DİNDE VE KUR’AN’DA GEÇEN ‘LANET’, DUA VE İBADET KAVRAMLARI!

logo5

DİNDE VE KUR’AN’DA GEÇEN ‘LANET’, DUA VE İBADET KAVRAMLARI!

İslam’da zorbalık yasaklanmıştır. Dinin Devletten bağımsız olması gerekir. Din bir partinin arka bahçesi olmamalıdır.

O zaman ‘Gaybı’ kim bilir?

Bu konudaki birkaç âyet meali verelim.

Gaybı ancak Allah bilir. (Haşr 22)

Allah’ın, gaybları en iyi bilen olduğunu hâlâ anlamadılar mı? Tevbe 78

Göklerin ve yerin gaybı (sırrı)  yalnız Allah’a aittir. Her iş O’na döndürülür. Öyle ise O’na kulluk et ve O’na dayan! Rabbin yaptıklarınızdan gafil değildir. Hud 123,

*

Gaybı Peygamberler de bilmez. Bu konudaki birkaç âyet-i kerime meali şöyledir:

(Ben gaybı da bilmem.) Enam 50, Hud 31

(Gaybın anahtarları Allah’ın yanındadır.) Enam 59

De ki: “Benim kendim için, Allah’ın dilemesi dışında, ne bir faydaya, ne de bir zarara mâlik değilim! Çünki gaybı biliyor olsaydım, daha çok hayır elde ederdim ve bana hiçbir kötülük dokunmazdı! Ben ancak, îmân edecek bir kavim için bir korkutucu ve bir müjdeleyiciyim.” Araf 188

*

Gaybı cinler de bilmez. Bir âyet meali:

(Cinler gaybı bilselerdi, zelil edici azap içinde kalmazlardı.) Sebe 14

*

Kur’an’da otuza yakın yerde ‘lanet’ kelimesi geçer…

Bu kelimenin tamamına yakın kısmı kişilerin  ‘davranışlarıyla’ alakalıdır.

Aslında hiç kimse lanetli doğmaz, Allah’ın lanetlediği davranışlar, kişilerin yaptıklarıdır.

Mesela Yahudiler kavim olarak lanetlenmiş değildir. Şayet öyle olsaydı Hz. Peygamber, Safiye ve Reyhane gibi Yahudi kadınlarla evlenmezdi. (Hamidullah, İslam Peygamberi, c.2, s. 740-745).

*

Ayetleri gizleyenler (2/159),

Yalan söyleyenler (3/61),

Zalimlik edenler (3/87, 7/44),

Cumartesi yasağına riayet etmeyenler (4/47),

Put ve tağutları destekleyeler (4/51-52),

Sözünden dönenler ve Allah’ın sözlerini değiştirenler (5/13),

Maymun iştahlı ve domuz karakterli olanlarla şeytana tapanlar (5/60),

Yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlar (5/60),

İsyan edenler ve hadlerini aşanlar (5/78),

Erkek ve kadınlardan kâfirlik ve münafıklık edenler (9/68),

Rablerini inkâr edenler (11/99),

Akıl dışılığa dayalı Firavun düzenlerini destekleyenler (11/97-99),

İffetli mümin kadınlara zina isnat edenler (24/24),

Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayan ve insanları günaha çağırmak için çete kuranlar (42/39-42),

Allah ve resulünü incitenler (33/57),

Kötü haberler yayıp ortalığı karıştıranlar (33/61),

Münafıklık yapanlar, Allah’a şirk koşanlar (48/6),

Müminleri öldürmek için, hendek kazıp içinde ateş yakanlar (85/5)…

Her çağda ve her mekânda kim bunları yapıyorsa bilin ki Allah onların davranışını lanetliyor. 

*

Kur’an’da sadece iki yerde Allah bir davranışa değil, bir nesneye ve bir kişiye lanet ediyor.

Onların ilki:

Beni ateşten onu çamurdan yarattın diyen şeytan (38/76),

Yine Kur’an’da lanetlenmiş olan cehennemdeki zakkum ağacıdır.

*

Gelin Dini Mübin ve Kur’an’ı Kerim üzerinde düşünelim! Zira O’nun üzerinde düşünmek farzdır.

Gelin, Kur’an’da lanetlenmiş, kötü ahlak ve davranışlardan korunmak için Allah’a iltica edelim! Yalvaralım, dua edelim!

Dua, yazılmış ve klasik bir hal almış sözlerin bir tekrarı değildir.

Dua, zalimin yüzüne karşı mazlumun hakkını savunmaktır. Dua, hayatın içinde yapılanlardır. Sözde ve özde olan samimiyettir.

Kısaca Dua, bir yaşam biçimidir. Dua, işin gereğini yapmak, sorumluluk üstlenmektir. Değilse dua içeren ayetlerin sayısını bilmek değildir.

Dua, istemektir. Duayı insan, ihtiyaçlarını gidermek için yapar. Dua, sende olmayanı olandan istemektir. Kur’an’ın kendisi bizatihi duadır.

Kur’an’da bu ihtiyaçları gidermek için gönderilmiş değil mi? O halde, ihtiyaçlarınızı gidermek maksadıyla Kitabı Kerimi okumak gerekmez mi?

Fakat Kur’an’ı ölülerin başında okumayı sürdürdüğümüz müddetçe, onu nasıl anlayabilir ve sorunlarımızı nasıl çözebiliriz!

Gördüğüm o ki, insanoğlu sorumluluktan kaçıyor. Sorumluluktan kaçarken de işi kadere, ya da bir başkasının üzerine atarak kurtulacağını zannediyor. En büyük yanlışı da burada yapıyor.

Allah’ın ‘Kimse kimsenin yaptığından sorumlu değildir.’ Buyruğu görmezden geliniyor. Güya gözünü kapatmakla hakikatin yok olacağını zannediyor.

Çünkü Müslümanların sorunları, Kur’an’ı Kerimin anlaşılmasında yatıyor. Bu sorunların çözüme kavuşması için bazı kavramların yeniden belirlemesi gerekiyor.

Mesela ibadet kavramını ele alalım.

İbadet sadece namaz, oruç, hac vs den ibaret değildir. İbadet, hayatın içinde olan her şeydir. İbadet; Namaz, oruç, hac vs, hayatın içinde olan şeylere bir giriştir.

Bir iş ve değer üretirken bu İbadetler insana yol gösterir. Kardeşliği, eşitliği, bölüşmeyi, sevgi ve merhameti, haramı/helali insana bu İbadetler öğretir. Namazda (Salât) çağırmayı, bağışlanmayı, dönüş yapmayı, yalvarma, eğilme ve yere kapanmayı öğrenirsiniz.

Yani namazla bir Müslüman, sorunlarını çözmek için, Allah’tan başkasını çağırmayı asla aklına getirmez!

Yazık ki, Müslümanlar bunlardan habersiz olarak namaz kılarlar.

Salât, Kur’an’ın en temel kavramlarından birisidir. Bu kavram, insandaki temel özellik olan bir sorumluluk simgesidir.

Çünkü salât Yardımlaşma, dayanışma ve destek anlamına da gelir. Salât kavramı, aynı zamanda Namazı kasteder.

Hayata bakıldığında görülen o ki dinin direği iyilik, güzellik, doğruluk ve dürüstlüktür. Yani adalettir, güzel ahlaktır… Çünkü Namaz içte yapılan, dışta yapılan doğruluk/dürüstlük, adalet ve ahlaktır.

Onun için sosyal hayatı ayakta ve dengede tutmak, adaleti zorunlu kılar.

Şimdi Allah’ın vahyi, kıyamet sabahına kadar elimizde olacağına, insanoğlunun sorunlarına ışık tutacağına göre, onu dilden dile değil, çağdan çağa yorumlayıp taşımak ve akletmek gerekir!

Şimdi; Kur’an’ı en iyi anlayan Allah’ın Resulü olduğuna göre, onun ne yaptığına bakmak gerekir! Bizim de Dini Mübin ve Kur’an’ı Kerimi  ete/kemiğe büründürmemiz gerekir!

Sonuç olarak: Din ve Kur’an hakkında tefekkür duadır ve düşünmek farzdır.

Mahmut AKYOL

YAŞADIĞIN DİN VE KİTAP SENİN HAYATINDIR! BU HAYAT KİMİN YANINDA, KİMİN KARŞISINDA OLDUĞUNU GÖSTERİR!

logo5
YAŞADIĞIN DİN VE KİTAP SENİN HAYATINDIR! BU HAYAT KİMİN YANINDA, KİMİN KARŞISINDA OLDUĞUNU GÖSTERİR!

Cenab-ı Allah, Tevrat’ı, İncil’i hak kitaplar olarak Kur’an’dan önce in­dirirdi. Zamanla Tevrat ve İncil tahrif oldu. Fakat Kur’an, Kıyamete kadarda bozulmayacaktır!

Ancak Kur’an ayetlerinin bazen içi boşaltıldı.

Şimdi aşağıda yazılanlar, Kur’an’ın yanlış anlaşılmasına birer örnektir…

Biz onu (Kur’an’ı) deşifre ediyoruz. Buna ezber bozmak deniyorsa evet, biz insanların ezberlerini bozuyoruz.

*

Mesela Peygamberler hata yapmaz değil; büyük günah işlemezler. Fıtratı, karakteri ve içsel dünyalarının kavi (kuvvetli) olmalarından dolayı böyledir. Biz de öyle olabiliriz. Fakat biz, peygamber olamayız.

*

İlk günaha sebep olan Havva mıdır, yoksa bu uydurma mı bir benzetme midir?

Kur’an’a göre ilk günah diye bir şey yoktur. Şeytanın vesvesesi vardır. Buna “vesveselerin anası” diyoruz. Nedir bu? Şecere-i huld (son sınırına kadar toplamak) yani mülk-i la yebla (yıkılmayacak bir mülke kavuşmak).  Âdem eşi ile bunu işlediği için cennetten (dünyanın ilk doğal ve masum halinden) düştü. Hala da düşüyor.

*

Kasıntılı tipler insanda kaşıntı yapıyor. Gireceğin iki metrekare toprak, yılana çıyana yem olacağız, üç gün sonra leşimiz kokacak, hallerini bir düşünsene orada Kasıntılı olanları…

*

Zekât gelir vergisi değil; servet vergisidir. Zekât Geliri olandan değil; serveti olandan alınır. Asgari ücretten, asgari geçim sınırı altında kalan hiç kimseden vergi alınmamalıdır. Dahası üretimden, gelirden vergi alınmamalıdır. Vergi servetten, birikmişi olandan alınmalıdır.

Adalet Devleti bu olsa gerek. Zekât, Adalet Devleti’nin maliye düzeninin temelidir. Kırkta birini unutun.

*

Müşrik Allah’a inanıp, Lehul-mülk (Mülk Allah’ındır) ilkesinde ortaklık iddiasında bulunandır. Yani Allah’ın mülkünde (yeryüzünde) bilgi, iktidar ve servet tekeli kurup, bunu kimselere vermek istemeyip “benim” diyendir.

*

Mesela Afv etmek demek, fazlalık demektir. “Beni afv et” (Üzerimde fazlalık olarak işlediğim günahlarımı yok say), “Afv edersiniz” (Size fazlalıktan bir şey yaptım, özür dilerim yok sayın.)

*

Mesela Şeytan, insanın içindeki kötülük dürtülerinin sembolik ismidir. Ayrıca Şeytan, ontolojik bir varlık değildir.

*

Mülkün Allah’a ait olduğunu kabul etmeyene Müşrik, hak ve hakikati örten kişiye de Kâfir denir. Yani bende mülke ortağım diyen kişi Allah’a şirk koşmuş olur. Bu gerçeği hem örten, hem de bu gerçeği dile getirene kâfir denir.

*

Kurban bayramı yakınlaşmak, fedakârlık, kaynaşmak demektir.

Yani Kurban bayramı et bayramı değildir. Hiç kurban kesilmese, sadece hacca gidenler kesse de olur.

Ramazan ayıda kendini tutmayı öğrenmek, açlarla yoksulun buluşması Oruç olmuş oluyor.

*

Mesela Laiklikler adalet, emanet, ehliyet, meşveret ve maslahat kavramlarının “Kur’an’dan” çıktığını kabul etmezler.

Eğer kabul ederlerse, o zaman devleti “din kurallarına” dayandırmış olurlar, devlet Şeriat kurallarına göre idare ediliyor denilir…

*

Hz. âdem ilk insan değildir. İnsanlaşmayı yani beyt (ev), şeriata (hukuk) ve ahlaka (savm/kendini tutma/oruç) dayalı yaşamı başlatan ilk insanların sembolik ismidir.

Topraktan yaratılma topraktan gelen gıdalardan yaratılma demektir. Şeytanın ateşten yaratılması, insanın içindeki kötülük dürtülerinin ateş (öfke, şehvet, ihtiras) ile temsilidir.

Kur’an Âdem’e değil; yaptığı eve ilk ev (evvelu’l-beyt) der. Yani bununla Kâbe kastedilir. İnsanların oturmak için yaptıkları ilk ev demektir. Sonra Allah bunu kendi evi olarak simgeleştirmiştir. Ev ve aile yaşamı yani uygarlığın başladığı yer anlamındadır.

*

Selam un Aleyküm Arapçadır. Türkçesi Selam sana demektir. Selam barış, esenlik, güvenlik demek olduğuna göre karşıdaki kişiye selam, esenlik ve güven dilemek gerekir. Bunun illa Arapça yapılması gerekmez.

Size herhangi bir tahiyye (selamlama) yapıldığında daha iyisi ile tahiyye yapın (selamlayın) veya aynısı ile karşılayın.” (Nisa; 86)

Selamı almanın farz olduğuna dair görüş bu ayete dayanıyor.

*

Mesela Bir denizin içindeki balıkların ne yaptığını veya yapacağını bilmesi neyse, Allah’ın bizim yaptıklarımızı bilmesi de buna benzerdir. Allah’ın bilgisi olaydan önce veya sonra değil; olaylar oldukça bilinmektedir. İlahi hayat kemale doğru değil; kemal içindedir

 *         

Mesela Hur beyaz, Ayn göz aydınlığı demektir. “Göz aydınlığı eşler” diye anlamayanlar ki bu mutluluğun, sadakatin sembolüdür.

*

Mesela insanın dindarlığı şahadet getirerek, namaz kılıp oruç tutarak, hacca giderek değil; infak edip etmediği ile ölçülür. İnfak etmeyene münafık denir. Kur’an’da en büyük günah, servet yığmak ve böylece Allah’ın mülküne ortak olmaya kalkışmaktır.

*

Hz. Muhammed’in kalbi melekler tarafından temizlendi mi? “Senin göğsünü şerh etmedik mi?” (İnşirah, 1)

Senin içindeki sıkıntıyı gidermedik mi, genişlik ve ferahlık vermedik mi? demektir. Göğsün yarılması, kalbinin yıkanmasıyla alakası yoktur.

*

Amel, imandan bir cüzdür. İman ile amel arasında sıkı sıkıya bir ilişki vardır. Kur’an hep iman edenler ve Salih amel işleyenler der.

*

Dua ve nusuklar bir eğitim ve terbiye aracı olarak vardırlar. İbadet ile nusuk karıştırılmasın. Allah’ın bizim namazımıza, orucumuza, kurbanımıza ihtiyacı yok. Bunların hepsi bizim adam olmamız için konulmuş terbiye metotlarıdır.

Mahmut AKYOL

 

AFRO-AVRASYA DEYİMİ VE KADİM DEĞERLERİN COĞRAFYASI

logo5

AFRO-AVRASYA DEYİMİ VE KADİM DEĞERLERİN COĞRAFYASI

AfroAvrasya deyimi, Afrika ve Avrasya‘yı tek bir kıta olarak tanımlar.

Bir bütün olarak oluşturulan Afro-Avrasya kıtaları, Dünya nüfusunun yaklaşık %85’ini kapsar.

İnsanlığın temel değerlerinin, en eski tarihlerinden itibaren, Afro-Avrasya uygarlık kuşağından peygamberler, bilgeler ve filozoflar çıkmıştır.

Bu değerlerin nereden bakılsa bakılsın on bin yıllık yazılı tarih olduğu görülür.

Son alarak Afro-Avrasya’nın en merkezi yeri, Mekke’de ortaya çıkan Hz. Muhammed, kendisinden önce doğruluk namına ne kalmışsa hepsini sürmüş ve insanlığın atardamarlarını harekete geçirmiştir.

***

Filistin’de yaşayan Nuh’un yedi kanunu olarak bilenen ahlak ve adalet kuralları kendisinden sonra tüm İbrahim’i peygamberler tarafından izlenmiştir.

Nuh’un bu yedi kanunu, Musa’nın on emrinin adeta bir özeti gibidir.

1-Öldürmemek,

2-Çalmamak,

3-Zina yapmamak,

4-Putlara tapmamak,

5-Küfürden kaçınmak,

6-Adalete riayet etmek,

7- Canlı hayvan yememek…

Mısır’da yaşayan Hz. Musa’nın on emri, Nuh’un yedi ilkesini yinelemekte ve insanlığın atardamarını bir kez daha harekete geçirmiştir.

1- Tanrı’ya şirk koşmamak,

2-  Put yapmamak ve onlara tapmamak,

3-  Rab’in ismini boş yere ağzına almamak,

4-  Cumartesi yasağına riayet etmek,  

5-  Anne-babaya saygı göstermek,

6-  Öldürmemek,

7-  Çalmamak,

8-  İftira atmamak,

9-  Zina yapmamak,

10- Hiç kimsenin evine, barkına, karısına, hizmetçisine, öküzüne, eşeğine, hiçbir şeyine tamah etmemek.

Hindistan’da yaşayan Buda’nın beş buyruğu,

1- Öldürme,

2- Verilmeyeni alma,

3- Yalan söyleme,

4- İçki içme,

5- Eline, Beline, diline hâkim ol.

Zerdüşt ve Mani’nin İran Aryaları arasındaki çağrısı da benzer değerler vazetmektedir.

  • Mani’nin beş ilke ve üç mühür diye ifade ettiği kurallar insanlığın atardamarını bir kez daha harekete geçirmiştir.
  • Kötü söz söylememek
  • Et yememek
  • İçki içmemek
  • Zinadan uzak durmak
  • Hiç bir canlıya zarar vermemek; insanı, hayvanı, bitkiyi, toprağı, ekini, suyu vs. korumak…

1-Eline 2-Beline 3-Diline sahip olmak (Üç mühür)…

Çin’de Konfüçyüs gelenek, erdem, töre ve atasözlerine yaptığı ısrarlı vurgular vardır.

  • Eflatun’un iyilik idesi, Eflatun’a göre dört ana erdemdir;

1-Ölçülülük,

2- Cesaret,

3- Bilgelik,  

4-Adalet.

Bu erdemlerin ilk üçü insan ruhunun arzu, öfke ve akıl güçlerini dengeli bir şekilde kullanmasıyla oluşur. Tüm güçlerin denge içinde tutmasıyla da insanda adalet erdemi oluşur.

Yunan filozofları, özellikle SokratesAristo kadim değerler üzerine aynı tartışmayı devam ettirir. Burada Aristo’nun altın ortasından söz edebiliriz. Bu evrensel kadim değerler insanlık vicdanının atardamarlarıdır.

Keza Laotse’nin Taocu felsefesi insanları evrendeki kozmik adaletle uyum içinde yaşamaya çağırmaktadır.

‘Kişi içinde bulunduğu yerin yasasına uyar. Yer göğün yasasına uyar. Gök Tao’nun yasasına uyar. Tao ise kendi yasasına uyar. Sonsuz Tao’nun adı yoktur. Tao gizlidir, adsızdır. Adını bilemiyorum ama ona Tao diyorum…’

***

Kur’an’ın musaddık olması, insanlıkta ki iyilik, güzellik ve doğruluk adına hepsini sürdürür.

Görülüyor ki evrensel kadim değerler özü itibariyle ‘birlikte’ olmanın sonucu doğmuş, ‘ötekine’ zarar vermeme endişesi bu değerler ontolojisini ortaya çıkarmıştır.

Bu değerlerin özünde derin bir maneviyat, duyarlı bir metafizik, engin bir insanlık, doğa ve Allah sevgisi, birliktelik ve hoşgörü ruhu vardır.

Yani şeriatın maksadı öteden beri beş temel insan hakkını korumaya kilitlenmiştir. Bunlar din, can, emek, akıl, nesil

Nuh’un, Musa’nın, Buda’nın, Mani’nin, Konfüçyüs’ün, Sokrates’in, Eflatun’un, Aristo’nun, Muhammed’in ahlak ilkelerinin ısrarlı bir şekilde bu beş temel hak etrafında döner.

Bugün dahi yapılması gereken, Afro-Avrasya uygarlık kuşağının derin tarihinden gelen bu değerlerin yeniden inşasından başkası değildir…

***

Bütün Peygamberlerin söz ve davranışları Hz. Muhammed’de ve bütün kitapların sözleri de Kur’an’ı Kerimde toplanmıştır.

Allah, Peygambere vicdanı üzerinden seslenmiştir ki buna ‘Vahiy’ denir.

Allah, diğer bütün insanların vicdanları üzerinden konuşmuştur. Ayrıca Allah hiçbir yarattığı varlığı terk etmiş değildir.

Kur’an ‘Menkıbe’ olarak bahsettiklerine Yahudiler ‘Mucize’, Hıristiyanlık ‘Kehanet’, Şia, ‘İntizar’ demiştir.

***

İslam Dünyası; dinamik bir coğrafyadır.

İslam dünyası bugün için yaklaşık iki yüz ellişer milyonluk beş bloktan oluşmaktadır.

Adriyatik’den Çin Seddi’ne kadar Türkçe kökenli dilleri konuşan Müslüman topluluklar,

Hazar-İndüs havzasında Farsça kökenli dilleri konuşan Müslüman topluluklar,

Tüm Ortadoğu ve Kuzey Afrika’ya yayılmış Arapça konuşan Müslüman topluluklar,

Afrika’nca kökenli diller konuşan orta Afrika Müslüman topluluklar,

Güney Asya’da Malayca kökenli diller konuşan Müslüman topluluklar.

Bu beş blokta beş ülke öne çıkmaktadır; Türkiye, İran, Mısır, Nijerya ve Endonezya. Bunlar Batının Amerika, İngiltere, Fransa, Almanya ve İtalya’sına benzemektedir.

İslam dünyasının oluşturduğu ‘Afro-Avrasya Milletler Topluluğu’ projesi çerçevesinde Balkan, Kafkas, Uzak Asya, Güney Afrika ve Latin Amerika ülkelerinden muhtemel müttefikleriyle birlikte ‘İslam dünyası’ kavramı dini bir terim olmaktan öte bir şeydir.

İslam Dünyası, Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihten çekilmesiyle birlikte himayesiz kalmıştır.

İslam Dünyası tarihinde görülmedik bir şeklide Batı istilası yaşamıştır.

İbadet iş ve değer üretmektir. İnsanların hayrına işler yapmak, adalet ve iyilik için çalışmak, yoldan bir taşı kaldırmak ibadettir.

Bu dini mekânlardan çıktıktan sonra eğer siz yeryüzündeki nimetlerden eşitçe yararlanmaya yöneliyor ve böyle bir sistem kurmak için çalışıyorsanız, işte o zaman Allah’a ibadet etmiş olursunuz.

İslam, hayat dinidir. İslam bir tapınak eyleminden ibaret değildir.

Demem o ki İslam gerçek hayat dinidir, afyon değildir. Afyon demek, İslam’ı gündüzden kovup geceye hapsetmek, sokaktan çekip tapınağa sokmaktır.

Mübarek gün ve geceler dini değildir. Din, gündüzün ortasında, hayatın kalbinde atarsa bir mana ifade eder.

Yani ibadet, iyilik, adalet, zulme ve haksızlığa isyan, sözün namusu, doğruluk, dürüstlük, vefa, sevgi, merhamet ve cihat yolunun kendisidir.

Mahmut AKYOL

 

DİN DİLİNDE KORKU VE DİN ANLAYIŞIMIZ

logo5

DİN DİLİNDE  KORKU VE DİN ANLAYIŞIMIZ

Şu üç günlük dünya yalan söylemeye, zulüm yapmaya, kırıp dökmeğe değer mi?

Hepimiz Âdem’in çocukları değil miyiz?

Âdem’de topraktan değil mi?

Bir damla sudan yaratılan insan, sonunda aynı toprağa düşmeyecek mi?

O halde kibirli olmaya, kin ve nefret duymaya ne gerek var?

Hz. Resul buyurdular ki, ‘müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz; kolaylaştırınız, güçleştirmeyiniz‘ demesine rağmen, Müslüman’ın dini söyleminde korku neden egemendir?

(Buhâri, İlim 11, Edeb 80, Cihâd 164; Müslim, Cihâd 6-7. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 17)

İnsanlar, günah korkusuyla neden bütünleşti?

Çünkü günahı işleyen insanın bizzat kendisidir. Ancak, Allah’ın rahmeti her şeyi kuşatıcı olmasıdır. Allah, ‘Rahman’dır; merhamet O’nun en belirgin vasfıdır!  Allah’ın sonsuz rahmeti, varlık sahnesine çıkan, her şeyin var olmasını mümkün kılar.

Allah Rahim dir; bütün her şey, O’nun sonsuz merhameti sonucuyla açığa çıkar!

Bu sebeple Allah, Hz. Muhammed’i ‘âlemlere rahmet‘ olarak göndermiştir.

Dinin ve siyasetin korku merkezli dilini anlayabilmek için biraz, gerilere gitmek lazımdır.

Bu Millet, son iki asırdır korku içinde yaşatılmıştır. Hala da bu Millet, birbiriyle uğraşıyor! Birbirini suçluyor! Kimse, kimseyi anlamak istemiyor.

İki asırdır hala bu Millet, kendine gelmiş değil…

Osmanlı’nın son dönemlerine damgasını vuran, Batıcı, Türkçü, İslamcı çatışmasıdır…

Osmanlı’nın son kalesi, bu topraklarda kaim oldukça, Batıcı, Türkçü, İslamcı çatışması sürecektir…

Bu millet, yedi düvele karşı muazzam bir istiklal mücadelesi vermiş, vatanını dişiyle, tırnağıyla, kanıyla, canıyla inşa etmiştir…

Ne var ki, Cumhuriyetle birlikte bu millet, ciddi bir akıl tutulmasına sürüklendi. Kendi tarihiyle, devletiyle, değerleriyle kavgalı hale getirildi…

Bu Millet bundan sonra korku kültürüyle besledi…

Korku merkezli din ve siyaset dili, olup biteni, doğru anlama imkânını ortadan kaldırdı. Öyle ki tutunacak bir dal bile bırakmadı.

İnsanlar sadece yalnız kalmaktan, karanlıktan, hesap vermekten, ölümden, günahtan ve dinden çıkmaktan korkarlar.

Fakat ölüm korkusunun dışında kalan bütün korkuların öğrenilebilir

Korku, hayatı etkisi altına alınca İslam, insanın korkularını güvene çevirmeye çalışır.

Korku, aklın en büyük düşmanıdır. Çünkü korku akıldışı alanda serpilip gelişir. Korkaklardan korkmak gerekir! Korkuyu yaşam biçimi haline getirmiş insanların davranışlarını bilmek oldukça zordur.

Korku ile ilgili algı ve iletişim daima ‘güç’ üzerinden gerçekleşir. Korkak insanların ne yapacağı kestirilemez; öğrenilen korkular aklın sağlıklı işlemesini engeller.

Din dilinin ve siyaset dilinin korku merkezli olması, çok ciddi sorunları beraberinde getirmektedir.

Siyasetin ürettiği birtakım olumsuzluklar, toplumda kalıcı hale gelmeye başlamaktadır. Daha açık bir ifadeyle korku kültürü, hem dinin etkinliğini azaltmakta, hem de din istismarını kolaylaştırmaktadır.

Gelecek açısından, din ve siyaset dilinin mutlaka korkudan ve şiddetten arındırılması gerekmektedir.

Toplumu bir arada tutan temel kurucu değerlerin aşınmasına yol açan bu durum, aynı zamanda uzlaşı kültürünün inşasınada engel olmaktadır.

Toplumda korku üretim merkezleri oluşmuştur. Herkes, sesini duyurabilmek için bağırmak gerekir. Bağırmak, başkalarını dinlemek gibi bir niyetin olmadığını gösterir.

Bağıran insanların ‘anlaşılmak’ gibi bir dertleri de yoktur…

Bağırmak, çok yoğun bir korkunun varlığını açığa vurur.

***

İslam’ın temel dinamiklerinden biriside salim akıldır.

Din, insanın diğer varlıklarla olan münasebetini düzenler, hayatına yön verir…  Din, akıl sahiplerini imana çağıran ilâhî bir kanundur.

Dini vazeden Allah’tır. Kaynağı Kur’an’dır.

Bütün sahih dinler Allah’tan gelmiştir. Din, safiyetlerini korudukları sürece yürürlükte kalmışlardır.

Bu din, Tevhid tir.

Hz. Âdem’den itibaren bütün insanlar, Allah tarafından gönderilen tevhid dinine çağırılmışlardır.

Tevhid dininin esaslarını kavrayan, benimseyen ve hayatını bu esaslara göre düzenleyenlere Mü’min denir.

Din sadece vicdanlarda yaşayan bir düşünce değil; hayatın her alanında canlı bir şekilde vicdanla birlikte yaşayan bir sistemdir.

Din, tutulan yol, itaat ve ceza anlamlarına gelir.

Tekrar edecek olursak Din:

Allah tarafından konulmuş, insanların dünyadaki yaşayışlarını düzene sokan, Peygamberlere indirilen vahiy aracılığıyla insanlara ulaştırılan ilahi kanun ve nizamlardır.’

Dinin muhatabı insanlardır. Amacı, insanlara iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı, güzel ile çirkini birbirinden ayırmasını temindir.

  1. İman; Allaha, Meleklere, Peygamberlere, Kitaplara ve Ahiret Günü’ne inanmaktır.
  2. İslam; Namaz, Oruç, Hac, Zekât ve Cihat’tan ibarettir.

Bu iki kelimeyle ifade edilenler, Allah’ın diğer bütün emir ve yasaklarını içine alır. Yani Kur’an da ne kadar emir ve yasak varsa, onların tamamı Allah’ın farzlarıdır, imanın ve İslam’ın esaslarıdır.

Görüldüğü gibi iman başlığı altında sayılanların arasında ‘kaza ve kadar’, İslam başlığı altında sayılanların arasında da ‘şahadet’ yoktur, Bunun yerinde ‘cihat’ vardır.

Bakın, Emevi iktidarının maliyeti, İslam Ümmet’ine çok pahalıya mal olmuştur. 90 bini aşkın Müslüman dünyanın gözü önünde bir iktidar, bir siyasi ihtiras, uğruna yok olmuştur.

Emeviler döneminde, Kur’an’a ve İslam’a aykırı şekilde bir yığın yanlış yapılmıştır.

İslam Dininin en girift meselelerinin başında ‘Kaza ve Kader’ konusu gelir. İnkârı küfürdür, fakat imanın olmazsa olmazı değildir. Yani bu konu bir şart değil, bir gerektir.

İslam kelam tarihinde İmam Maturidi’den sonra ekol içinde, ikinci adam durumda olan kişi, Ebu Muin en-Nesefi’ dir. (öl.508/1114)

Nesefi, ‘Tabsıratu’l-Edille’de aynen şöyle demiştir:

Deriz ki, inançlara gelince, din âlimlerine göre bunlar beş esasa ayrılır; Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve ahiret gününe iman, ibadetler de onlara göre beşe ayrılmış olup salât, savm, hacc, zekât ve cihad’dır.’

Nesefi, bu sıralamayla dikkat çekici bir şekilde “kaza ve kaderi” iman esasları arasında saymamıştır.

İbadet:

İbadet, hayatın içinde faaliyet yürütürken ortaya çıkan her şeydir.

Kur’an’da 278 yerde de geçer. Kur’an-ı Kerimde nusuk 9 yerde geçer. Çünkü Müslüman takva sahibi olan kimsedir. Yani Her daim kendini Allah ile birlikte bilir. O’nu görüyormuşçasına yaşar.

Demek ki nusukların dışında yapılan her şey ibadettir.

Demek ki din, ahlaklı yaşamaktır.

Allah Resulü buyurdu ki: “Size hafif gelecek bir ibadeti söyleyeyim mi?” O ibadet, “Güzel ahlaktır.”

Ahlak:

Bir ilkeyi “huy” edinmektir. Doğru olmak, ahlaklı olmaktır.

İnsanı ayakta tutan sevgi, insanlığı ayakta tutan da adalettir. Bunların ana kaynağı da ahlaktır.

Mahmut AKYOL

 

 

 

ŞEYTANA PABUCUNU TERS GİYDİREN MİLLETİN DÜNKÜ VE BUGÜNKÜ HAZİN DURUMU…

logo5

ŞEYTANA PABUCUNU TERS GİYDİREN MİLLETİN DÜNKÜ VE BUGÜNKÜ HAZİN DURUMU…

Yazının başlığı size çok şey anlatması ve düşündürmesi gerekir…

İngilizler Haçın, dünyayı düzene koymaya çalışan üst aklıdır.

İngilizler, ABD’yi kendi hedefleri doğrultusunda kullanan bir güçtür.

İngilizler, İslam’a ve Müslümanlara karşı olan bir savaş makinesidir.

Fakat kendisi sahada hiç görünmez, onun yerinde meydanlarda hep piyonları dolaşır…

Ajanlarını, piyonlarını yetiştirdiği Londra’daki Exeter Üniversitesi’dir.

Yani ajanlarının büyük çoğunluğu bu okulda öğrenim görmüştür. Bu üniversite İngiltere için değil, sadece Ortadoğu ülkelerine ajan yetiştirir.

Buradan mezun olanlar, İslam ülkelerine gönderilir. Geri kalmış İslam Ülkelerin siyasal, sosyal ve ekonomik yönetiminde görevlerine gelmeleri için arkalarında durur, onlara kendi amaçlarını yapmaları için tekliflerde bulunur.

Exeter Üniversitesi mezunu Abdullah Gül, aynı okuldan mezun Ekmeleddin İhsanoğlu, Durmuş Yılmaz, Fehmi Koru bunlardan bazılarıdır.

Manchester Üniversitesinden mezun AYM üyesi Engin Yıldırım, Londra Üniversitesinden mezun Hüseyin Çelik, Leicester Üniversitesi mezunu Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Aslan’ı saymak mümkündür.

Tarihin ‘Güneş Batmayan Ülkesi’, nam-ı diğer Büyük Britanya, 10. Yüzyıl’dan beri hâkimiyetini bağımsız bir krallık olarak sürdürmektedir. ‘Denizlere hâkim olan cihana hâkim olur’ İngiltere’nin stratejisidir.

İngiltere, Avrupa’nın Kuzey Batısında konumlanmış ve halen tüm dünyada hatırı sayılır derecede, güçlü ve ırkçı ülkelerden birisidir.

Batı Roma İmpatorluluğu’nun M.S 476‘da çökmesi ile başlayan Ortaçağ’da zamanla baskın olan skolâstik düşünce sistemi tüm Avrupa’yı derinden etkilemiştir.

***

Her ne kadar aşağıdaki rivayetlerin doğru olduğu kadar, yanlış olma ihtimali de vardır.

***

1600’lerde İstanbul’a gelen İngiliz büyükelçileri, lazımlık kullanmasını bilmezlerdi. Pencereden boşaltmak adetleri vardı.

Banyoların içi sıcak suyla doldurulurdu. Doldurulan kap, içi büyük bir fıçıdan ibaretti. Evin erkeği temiz suyla yıkanma imtiyazına sahipti. Babadan sonra oğulları ve diğer erkekler, daha sonra kadınlar, sonra çocuklar, en son olarak da bebekler aynı suda yıkanırdı.

Evlerin çatıları üst üste yığılmış kamıştan yapılıyordu. Kamışların altında da tahta bulunmuyordu. Burası hayvanların ısınabilecekleri tek yer olduğu için bütün kediler, köpekler ve diğer küçük hayvanlar çatıda yaşıyordu.

Yukarıdan evin içine düşen şeyleri engelleyecek hiçbir şey olmadığından, böceklerin ve buna benzer nesnelerin yatakların içine düşmesi büyük bir sıkıntı oluşturuyordu.

Yemek pişirme işlemi her zaman ateşin üzerine asılı durumdaki büyük bir kazanın içinde yapılıyordu. Her gün ateş yakılıyor ve kazana bir şeyler ilave ediliyordu. Çoğu zaman sebze yeniyor, et pek bulunmazdı.

Bazen domuz eti bulunanlar çok sevinirlerdi. Eve ziyaretçi gelirse domuz etlerini asarak onlara gösteriş yaparlardı. Birisinin eve domuz eti getirmesi zenginlik işaretiydi.

Akşam yahni yenirse artıklar kazanda bırakılır, gece boyunca soğuyan yemek ertesi gün tekrar ısıtılarak yenmeye devam ediliyordu. Bazen bu yahni çok uzun süre kazanda kalıyordu.

Çoğu insanın evinde kalay-kurşun alaşımından yapılmış tabakları yoktu. Onun yerine tahta tabaklar kullanıyorlardı. Çoğu zaman bu tabaklar bayat ekmekten yapılıyordu. Kurtlu ve küflü tabaklardan yemek yiyen insanların ağızlarında ‘Tabak ağzı’ denen hastalık ortaya çıkıyordu.

İnsanlar ölülerini gömecek yer bulamamaya başlayınca, mezarları kazıp tabutları çıkarıyor, kemikleri bir ‘Kemik evi’ ne götürüyor ve mezarı yeniden kullanıyorlardı. Tabutlar açıldığında her 25 tabutun birinde iç tarafta kazıntı izleri olduğu görüldü. Böylece insanların diri, diri gömüldüğü ortaya çıkardı.

Bir kişi bütün gece boyu mezarlıkta oturup zili dinlerdi. Buna ‘Mezarlık nöbeti’ denirdi.

Ortaçağ’ da Avrupa’ da ki rahibelerin yüz ve ellerinden başka yerlerini yıkamaları kesin olarak yasaklanmıştı. Kastilya Kraliçesi İsabella bile 50 yıldan fazla süren hayatı boyunca iki kez banyo yapmıştı. Kirlilik âdeti Amerika’ya da bulaşmış, Pennsylvania ve Virginia eyaletlerinde ‘Banyo yapmayı yasaklayan’ ya da belirli kısıtlamalar getiren kanunlar çıkarılmıştı.

Mahmut AKYOL