DİN DİLİNDE KORKU VE DİN ANLAYIŞIMIZ

logo5

DİN DİLİNDE  KORKU VE DİN ANLAYIŞIMIZ

Şu üç günlük dünya yalan söylemeye, zulüm yapmaya, kırıp dökmeğe değer mi?

Hepimiz Âdem’in çocukları değil miyiz?

Âdem’de topraktan değil mi?

Bir damla sudan yaratılan insan, sonunda aynı toprağa düşmeyecek mi?

O halde kibirli olmaya, kin ve nefret duymaya ne gerek var?

Hz. Resul buyurdular ki, ‘müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz; kolaylaştırınız, güçleştirmeyiniz‘ demesine rağmen, Müslüman’ın dini söyleminde korku neden egemendir?

(Buhâri, İlim 11, Edeb 80, Cihâd 164; Müslim, Cihâd 6-7. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 17)

İnsanlar, günah korkusuyla neden bütünleşti?

Çünkü günahı işleyen insanın bizzat kendisidir. Ancak, Allah’ın rahmeti her şeyi kuşatıcı olmasıdır. Allah, ‘Rahman’dır; merhamet O’nun en belirgin vasfıdır!  Allah’ın sonsuz rahmeti, varlık sahnesine çıkan, her şeyin var olmasını mümkün kılar.

Allah Rahim dir; bütün her şey, O’nun sonsuz merhameti sonucuyla açığa çıkar!

Bu sebeple Allah, Hz. Muhammed’i ‘âlemlere rahmet‘ olarak göndermiştir.

Dinin ve siyasetin korku merkezli dilini anlayabilmek için biraz, gerilere gitmek lazımdır.

Bu Millet, son iki asırdır korku içinde yaşatılmıştır. Hala da bu Millet, birbiriyle uğraşıyor! Birbirini suçluyor! Kimse, kimseyi anlamak istemiyor.

İki asırdır hala bu Millet, kendine gelmiş değil…

Osmanlı’nın son dönemlerine damgasını vuran, Batıcı, Türkçü, İslamcı çatışmasıdır…

Osmanlı’nın son kalesi, bu topraklarda kaim oldukça, Batıcı, Türkçü, İslamcı çatışması sürecektir…

Bu millet, yedi düvele karşı muazzam bir istiklal mücadelesi vermiş, vatanını dişiyle, tırnağıyla, kanıyla, canıyla inşa etmiştir…

Ne var ki, Cumhuriyetle birlikte bu millet, ciddi bir akıl tutulmasına sürüklendi. Kendi tarihiyle, devletiyle, değerleriyle kavgalı hale getirildi…

Bu Millet bundan sonra korku kültürüyle besledi…

Korku merkezli din ve siyaset dili, olup biteni, doğru anlama imkânını ortadan kaldırdı. Öyle ki tutunacak bir dal bile bırakmadı.

İnsanlar sadece yalnız kalmaktan, karanlıktan, hesap vermekten, ölümden, günahtan ve dinden çıkmaktan korkarlar.

Fakat ölüm korkusunun dışında kalan bütün korkuların öğrenilebilir

Korku, hayatı etkisi altına alınca İslam, insanın korkularını güvene çevirmeye çalışır.

Korku, aklın en büyük düşmanıdır. Çünkü korku akıldışı alanda serpilip gelişir. Korkaklardan korkmak gerekir! Korkuyu yaşam biçimi haline getirmiş insanların davranışlarını bilmek oldukça zordur.

Korku ile ilgili algı ve iletişim daima ‘güç’ üzerinden gerçekleşir. Korkak insanların ne yapacağı kestirilemez; öğrenilen korkular aklın sağlıklı işlemesini engeller.

Din dilinin ve siyaset dilinin korku merkezli olması, çok ciddi sorunları beraberinde getirmektedir.

Siyasetin ürettiği birtakım olumsuzluklar, toplumda kalıcı hale gelmeye başlamaktadır. Daha açık bir ifadeyle korku kültürü, hem dinin etkinliğini azaltmakta, hem de din istismarını kolaylaştırmaktadır.

Gelecek açısından, din ve siyaset dilinin mutlaka korkudan ve şiddetten arındırılması gerekmektedir.

Toplumu bir arada tutan temel kurucu değerlerin aşınmasına yol açan bu durum, aynı zamanda uzlaşı kültürünün inşasınada engel olmaktadır.

Toplumda korku üretim merkezleri oluşmuştur. Herkes, sesini duyurabilmek için bağırmak gerekir. Bağırmak, başkalarını dinlemek gibi bir niyetin olmadığını gösterir.

Bağıran insanların ‘anlaşılmak’ gibi bir dertleri de yoktur…

Bağırmak, çok yoğun bir korkunun varlığını açığa vurur.

***

İslam’ın temel dinamiklerinden biriside salim akıldır.

Din, insanın diğer varlıklarla olan münasebetini düzenler, hayatına yön verir…  Din, akıl sahiplerini imana çağıran ilâhî bir kanundur.

Dini vazeden Allah’tır. Kaynağı Kur’an’dır.

Bütün sahih dinler Allah’tan gelmiştir. Din, safiyetlerini korudukları sürece yürürlükte kalmışlardır.

Bu din, Tevhid tir.

Hz. Âdem’den itibaren bütün insanlar, Allah tarafından gönderilen tevhid dinine çağırılmışlardır.

Tevhid dininin esaslarını kavrayan, benimseyen ve hayatını bu esaslara göre düzenleyenlere Mü’min denir.

Din sadece vicdanlarda yaşayan bir düşünce değil; hayatın her alanında canlı bir şekilde vicdanla birlikte yaşayan bir sistemdir.

Din, tutulan yol, itaat ve ceza anlamlarına gelir.

Tekrar edecek olursak Din:

Allah tarafından konulmuş, insanların dünyadaki yaşayışlarını düzene sokan, Peygamberlere indirilen vahiy aracılığıyla insanlara ulaştırılan ilahi kanun ve nizamlardır.’

Dinin muhatabı insanlardır. Amacı, insanlara iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı, güzel ile çirkini birbirinden ayırmasını temindir.

  1. İman; Allaha, Meleklere, Peygamberlere, Kitaplara ve Ahiret Günü’ne inanmaktır.
  2. İslam; Namaz, Oruç, Hac, Zekât ve Cihat’tan ibarettir.

Bu iki kelimeyle ifade edilenler, Allah’ın diğer bütün emir ve yasaklarını içine alır. Yani Kur’an da ne kadar emir ve yasak varsa, onların tamamı Allah’ın farzlarıdır, imanın ve İslam’ın esaslarıdır.

Görüldüğü gibi iman başlığı altında sayılanların arasında ‘kaza ve kadar’, İslam başlığı altında sayılanların arasında da ‘şahadet’ yoktur, Bunun yerinde ‘cihat’ vardır.

Bakın, Emevi iktidarının maliyeti, İslam Ümmet’ine çok pahalıya mal olmuştur. 90 bini aşkın Müslüman dünyanın gözü önünde bir iktidar, bir siyasi ihtiras, uğruna yok olmuştur.

Emeviler döneminde, Kur’an’a ve İslam’a aykırı şekilde bir yığın yanlış yapılmıştır.

İslam Dininin en girift meselelerinin başında ‘Kaza ve Kader’ konusu gelir. İnkârı küfürdür, fakat imanın olmazsa olmazı değildir. Yani bu konu bir şart değil, bir gerektir.

İslam kelam tarihinde İmam Maturidi’den sonra ekol içinde, ikinci adam durumda olan kişi, Ebu Muin en-Nesefi’ dir. (öl.508/1114)

Nesefi, ‘Tabsıratu’l-Edille’de aynen şöyle demiştir:

Deriz ki, inançlara gelince, din âlimlerine göre bunlar beş esasa ayrılır; Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve ahiret gününe iman, ibadetler de onlara göre beşe ayrılmış olup salât, savm, hacc, zekât ve cihad’dır.’

Nesefi, bu sıralamayla dikkat çekici bir şekilde “kaza ve kaderi” iman esasları arasında saymamıştır.

İbadet:

İbadet, hayatın içinde faaliyet yürütürken ortaya çıkan her şeydir.

Kur’an’da 278 yerde de geçer. Kur’an-ı Kerimde nusuk 9 yerde geçer. Çünkü Müslüman takva sahibi olan kimsedir. Yani Her daim kendini Allah ile birlikte bilir. O’nu görüyormuşçasına yaşar.

Demek ki nusukların dışında yapılan her şey ibadettir.

Demek ki din, ahlaklı yaşamaktır.

Allah Resulü buyurdu ki: “Size hafif gelecek bir ibadeti söyleyeyim mi?” O ibadet, “Güzel ahlaktır.”

Ahlak:

Bir ilkeyi “huy” edinmektir. Doğru olmak, ahlaklı olmaktır.

İnsanı ayakta tutan sevgi, insanlığı ayakta tutan da adalettir. Bunların ana kaynağı da ahlaktır.

Mahmut AKYOL

 

 

 

ŞEYTANA PABUCUNU TERS GİYDİREN MİLLETİN DÜNKÜ VE BUGÜNKÜ HAZİN DURUMU…

logo5

ŞEYTANA PABUCUNU TERS GİYDİREN MİLLETİN DÜNKÜ VE BUGÜNKÜ HAZİN DURUMU…

Yazının başlığı size çok şey anlatması ve düşündürmesi gerekir…

İngilizler Haçın, dünyayı düzene koymaya çalışan üst aklıdır.

İngilizler, ABD’yi kendi hedefleri doğrultusunda kullanan bir güçtür.

İngilizler, İslam’a ve Müslümanlara karşı olan bir savaş makinesidir.

Fakat kendisi sahada hiç görünmez, onun yerinde meydanlarda hep piyonları dolaşır…

Ajanlarını, piyonlarını yetiştirdiği Londra’daki Exeter Üniversitesi’dir.

Yani ajanlarının büyük çoğunluğu bu okulda öğrenim görmüştür. Bu üniversite İngiltere için değil, sadece Ortadoğu ülkelerine ajan yetiştirir.

Buradan mezun olanlar, İslam ülkelerine gönderilir. Geri kalmış İslam Ülkelerin siyasal, sosyal ve ekonomik yönetiminde görevlerine gelmeleri için arkalarında durur, onlara kendi amaçlarını yapmaları için tekliflerde bulunur.

Exeter Üniversitesi mezunu Abdullah Gül, aynı okuldan mezun Ekmeleddin İhsanoğlu, Durmuş Yılmaz, Fehmi Koru bunlardan bazılarıdır.

Manchester Üniversitesinden mezun AYM üyesi Engin Yıldırım, Londra Üniversitesinden mezun Hüseyin Çelik, Leicester Üniversitesi mezunu Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Aslan’ı saymak mümkündür.

Tarihin ‘Güneş Batmayan Ülkesi’, nam-ı diğer Büyük Britanya, 10. Yüzyıl’dan beri hâkimiyetini bağımsız bir krallık olarak sürdürmektedir. ‘Denizlere hâkim olan cihana hâkim olur’ İngiltere’nin stratejisidir.

İngiltere, Avrupa’nın Kuzey Batısında konumlanmış ve halen tüm dünyada hatırı sayılır derecede, güçlü ve ırkçı ülkelerden birisidir.

Batı Roma İmpatorluluğu’nun M.S 476‘da çökmesi ile başlayan Ortaçağ’da zamanla baskın olan skolâstik düşünce sistemi tüm Avrupa’yı derinden etkilemiştir.

***

Her ne kadar aşağıdaki rivayetlerin doğru olduğu kadar, yanlış olma ihtimali de vardır.

***

1600’lerde İstanbul’a gelen İngiliz büyükelçileri, lazımlık kullanmasını bilmezlerdi. Pencereden boşaltmak adetleri vardı.

Banyoların içi sıcak suyla doldurulurdu. Doldurulan kap, içi büyük bir fıçıdan ibaretti. Evin erkeği temiz suyla yıkanma imtiyazına sahipti. Babadan sonra oğulları ve diğer erkekler, daha sonra kadınlar, sonra çocuklar, en son olarak da bebekler aynı suda yıkanırdı.

Evlerin çatıları üst üste yığılmış kamıştan yapılıyordu. Kamışların altında da tahta bulunmuyordu. Burası hayvanların ısınabilecekleri tek yer olduğu için bütün kediler, köpekler ve diğer küçük hayvanlar çatıda yaşıyordu.

Yukarıdan evin içine düşen şeyleri engelleyecek hiçbir şey olmadığından, böceklerin ve buna benzer nesnelerin yatakların içine düşmesi büyük bir sıkıntı oluşturuyordu.

Yemek pişirme işlemi her zaman ateşin üzerine asılı durumdaki büyük bir kazanın içinde yapılıyordu. Her gün ateş yakılıyor ve kazana bir şeyler ilave ediliyordu. Çoğu zaman sebze yeniyor, et pek bulunmazdı.

Bazen domuz eti bulunanlar çok sevinirlerdi. Eve ziyaretçi gelirse domuz etlerini asarak onlara gösteriş yaparlardı. Birisinin eve domuz eti getirmesi zenginlik işaretiydi.

Akşam yahni yenirse artıklar kazanda bırakılır, gece boyunca soğuyan yemek ertesi gün tekrar ısıtılarak yenmeye devam ediliyordu. Bazen bu yahni çok uzun süre kazanda kalıyordu.

Çoğu insanın evinde kalay-kurşun alaşımından yapılmış tabakları yoktu. Onun yerine tahta tabaklar kullanıyorlardı. Çoğu zaman bu tabaklar bayat ekmekten yapılıyordu. Kurtlu ve küflü tabaklardan yemek yiyen insanların ağızlarında ‘Tabak ağzı’ denen hastalık ortaya çıkıyordu.

İnsanlar ölülerini gömecek yer bulamamaya başlayınca, mezarları kazıp tabutları çıkarıyor, kemikleri bir ‘Kemik evi’ ne götürüyor ve mezarı yeniden kullanıyorlardı. Tabutlar açıldığında her 25 tabutun birinde iç tarafta kazıntı izleri olduğu görüldü. Böylece insanların diri, diri gömüldüğü ortaya çıkardı.

Bir kişi bütün gece boyu mezarlıkta oturup zili dinlerdi. Buna ‘Mezarlık nöbeti’ denirdi.

Ortaçağ’ da Avrupa’ da ki rahibelerin yüz ve ellerinden başka yerlerini yıkamaları kesin olarak yasaklanmıştı. Kastilya Kraliçesi İsabella bile 50 yıldan fazla süren hayatı boyunca iki kez banyo yapmıştı. Kirlilik âdeti Amerika’ya da bulaşmış, Pennsylvania ve Virginia eyaletlerinde ‘Banyo yapmayı yasaklayan’ ya da belirli kısıtlamalar getiren kanunlar çıkarılmıştı.

Mahmut AKYOL

 

İSLAM, LÜKS İÇİNDE YAŞANMAZ!

logo5

İSLAM, LÜKS İÇİNDE YAŞANMAZ!  

SEVGİ VE MERHAMETİ SONSUZ ALLAH’IN ADIYLA

  1. Biz insana iki göz vermedik mi?
  2. Bir dili ve iki dudağı yok mu onun?
  3. Ona yürüyeceği iki yol gösterdik.
  4. Fakat o zor gelene yaklaşmadı.
  5. Bilir misin nedir zor olan?
  6. Bir köleyi özgürlüğüne kavuşturmak…
  7. Zor zamanda vermek…
  8. Öksüzün başını okşamak…
  9. Düşmüşün elinden tutmak…
  10. İman etmek, güçlüklere göğüs gerip acıları paylaşmak, sevgi ve merhamet yumağı olmak…
  11. İşte erdemliler bunlardır.
  12. Kâfirlik edenler ise şer odaklarıdır.
  13. Onların ateşe atılıp üzerlerine kilit vurulacak.”

(BELED SURESİ 8-20 ayetleri)

Bu ayetler karşısında insanoğlu, dehşete düşmüştür

***

Surenin ilk ayetlerinde Mekke, mecaz olarak dile getirilmiştir:

  • Dile gel ey insanlığın kalpgahı Kâbe, söyle; niçin kuruldun?
  • Âdemi, Havva’yı, İbrahim’i, İsmail’i, Hacer’i anlat bize; yıllar yılı gölgende kimler barındı?
  • Anlat ki; insanlık dertlerinden kurtulsun!
  • Anlat ki; insanlığın uyanışı, dirilişi ve inşası yeniden başlasın!
  • Anlat ki; insanoğlu, peygamberlerin müjdeleriyle yeniden buluşsun!

Fakat üzülerek söylemeliyiz ki bugün; insanlık son ilahi vahyi ne anlıyor ve ne de adaleti kavrıyor! Anladığı tek şey, sadece günahlarının üstünü küllemekle meşgul oluyor…

Elbette ki tezkiye ‘temizlik’ yapmak önemli ve akıllı bir davranıştır. Allah’tan rahmet, bereket ve mağfireti talep etmek güzeldir.

Fakat iş, Kapitalist hayatı, terk etmeden tezkiye yapılamaz ki!

Dahası Mamon’a kul olmayı terk etmeden tezkiye olunamaz ki!

***

Batı’nın Gizli Silahı Oryantalistler, ‘İslam’ın gelişmesi ve yayılması Müslümanlara bırakılmayacak kadar önemlidir!’ Demişledir.

  • Şimdi İslam Düşmanlarının, ‘ihanet planlarını’ tarihin çöp sepetine atma günüdür!
  • Yeter ki Müslümanlar vehim, korku ve kuşkularından kurtulsun!
  • Yeter ki Müslümanlar bu kavramlarla düşmanlarını beslemiş olmasın!

***

Hiç unutulmasın ki; Şeytanların, kâfirlerin ve münafıkların hilesi hiç de güçlü değildir! Bu durumu Allah, kullarına Ankebut (örümcek ağı) Suresiyle anlatmıştır.

  • Şeytan ve düşmanın güçlü kılan bizlerin zaaflarıdır.
  • Yani Müslümanlar, ‘siyasete, servete, şöhrete ve şehvete’ olan düşkünlüğü ve hırslarından kurtulduğu gün güçlü olacaktır!
  • Ey Müminler, bu prangalardan kurtulmanın yolu, insanın sağduyulu olmasından geçer!
  • Ey Müminler, Allah’ı ve Ahiret Günü’nü iyi anlayın!
  • Ey Müminler, Kur’an’ı Hz. Muhammed’in okuduğu gibi okuyun, yani teberrüken değil, tefekküren okuyun!
  • Ey Müminler, Sözün namusu için yaşayın!
  • Ey Müminler, Hayatı tüketirken ahlaklı yaşayın ve her işinizde adaleti gözetin!
  • Ey Müminler, Hayatı sezgiyle değil, akıl ve vicdanla kavrayın!
  • Ey Müminler, İşte o zaman İslam, ete kemiğe bürünmüş olur…
  • Ey Müminler, Demem o ki, sadece dünyaya ayak basmak yeterli değildir…
  • Ey Müminler, Sadece sahada top dolaştırmak, galibiyet için yeterli değildir…
  • Ey Müminler, Kazanmanın yolu iyi, güzel, doğruluk içinde çalışmak ve adil olmaktan geçiyor…
  • Ey Müminler, İslam, Lüks içinde yaşanmaz…
  • Ey Müminler, Çünkü İslam insan için bir hedef, bir davadır. Davalar acılar içinde doğar ve aynı minval üzere yaşar!
  • Ey Müminler, Lüks içinde yaşam, kişiyi cimrileştirir. Cimrilik hayatın kablolarını yanlış bağlamaktır. Böylece yanlış, yanlışı doğurur.

***

Mutluluk paylaşmakla olur! Bugün İnsan yeryüzünde elinde olanı paylaşamadığı için, kötülük yeryüzünü istila etmiştir! Paylaşmak akıl, vicdan, sağduyuya sahip insanların becerdiği asil bir davranışıdır.

İnsanoğlunda ‘iman’ dibe vurduğunda insan insanlıktan çıkar, gücü yeten yetene noktasına gelir… Aslında İslam’ın ekonomik ve politik duruşu, yanlışlarının ‘Reddi’ üzerine kuruludur!

Olaylara daha geniş açıdan bakılacak olunsa; doğa, toprak, ateş ve su kime ait olduğuna bakılmalıdır. O bizi İslam’la şerefli kılan Allah’tır!

Bizden helal emek, alın teri isteyen Allah’a hamdolsun… Allah’ın malı “Lehu’l Mülk” üzerine oturarak nasılda şirke düşmüşlerdir. Bu şirk sahipleri dünyayı yönetmeye çalışırken aslında dünyanın dengesini bozmuşlardır.

İktidarlarını elde tutmak için Makyavelist tüm yöntemleri kullanmakta, insanlara korku nöbetleri yaşatmaktadırlar. Dün karşılarına dikilen Hak ve Özgürlük savunucuları Peygambere ne söylendilerse, bugün de aynısı söylenmektedir.

Günümüzün tefeci bezirgânları diyebileceğimiz bankalar, halkın % 85 zora sokmuş, garip, yoksul, düşkünlük sınırına getirmiştir. Halkın fazlası kredi kartı kullanıyorsa, ömrünü kira ve borç ödemek için tüketiyor…

Bu insanlar haram hayat yaşamaktan kaçınmıyor… Bu insanlar kul hakkı yemekten kurtulamazlar…

Bu düzende kamu imtiyazı kullanmadan, tekeli oluşturmadan zengin olunamaz…

Zengin olmak aslında insanı korkutur!

Zenginlik insana uykuyu haram eder. Kapılara kameralar koydurur, kilit üstüne kilit vurdurur, İnsana caddelerde, sokaklarda güven içinden gezdirtmez ve sahip olunan bir avuç para insanı köle yapar.

Kur’an bu sosyal düzeni şiddetle reddeder!

Reddin yanında safını belirleyene selam olsun!

Mahmut AKYOL

LEHÜL MÜLK, LA İLAHE İLLALLAH!

logo5

LEHÜL MÜLK, LA İLAHE İLLALLAH!

Hz. Âdem’den beri yeryüzü mabetsiz ve mabutsuz bir an yaşanmadı.

Bu sevgi ve merhameti sonsuz Allah’ın kullarını terk etmediğini ve başıboş bırakmadığını gösterir.

Her toplum kedine göre bir mabede ve mabuda ihtiyaç duymuştur. Kıyamete kadar da bu duymaya devam edecektir.

***

Allah kullarına iki yol göstermiştir.

Bu yollardan birisi iyi, güzel ve doğru olan yoldur. Bu yol insana tavsiye edilmiş, diğeri de edilmemiştir.

Çünkü bizim inandığımız Allah, kullarına sıkıntı çektirmekten zevk almaz! Zevk alma yöntemi Yunan mitolojisinin ve Yahudi kültürünün bir ürünüdür.

Allah, her şeyden önce kulunun iyi bir Müslüman olmasını ister. İnsana bu istek bir teklifidir.

Allah, iyi bir Müslüman olmanın yollarını Kerim Kitabında detaylı bir şekilde açıklamıştır.

Bu yol, Sırat-ı Müstakimdir.

***

Allah kullarını Müslüman kimliğiyle şereflendirmiştir.

Yani Allah, mümin kullarını saf bir yürek temizliği içinde olmasını, her türlü kötülüğe karşı aktif bir mücadele etmesini ister ve bundan ziyadesiyle razı olur.

Bu yolun nasıl olması gerektiğini Allah, elçilerinin hayatlarından örnekler göstererek yapar.

Yani dinin özünün nelerden ibaret olduğunu gösterir.

Allah, Müslüman’ın sosyal çevreye ve tabiata karşı duyarlı olmasını ister.

Eğer Allah’ın yanında ki değerini bilmek istiyorsan, önce sizin yanınızda O’nun değerine bakacaksın!

***

Bakın hiçbir devlet gücü olmadan yeryüzünde, insanlar arasında yayılan tek din, İslam’dır.

İslam’ın sahibi Allah’tır. Yine Allah İslam’ı, insan için fıtrat yapmıştır. Bu bakımdan Allah nurunu inanan kulları üzerinden tamamlar.

***

Hz. Peygamber’in en azılı düşmanı, Mekke’deki rahip Ebu Amir’dir. Ebu Amir, Kâbe çetesini Hz. Peygambere karşı suikasta kışkırtan kişidir.

Burada dine karşı din faktörü karşımıza çıkar…

Yani Ebu Amir, ‘Mescid-i Nebevi’ karşısına ‘Mescid-i Dırar’ı’ yaptırandır. Dahası Bizans’ı, ülkesini işgal etmeye davet edecek kadar gözü dönmüş birisidir.

Tarih boyunca ‘Hamanlar’ mülk, siyaset ve iktidar sahipleriyle birlikte hareket etmişlerdir. Aslında bu bir çelişkidir.

Yani hem dindar olmak ve hem de Allah’ın mülküne çöreklenmiş olanların yanında yer almak…

***

Allah meleklere, kitaplara, peygamberlere ve ahiret gününe inanmasının ne demek olduğunu anlatmak için; insanı namaza, zekâta, oruca, hacca, cihada yakınlaştırır.

Yani:

  • Müslüman, yaşayan bir din anlayışına sahip olmasını, teoride kalmış ve tapınağa sokulmuş bir din anlayışından uzaklaşmasını ister…
  • Dahası Müslümanın, Hz. Peygamber’in hayatına bakmasını ister…
  • Özgürlüğünü kaybetmiş köle ruhlu insanlar yaşadıkça, benliklerini de kaybeder.
  • İşte Allah’ın insanlara gönderdiği din burada kendini gösterir.
  • Fekku Ragabe’(kölelere özgürlük) sözü burada devreye girer.

Şimdi burada bizim din anlayışımızı sorgulamamız gerekir.

  • Acaba bizim din anlayışımız bir Hindu din anlayışından, bir Yahudilikten ve bir Hıristiyanlıktan ne kadar farlıdır?
  • Acaba bizler de başkalarının din anlayışına baktıkları gibi mi İslam’a bakıyor ve İslam’ı ‘dinlerden bir din’ olarak mı görüyoruz?
  • Acaba biz de mi, onların dediği gibi; ‘din ayrı, dünya ayrı’ diyoruz?

Bu karmaşıklıktan kurtulmak için, İslam’da dini düşüncenin yeniden inşası gerekir. İnşa etmek demek, İslam’ı yeniden yapılandırmak demektir. Bundan başka bir şey kastetmiyorum. Ben buna, dinin yeni dili diyorum.

***

Toplumlar süratle değişiyor. Değişen toplumun ihtiyaçları değişiyor. Din, bu ihtiyaçlara cevap vermek zorunda…

Eğer bize din, dünya için gerekli ise, Muhammet İkbal’in dediği gibi yeniden akıl, ruh ve gönül dünyası kurulmalı diyorum.

Çünkü Batı hayatına akıl, Doğu hayatına ruh hâkim olmuştur. Bundan böyle din ve dini hayat denilince aklımıza tek başına dini ayinler gelmemelidir…

Hak, hukuk, adalet, işgaller, zulümler, tecavüzler, yoksulluk, yolsuzluk, sokak çocukları, özürlüler, açlar, susuzlar, giderek artan boşanmalar, dağılan aileler, işsizler, zam, zulüm, işkence, plansız şehirleşme, trafik, gecekondu, sanat, edebiyat, şiir, felsefe, müzik, sinema, tarih, tabiat, uygarlık vs de gelmelidir.

Bu kavramlar akıl, ruh ve aşkla yoğrulmalıdır.

Yine Müslüman zihin kavramında yer alan dinin içi sadece ‘cami, ezan, kandil geceleri, türbe, şeyh, yeşil sarık, başörtüsü, cin, peri, masal, mucize, kehanet, sır, musalla taşı, mezarlıktan’ ibaret sayılmamalıdır…

Modern dünyada din anlayışına böyle bakılabilir, din böyle anlaşılıyor olabilir.

Diğer dinlerin görkemli tapınakları, din adamları sınıfı, kutsal gün ve geceleri, mucizeleri, kehanetleri olabilir; fakat Müslümanlar dine böyle bakamaz ve bu şekilde onları taklit yoluna gidemez…

Dine ve din anlayışına böyle bakanlar elbette ki, ‘Kisra’ karşısına çıkan sahabenin ‘İnsanları dinlerin zulmünden ve krallara ibadetten (onlara kulluk ve kölelik yapmaktan) kurtarmaya geldik’ sözünü anlayamazlar.

Konuya yeniden dönecek olursak din:

Lehül Mülk, La İlahe İllallah’tır.

Yedinci yüzyılda dünyanın Batısına ve Doğusuna hâkim olan Bizans ve Sasani imparatorluklarının saraylarında yankılanan ses budur.

Onlar için bu ses çok büyük bir tehdit ve tehlike olmuş, sonunda korktukları başlarına gelmiştir.

Bu günde Müslüman’ın tek gücü yine budur. Yani, Lehül Mülk, La İlahe İllallah’tır. Yeter ki bu kavramlara inanmanın ötesinde güven duyulabilsin…

‘Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse sapıklığın en koyusuna düşmüş olur.’

(Nisa, 4/136)

Din, hava gibidir. Her yerde görünür, herkes ona muhtaçtır.

Onun için diyoruz ki din, gereklidir ve hayatın içinde mutlak surette görünür olmalıdır.

Mahmut AKYOL

KAVRAMLARIN DİLİ VE MÜNAFIKLIK

logo5

KAVRAMLARIN DİLİ VE MÜNAFIKLIK

 ‘….Sana neyi infak edeceklerini soruyorlar, de ki ihtiyaçtan fazlasını……’

(Bakara 219 Ayet)

Salât’ın Zekât’la birlikte geçtiği yerler, Kur’an’ı Kerimin belkemiği yerleridir!

Zekât sınırlandırmak, dondurmak ve kırkta bire indirmek değildir. Bu Zekâtın ruhuna uygun düşmez!

Zekât, ihtiyaçtan fazla olan şeydir ve onu vermek asıldır. Vermedikten sonra dünya malın olsa neye yarar.

*

Salât’ın karşılığı ‘destek, yardım ve dayanışmaktır.

Salât insan için kullanıldığında, ateşe odun atmak gibidir. Ateşin sönmemesi için ateşe odun atmak ne ise, Salâtı kime yapıyorsanız desteklemekte odur.

Mesela binlerce dernek isminden bahsedilebilir. Bu dernek isimlerinin sonu hep ‘Yardımlaşma, Dayanışma’ şeklinde biter. Benimde söylemek istediğim ‘Salât’ tam da budur.

Kur’an’ı Kerimde namaz anlamına gelen kavram sayısı çok değildir.

Kur’an’da ‘Salât’ kavramı 130 yerde kullanılmaktadır. 10 yerde, tespih ve tenzih ile beraber geçer. Kalan 120 yerde ise yardımlaşma ve dayanışma anlamında kullanılır.

*

Kapitalist yaşamın olmazı ‘çıkar ve menfaattir’…

Kapitalizm batağında boğulan, tembellik uykusundan uyanmayan insanların hazin durumlarını kabul etmek cidden zordur…

İster kabul edilsin, ister edilmesin bu görüşler insan için sarsıcıdır…

Yeryüzündeki açlığı ortadan kaldırmanın yolu; ekonomik hayatı normale döndürmekten geçer…

*

Allah, Peygamberleri vasıtasıyla dini tebliğ etti! Onlarda, gönderilen dini önce kendileri yaşadılar, tutuşturdukları iyilik, güzellik, doğruluk meşalesinin sönmemesi için insanlara dini tebliğ ettiler!

Hz. Peygamber dedi ki:

Dikkat edin! Vücutta öyle bir yer vardır ki, o iyi olursa bütün vücut iyi, o bozuk olursa bütün vücut bozuk olur. Dikkat edin! O yer kalptir.’

Bu veciz sözden de anlaşılıyor ki, insanoğlunun davranışlarının özünde mutlaka iyi bir ‘niyet’ olmalıdır.

İnanmak; imanı zorunlu ve kalbin kabulünü gerekli kılar. İmanın en büyük göstergesi, ‘amel, iş ve davranıştır.’ Bunların da göstergesi, niyettir.

*

İslam’ın insanı şok eden bir iddiası vardır. Oda Ahiret günüdür. İnsanlar bu günde davranışlarından sorulacaktır.

Allah’a imanla birlikte bu gün sürekli tekrarlanır.

Tahrif edilmiş olan diğer dinlerde ‘Ahiret İnancı’ farklı boyutlarda şöyle anlaşılmıştır.

Hz. Peygambere karşı olanlar Müşrikler dediler ki:

Biz ölürüz, sonrada toprak oluruz.’

İsrail oğulları:

Günahımız olsa da, Rab Yahova bizim dışımızda kalan herkesi Cehenneme koyacaktır.’

Hıristiyanlar:

İsa Mesih bizim için kendini feda etti, bundan dolayı bizler günahtan beriyiz.’

Uzak Doğu:

Hint/Çin/Japon/Kore dinlerde, ‘Reenkarnasyon’ hâkimdir.

Bu konuda en doğru yaklaşım İslam’ındır.

İslam’a doğru inanmak için önce, kaynağına (Kur’an’a ve Sünnete) gitmek gerekir.

*

Doğru bir inanca kavuşmak doğru işle, doğru iş doğru niyetle olur.

Kur’an’ın birçok yerinde Salih amelden bahsedilir.

Hz. Peygamber buyurdu ki:

Sulh ve Salahın merkezi kalptir.’ Kalbi bozuk olanın işinde doğruluk yoktur. Toplumun huzuru için de adalete dayalı doğru ‘’ ve ‘ahlak’ gereklidir.

Demek ki Allah’ın öngördüğü Dar-us-Selam demek, fitneden uzak olan bir kalp, samimi bir niyet ve doğru işler demekmiş…

Takvayı insan hayvan, bitki, doğanın yapısını korumakta aramalıdır. O halde takva, varoluşun hikmetini kavramak, doğayı çıkar ve menfaat adına talan etmemektir.

Değilse, yakasız gömlek giymek, sakal bırakmak, tespih çekmek takva ehli olmak değildir.

*

Kuran’da Allah mecaz, teşbih, kıssa, mesel ve kavram dillerini kullanarak  konuşur. Yani Allah, kullarının anladığı dilden konuşur.

Bu kavramlardan birisi ‘münafıklıktır’.

Sözü önemli kılan şey, Müslümanların infak ve cihat’a olan bakışlarıdır.

Yani ‘bir kişide infak arttıkça nifak, nifak artıkça da infak azalır.’

Bunun gibi Kur’an-ı Kerimde başka birçok kavram daha vardır:

Mümin, Müslüman, Sadık, Salih, sağır, kör, dilsiz, Karun, Haham, Ruhban, akılsız’ gibi…

Müslüman bunların bir kısmını gördükçe: “Bunlar beni ilgilendiriyor” der ve sevinir. Bir kısmı da gördüğünde de ‘Bunların benimle bir ilgisi yok’ diyerek tarihin derinliklerine gömmeye çalışır.

Hâlbuki bunların tamamı bizi ilgilendirir.

Kavramların tamamı bizi anlatmak için vardır.

Bunlar, yaşayan Kur’an’dır.

Her an ve her zaman biz olabiliriz’ demeliyiz. Kur’an’a tarihsel bir kitap gözüyle bakılamaz. Eğer böyle olsaydı, kime ne denilmiş ise o, orada kalırdı. Ancak yaşayan ve evrensel olan Kur’an açısından durum hiç de öyle değildir.

Münafık öyle bir kişiliktir ki; bir menfaat görünce hemen orada bitiverir. Ön sıralarda kendine ne yapar eder bir yer bulur.

Fakat iş; infak ve cihada geldiğinde ortalıktan kaybolur. Diğer bir ifadeyle münafık iki deliği olan tarla faresine benzer. Hangisinde sıkışırsa, hemen diğerine kaçar.

Kur’an’da anlatılan münafık kavramı Medine dönemi surelerinde geçer. Yani münafık Mekke’de yoktur.

Çünkü Mekke Müslümanların eziyet ve işkence gördükleri, can, mal ve fedakârlık noktasında bir birleriyle yarıştıkları bir yerdir. Medine döneminde ise münafık mantar gibi biter.

Çünkü Medine dönemi ‘iktidar, servet ve ikbal’ dönemidir.

Hz. Peygamberin yanına kadar sokulanlar, ‘Haydi savaşa!’ seslerini duyduklarında, birden bire kaybolurlardı.

Önceleri ‘Savaş için ayetler neden gelmiyor’ deyip duranlar, açık ve kesin savaşa izin veren ayetlerle karşı karşıya kaldıklarında şaşırıp kaldılar. Türlü bahaneler uydurmaya çalıştılar.

Onlar bizim Arap akrabalarımız, yakınlarımız, nasıl olur da onlarla vuruşuruz’. Dediler…

Bunlar yetmezmiş gibi ‘Hiç peygamber eline kılıç alıp savaşır mı? Onun işi insanları Allah’a ve Ahiret Gününe inanmaya çağırmak olmalı değil mi’? Dediler.

Münafıklığın, Muhammed Suresinde anlatılması da oldukça ilginçtir. Sure baştan sona ’Cihat’la başlar, infak çağrıları ile sonra erer.

‘…..kim cimrilik yaparsa kendine cimrilik yapmış olur. Allah zengindir, yoksul sizsiniz. Eğer yan çizerseniz yerinize sizin gibi olmayan başka bir topluluk getirir.’

Muhammed Suresi 38 Ayet

Tevbe’ suresinde münafıklığın genetiği çıkartılır. Sureyi okuyan bir Müslüman sure boyunca münafık olmak veya mümin olmak arasında gider gelir.

Üşenerek de olsa münafık namaz kılar. Allah’a ve Ahiret gününe inandığını söyler. Dini ritülleri (nüsukları) aksatmıyor görünür. İyi konuşur, inşallah, maşallah dilinden eksik olmaz. Din, iman nutukları atmakta oldukça ustadır.

Fakat iki şeyde yani cihat ve infak ta onları göremez ve bulmazsınız.

Münafık, sosyal ve ekonomik hayatta tevhide, birlik ve bütünlüğe, kaynaşıp güç olmaya hep karşıdır. Kendisini diğer insanlardan ayrı görmek ister. Kaybolmaktan, sıradanlaşmaktan korkar. Ayrı yerlerde oturmaya, tanınmamaya, bilinmemeye özen gösterir. Hep saraylarda, köşklerde yaşamak ister. Öyle ki Allah’ın verdiği mülkü asla paylaşmayı düşünmez. Ve eşit hale gelmekten hoşlanmaz.

Münafık; bir yandan Allah ne derse yaparım diye söz verir, fakat diğer yandan söylenilenleri görmezlikten gelir. Allah: “infak edin, temerküz etmeyin, ihtiyacınızdan fazlasını verin, paylaşın, rızık ve rızık kaynaklarında ki eşitliği bozmayın, Salih’in devesine dokunmayın” dedikçe o; bu emirleri hafife alır ve kulaklarını kapatır.

Mahmut AKYOL