlu insanlar yaşadıkça, benliklerini de kaybeder.
  • İşte Allah’ın insanlara gönderdiği din burada kendini gösterir.
  • Fekku Ragabe’(kölelere özgürlük) sözü burada devreye girer.

Şimdi burada bizim din anlayışımızı sorgulamamız gerekir.

  • Acaba bizim din anlayışımız bir Hindu din anlayışından, bir Yahudilikten ve bir Hıristiyanlıktan ne kadar farlıdır?
  • Acaba bizler de başkalarının din anlayışına baktıkları gibi mi İslam’a bakıyor ve İslam’ı ‘dinlerden bir din’ olarak mı görüyoruz?
  • Acaba biz de mi, onların dediği gibi; ‘din ayrı, dünya ayrı’ diyoruz?

Bu karmaşıklıktan kurtulmak için, İslam’da dini düşüncenin yeniden inşası gerekir. İnşa etmek demek, İslam’ı yeniden yapılandırmak demektir. Bundan başka bir şey kastetmiyorum. Ben buna, dinin yeni dili diyorum.

***

Toplumlar süratle değişiyor. Değişen toplumun ihtiyaçları değişiyor. Din, bu ihtiyaçlara cevap vermek zorunda…

Eğer bize din, dünya için gerekli ise, Muhammet İkbal’in dediği gibi yeniden akıl, ruh ve gönül dünyası kurulmalı diyorum.

Çünkü Batı hayatına akıl, Doğu hayatına ruh hâkim olmuştur. Bundan böyle din ve dini hayat denilince aklımıza tek başına dini ayinler gelmemelidir…

Hak, hukuk, adalet, işgaller, zulümler, tecavüzler, yoksulluk, yolsuzluk, sokak çocukları, özürlüler, açlar, susuzlar, giderek artan boşanmalar, dağılan aileler, işsizler, zam, zulüm, işkence, plansız şehirleşme, trafik, gecekondu, sanat, edebiyat, şiir, felsefe, müzik, sinema, tarih, tabiat, uygarlık vs de gelmelidir.

Bu kavramlar akıl, ruh ve aşkla yoğrulmalıdır.

Yine Müslüman zihin kavramında yer alan dinin içi sadece ‘cami, ezan, kandil geceleri, türbe, şeyh, yeşil sarık, başörtüsü, cin, peri, masal, mucize, kehanet, sır, musalla taşı, mezarlıktan’ ibaret sayılmamalıdır…

Modern dünyada din anlayışına böyle bakılabilir, din böyle anlaşılıyor olabilir.

Diğer dinlerin görkemli tapınakları, din adamları sınıfı, kutsal gün ve geceleri, mucizeleri, kehanetleri olabilir; fakat Müslümanlar dine böyle bakamaz ve bu şekilde onları taklit yoluna gidemez…

Dine ve din anlayışına böyle bakanlar elbette ki, ‘Kisra’ karşısına çıkan sahabenin ‘İnsanları dinlerin zulmünden ve krallara ibadetten (onlara kulluk ve kölelik yapmaktan) kurtarmaya geldik’ sözünü anlayamazlar.

Konuya yeniden dönecek olursak din:

Lehül Mülk, La İlahe İllallah’tır.

Yedinci yüzyılda dünyanın Batısına ve Doğusuna hâkim olan Bizans ve Sasani imparatorluklarının saraylarında yankılanan ses budur.

Onlar için bu ses çok büyük bir tehdit ve tehlike olmuş, sonunda korktukları başlarına gelmiştir.

Bu günde Müslüman’ın tek gücü yine budur. Yani, Lehül Mülk, La İlahe İllallah’tır. Yeter ki bu kavramlara inanmanın ötesinde güven duyulabilsin…

‘Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse sapıklığın en koyusuna düşmüş olur.’

(Nisa, 4/136)

Din, hava gibidir. Her yerde görünür, herkes ona muhtaçtır.

Onun için diyoruz ki din, gereklidir ve hayatın içinde mutlak surette görünür olmalıdır.

Mahmut AKYOL

Yer işareti koy permalink.

Yoruma kapalı.